İspanya ve Portekiz’den bağımsızlıklarını kazanan Latin Amerika ülkelerini, ilk tanıyan ABD oldu. ABD, bağımsızlık savaşı verdikleri dönemde de bu ülkelere her türlü desteği verdi. Silah ve mühimmat gönderdi, danışmanlar ve subaylar organize etti. Zaten Latin ülkeleri ABD’yi örnek alıyorlardı. Amerikalılar, Birleşik Krallık’la savaşarak bağımsız oldular, akabinde cumhuriyet rejimini benimsediler. Latin Amerikalılar da aynı yoldan gidecekti. Yani iki tarafta birbirlerine karşı sıcak duygular besliyordu. Halkların ırkları ve mezhepleri farklıydı ama kaderleri aynıydı. Ataları Avrupa’dan yeni kıtaya gelerek, bir medeniyet vücuda getirmişlerdi. Avrupalı monarşiler tarafından sömürülmüşlerdi.

ABD, Latin halklarına, bağımsızlıklarını kazanıp devletlerini kurduktan sonra da destek vermeye devam etti. Latin Amerika bağımsızlık hareketinin lideri Simon Bolivar, ABD’den etkilenmişti. Fakat Latin ABD’si kurmayı başaramadı. Henüz hayattayken, kurmuş olduğu Büyük Kolombiya Cumhuriyeti beş parçaya bölündü, sürgünde yalnız öldü. Latinler, ABD’den o kadar etkilenmişti ki, kurdukları devletlerin hepsi, ABD’yi örnek alarak başkanlık sistemini benimsedi. Hiç bir devlet yarı başkanlık ya da parlamenter sistemi benimsemedi. 

ABD Başkanı Monroe, 1823 yılı sonlarında, kongreye, sonradan “Monroe Doktrini” adını alan belgeyi sundu. Monroe, doktriniyle, İkinci Cihan Harbi’ne kadar devam eden dış politika esaslarını ortaya koydu. ABD, Amerika kıtasındaki memleketlerin sömürgeleştirilmesine ya da o günkü ismiyle kolonileştirilmesine izin vermeyecekti. Doktrinin bu kısmında Avrupa’yla Rusya’ya mesaj veriliyordu. Latin Amerika ülkeleri bağımsızlıklarını kazandıklarında, zayıf ve yorgundular. Çok zengin kaynaklara sahiptiler. Avrupa’nın en zayıf iki ülkesi olan Portekiz ile İspanya’dan bağımsızlıklarını kazanmışlardı. İngiltere, Fransa, Almanya ve Hollanda bölgeyi istila etmek, sömürgeleştirmek istiyordu. Geçmişte bunu defalarca denemişlerdi. O tarihlerde İspanya güçlüydü buna izin vermedi. Portekiz ise hem savaştı hem de ekonomik ayrıcalıklar tanıyarak bunu engelledi. Ayrıca İngiltere’yle Fransa’nın Latin Amerika’da kontrol ettikleri yani üs olarak kullanabilecekleri toprakları da vardı.

(Jamaika’yla, Fransız Guyana’sı) Artık sömürgecilerin karşılarında İspanya’yla Portekiz’de yoktu, yeni kurulmuş, zayıf ve birbirlerine düşmüş devletler vardı. ABD, yayınladığı doktrinle, Avrupa ülkelerine, “işgale niyetlenirseniz benimle savaşırsınız” diyordu. Latin devletlerine karşılıksız destek veriyordu. Belgenin diğer muhatabı Rusya’ydı. O tarihlerde Alaska Rus toprağıydı. Kuzey Amerika’nın kuzey batısı Kızılderililerin, güney batısı Meksikalıların kontrolündeydi. Rusya, Kızılderililerin topraklarını alarak, Meksika’nın kontrolündeki California’yı işgal etmeyi planlıyordu. Beyaz Saray, buna izin vermeyeceğini deklere etmiş oldu. ABD, bu doktrinle, Avrupa ülkeleri arasındaki ihtilaflarda ve savaşlarda taraf tutmayacağını da belirtiyordu. ABD, Avrupa ülkelerinin Amerika dışındaki faaliyetlerine karışmayacaktı.  

Monroe doktrininin yayınlanması, Latin Amerika halklarını ve yöneticilerini rahatlattı, onlara özgüven verdi. ABD, güneyde daha popüler oldu. Latin halkları ve yöneticileri, ABD’yi, kendilerine diğer Latin ülkelerinden, hatta komşularından dahi yakın buluyorlardı. 200 yıl sonra, 2024 senesinde, ABD, Latin Amerika’da en çok nefret edilen ülke. Latin Amerika halklarını kardeş halklar olarak gören, onların topraklarının yabancı güçler tarafından işgalini engelleyen, onlarla bütünleşmek isteyen ABD ne yanlışlar yaptı ki bu noktaya gelindi? ABD’yle Latin memleketleri arasında ilk kırılma Teksas’ın bağımsızlığı süreciyle başladı. Teksas, Meksika toprağıydı. Nüfusu seyrekti.

ABD’den buraya beyaz, Protestan göçmenler gelmeye başladı. Meksika, ABD’ye saygı duyduğundan gittikçe artan göçe engel olmadı. ABD tarafından silahlandırılan göçmenler 1835’te bağımsızlıklarını ilan ederek, Meksika ordusunu yendiler. Teksas, 1845 yılında ABD’ye katıldı. ABD, Meksika’dan California ile New Mexico’yu satın almak istedi, Meksikalılar, konuyu görüşmeyi kabul etmeyince saldırdı. Üç sene süren savaş sonunda ABD, Meksika’dan Arizona, California, Nevada ve New Mexico’yu zorla aldı. Meksika’nın yüzölçümü, 4.3 milyon kilometre kareden 2 milyon kilometre kareye düştü. Savaşlar yüzünden, ABD’nin Meksika’daki imajı mahvoldu. 

