"Bir millet, sahip olduğu ilahî-insanî değerleri, benliğini, kendilerindeki yüksek hasletleri değiştirmedikçe, Allah o milletin elinde olan nimetleri değiştirmez, sosyal, siyasî ve ekonomik düzenlerini bozmaz. Allah toplumların başına hak ettikleri bir felâket getirmek, onları cezalandırmak istediği zaman da, artık bu felâketin, bu cezanın geri çevrilme imkânı yoktur. Onların Allah'ın dışında, kulları durumundakilerden velileri, koruyucuları, yardım edenleri de bulunmaz." (Rad Suresi - Ayet 11)

AKP’nin 3 Kasım 2002 yılın da iktidara gelip ülkeyi yönetmeye başlamasıyla birlik de Türkiye’nin istikameti ışık hızıyla “iki yönlü bir kıyamet” rotasına doğru çevrilmiştir. Bu “İki Yönlü Kıyamet” rotasından birincisi…1’nci Kıyamet… Ülkenin fiili olarak bölünüp, parçalanması, topraklarının bir bölümünün yine bu topraklar üzerinde başka bir ad ile kurulacak olan Amerikan ve emperyalizmin uşağı kukla devlete ilhakıdır.

2’nci Kıyamet… İzzet, şeref, edep, namus, erdem, vicdan, merhamet, sevgi, paylaşma gibi yüksek ahlaki ve erdem dolu kavramların içleri bir bir boşaltılıp, itibarsızlaştırılarak, değersizleştirme operasyonu. Kutsal aile kavram ve kurumunun (evlilik), aile bağlılık ve birlikteliğinin arkaik dönemlerin alışkanlıkları olarak yeniden tanımlanması ve evliliğin toplum da bu hali ile kabul görmeye başlaması.

Türkiye’nin bu “İKİ YÖNLÜ KIYAMET” gerçeğini belki de en yalın hali ile şu iki başlık adı altında tanımlayabilir, ifade edebilir ya da ortaya koyabiliriz.

… “Türkiye’nin Coğrafi, Siyasal, İdari - Yönetimsel İfsadı”… ve “ Türkiye’nin Nesil Emniyetinin İfsadı”

İFSAD…….. “Bozmak, azdırmak, fesada uğratmak, fitne salmak ve karıştırmak”

Güzel ülkemiz, 1919-1922 yılları arasında yaşanan ve 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen, 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile resmen sona eren Türk İstiklâl Harbi ya da Millî Mücadele yıllarından sonra ikinci kez ve yeniden bir “Fetret Dönemi”  türbülansına yakalanmıştır. Doğrusu ülkemizin içerisinde bulunduğu bu “İkinci Fetret Dönemi” dünden daha derinlikli, daha korkutucu ve ürkütücü daha karmakarışık ve sofistike bir hal üzere seyretmektedir.

Şu an Türkiye’nin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan, sultasını, hükümranlık ve egemenliğini kuran, hüküm ferma olan “İKİ YÖNLÜ KIYAMET” den ikincisi olan, Nesillerin İfsadına yönelik olarak… iyiye, güzele, yüksek ahlaka, erdeme, vicdan ve merhamete, gerçek barış, sevgi ve kardeşliğe, edepli ve namuslu olmaya dair ne varsa evet ne varsa hepsini bozduk, fesada uğrattık, azdırdık, karıştırdık yani “İFSAD” ettik.

Muazzez, müzeyyen, müberra evlilik kurumunu, aile birlikteliğini, aile bağlarını bir arkaik dönem alışkanlıkları olarak yeniden tanımlayarak berhava ettik.

Kur’an da tanımlanan sevgi, saygı, merhamet, paylaşma dolu Allah ve Rasulünün razı oldukları rahmet ve bereket dolu evlilikler yerini… hayat arkadaşımla seviyeli birlikteliğimiz (nikahsız karı – koca hayatı yaşama hali) zaten var!.. bu bağlam da resmi nikaha ne gerek var hem nikah evlilikleri öldürüyor anlayışlarının içselleştirildiği şeytan anlayışlarına bırakmıştır.

Toplumun ya da daha geniş mana da milletin önemli bir bölümünün evliliği bu şekil anlaması, anlamlandırması ve yaşamasının bedeli çok ağır olmuş, bu derin ahlaki dejenerasyonun, çürüme ve çözülmenin diyetini zavallı kadın kardeşlerimiz cadde ve sokak ortalarında koyun boğazlanır gibi boğazlanarak canları pahası en ağır bir biçim de ödemiş ve halen yoğun bir biçim de ödemeye devam etmektedir.

Bu nokta da... her katledilen kadının adı “Ayşe Paşalı” olmuştur.

Ülkemiz de Nesil Emniyetinin, beyin ölümünün gerçekleşmesine paralel olarak can, mal, akıl ve namus emniyeti de kendiliğinden otomatiğe bağlı bir halde kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Nesil Emniyetinin sağlanabilmesi noktasında Türkiye gerçekten derin bir buhran içerisine girmiştir. Bu bağlam da Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan verişlere göre... boşanan çiftlerin sayısı 2015 yılında 131 bin 830 iken 2016 yılında %4,3 azalarak 126 bin 164 oldu. Kaba boşanma hızı binde 1,59 olarak gerçekleşti.

1 yıl yani 12 ayda ortalama 130 bin parçalanmış aile, 10 yılda 1 milyon 300 bin aile ve ortalama 2 çocuk olarak alsak, 2 milyon 600 bin bölünmüş ailenin çocuk, genç ya da yetişkini yapıyor.

Eyvah ki, Eyvah…

Ülkemizde ki Nesil Emniyetinin İfsadına yönelik arş’ı, kürsü’yü, levh-i mahfuz’u, sidret -ül münteha'yı titreten, dağları yerinden oynatan, güneşi söndüren, yıldızları karartan, meleküt alemini gazaplandıran bir başka toplumsal - sosyal facia da küçük yaştaki sabi, sübyan, masum, melek yavrularımıza yönelik yoğun tecavüz olaylarıdır. Bu bağlam da… hala hatıralardaki konumunu taptaze koruyan MARDİN'de ki N.Ç olayı.

Utanç davası’ olarak bilinen olay, 2002 yılında Mardin’de yaşanmaya başlamıştı.

O tarihlerde 13 yaşında olan N.Ç. iki kadın tarafından para karşılığı erkeklere pazarlandı. 13 yaşında olan N.Ç aralarında her meslek grubundan “26 İNSAN KILIĞINDAKİ YILAN” tarafından günlerce, haftalarca, aylarca tecavüz uğramıştı. Olayın duyulması üzerine N.Ç ile ilişkiye girenler ve küçük kızı pazarlayan iki kadın hakkında dava açıldı. Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 24 sanığa alt sınırdan 5 yıl ceza verdi ve iyi hal indirimiyle 4 yıl 2 ay-4 yıl 10 aya indirdi. 18 yaşından küçük bir sanığa da 3 yıl 2 ay ceza verildi.

Mahkeme, sanıkları cezalandırırken eski TCK’nın “Her kim 15 yaşını bitirmeyen bir küçüğün ırzına geçerse 5 seneden aşağı olmamak üzere ağır hapse mahkûm olur” şeklindeki 414. maddesinin 1. fıkrasını uygulayarak N.Ç.’nin, kendi rızasıyla fuhuş yaptığı yorumuna imza atmış oldu. 

Oysa ki...  mahkeme “ırza geçme suçunda cebir ve şiddet kullanıldığını” kabul etse, eski TCK’nın 414. maddesinin 2. fıkrası uyarınca en az 10 yıl hapis cezası verecekti.

Dava nihai karar için Yargıtay Başsavcılığına gönderildi. Başsavcılık davanın sonuçlanması yönünde 13 yaşında, 26 kişinin tecavüzüne uğrayan N.Ç.'nin bu işi 'rızasıyla yaptığı' yolundaki karara itiraz etmeyerek... 26 yılanla beraber bu suça fiilen iştirak etmiş oldu. Bu gökleri parçalayan, denizleri kavuran, dağları yürüten vakayı Adana’nın, Ankara’nın, İstanbul’un, Kayseri’nin, Siirt’in, Diyarbakır’ın, Muş’un, Konya’nın, İzmir’in, Trabzon’un tıpa tıp benzer N.Ç vakaları izlemiş ve “Adına Utanç Davaları” denilen bu alçaklıklar Türkiye’nin tamamını ölümcül bir virüs gibi sarıp, sarmalamıştır.

Yakın zaman da... Karaman'da Ensar Vakfı'na bağlı olduğu iddia edilen yurtlarda 2012 - 2015 yılları arasında 10 çocuğa cinsel istismar da bulunmakla suçlanan öğretmen Muharrem Büyüktürk, Türkiye'nin ma'şeri vicdanını bir kez daha ve derinden yaralamıştır. Sonra... Giresun’un Bulancak ilçesinde zihinsel engelli 17 yaşındaki kıza 3 yıl boyunca tecavüz ettikleri iddia edilen 4 yılan, çiyan ve akrep. Sonra...  Ankara, Haymana ilçesinde alçak, lağım faresi bir okul müdürünün, okulun pansiyonunda kalan yüz öğrenciye cinsel taciz ve istismar da bulunması.

Bu nokta da... her taciz - tecavüz ve istismara uğrayan çocuğumuzun adı  “N . Ç” olmuştur.

“Nesil Emniyetinin Yeniden İhyası” seksen milyona yaklaşan nüfusumuz  içerisinde akıl baliğ olmuş her kardeşimizin üzerine bir “Farz-ı Ayn” (her Müslüman’ın bizzat kendisinin yapması gereken farz) konumundadır. Unutmayalım ki… “Karşılık gözetmeden gönüllü yapacağınız bütün iyilikleri, bütün hayırları, bütün güzellikleri muhakkak Allah bilir. Ve onlara iyilik adına ne yaparsanız doğrusu Allah hepsini bilir.” (Bakara Suresi Ayet 273)…