ABD, işgal ettiği Porto Riko’yu topraklarına kattı. ABD, muz ticaretiyle uğraşan United Fruit Company’le ters düşen Honduras’ı, su kanalı açabilmek için Nikaragua’yla, Haiti’yi işgal etti. 1804 yılında Fransa’dan bağımsızlığını kazanan Haiti, işgalden önce en kalkınmış Latin Amerika ülkesiydi. 20 yıl süren işgalin ardından bir daha asla toparlanamadı. 2024 yılı itibariyle dünyanın en fakir memleketlerden biri. Nikaragua’daki direniş güçlü olunca, ABD kanal projesini Kolombiya toprağı olan Panama’ya kaydırdı. Kolombiya nispeten güçlü olduğundan, kanalın Kolombiya’ya bağlı olması riskliydi.

Panama’da bazı grupları silahlandırıp isyan ettirdi. İsyancılar desteklendi. 1901 yılında Panama bağımsız oldu. Üç sene sonra inşaatı başlayan Panama Kanalı’nın tüm mülkiyet hakları ABD’ye aitti. 1914 senesinde, Amerikan ordusu devrimi engellemek uğruna Meksika’yı işgal etti. 1919 senesinde Venezüella’da petrol bulundu. Shell, Standart Oil ve Texaco petrol sahalarını ele geçirdi. Petrol şirketleri muazzam paralar kazanırken, Venezüella’nın fakirleşme süreci başladı. Petrol çıkarın yerlerdeki çiftçiler, kahve ile kakao tarımını bırakmaya zorlandılar. Bu gelişme tarımsal olarak kendine yeten ve görece gelişmiş olan Venezüella’nın geri kalarak, fakirleşmesine yol açtı. Bunlara benzer, irili ufaklı pek çok olay yaşayan Latinler, her geçen yıl ABD’den soğudu. 

İkinci Cihan Harbi’nin ardından, Beyaz Saray açısından komünizmin yayılmasını önlemek, en önemli hedeflerden biri hâline geldi. 1946 yılında Panama’da, Latin subaylarının eğitilmesi amacıyla Askerî Akademi kuruldu. Hemen ardından, 1948’de, ABD yirmi iki Latin ülkesiyle beraber Rio Paktı’nı kurdu. Komünizmin yayılmasına karşı güvenlik şemsiyesi olarak düşünülen paktın kuruluşu NATO’dan öncedir.

Pakta katılımın yüksek olmasının nedeni, Sovyet yayılmasından Latin devletlerinin de çekinmesiydi. Savaştan sonraki iki yılda tüm Doğu Avrupa’yla, Baltık ülkelerinde, Yunanistan dışındaki Balkanlarda komünist rejimler kurulmuştu. Çin, Yunanistan ve Kore’de iç savaş vardı. 21 Amerikan ülkesi, ABD liderliğinde, 1951 yılında Amerikan Devletler Birliği’ni kurdular. Birliğin amacı, üyeler arasında iş birliğini geliştirmek, demokrasiyi yaygınlaştırmak ve kalkınmayı sağlamaktı. Yabancı ülkelerin Amerika’nın iç işlerine müdahale etmesini engellemek, başlıca hedeflerdendi. Her iki uluslararası kuruluşta başarılı olamadı, giderek etkinliklerini yitirdi. 1954 senesinde Beyaz Saray tarafından desteklenen ordu, seçimle iş başına gelen Guatemala hükûmetini, yaptığı kamulaştırmalardan ve toprak reformundan, United Fruit Company’nin zarar görmesi üzerine devirdi.

Kamulaştırmanın başlıca muhatabı yabancı şirketlerdi. Aynı yıl enerji şirketlerini kamulaştırarak, ABD menfaatlerine zarar veren Brezilya Başkanı Vargas baskılara dayanamayarak intihar etti. Paraguay ordusu darbe yaptı. 1955 senesinde halk desteğiyle göreve gelen sol popülist Peron, ABD destekli ordu tarafından devrildi. Peron, Latin halklara, ne Amerika ne Sovyetler sloganıyla Üçüncü Yol öneriyordu. Fakat Amerika tüm gayretine rağmen komünizmin kıtaya gelmesini engelleyemedi. 1959’da, Beyaz Saray’ın desteklediği Küba diktatörü Batista, devrimciler tarafından devrildi. Ardından devrim dalgası ve diktatörlere karşı silahlı mücadele konsepti tüm kıtaya yayıldı.

ABD, Domuzlar Körfezi’ne çıkarma yaparak, karşı darbe planlamasına rağmen başarılı olamadı. Küba devrimi, yaygınlaşan gerilla mücadeleleri, Başkan Yardımcısı Nixon’un 1958 yılındaki Venezüella ziyaretinde yoğun ve şiddetli protestolara maruz kalması, Beyaz Saray’ın siyaset değişikliğine gitmesine yol açtı. Kennedy, kalkınma programları oluşturarak ve ekonomik destekler sağlayarak ABD’ye olan yaklaşımı değiştirmeye çalıştı. Ama ne bu siyaset ne de kalkınma programları başarılı olamadı. 1964’te Brezilya, 1973 yılında Arjantin askerî darbeye muhatap oldu. Aynı yıl Şili’de sosyalist lider Allande askerî darbeyle devrilerek, infaz edildi. 1965 yılında ABD ordusu Dominik’i işgal etti. Örnekler çoğaltılabilir. Takip edilen politikalar, çok geniş kesimlerin ABD aleyhtarı olmasına yol açarak Birleşik Amerika idealinin hayal olarak kalmasına yol açtı.