Bu, kâğıt üzerinde mümkün. Türkiye 16 Nisan 2017’de anayasa değişikliğiyle oyunun kurallarını değiştirdi. Parlamenter düzende nispi temsil sistemiyle Erdoğan ve partisini iktidardan uzak tutmak, yerleşik siyasi dengeler itibarıyla adeta imkânsızdı. Ancak yeni kurallarla ikinci turda iki adayın yarışacağı başkanlık seçimi seçmen ittifaklarına imkân sağlayarak keskin bir iktidar değişimini pekâlâ sağlayabilir. Başka bir ifadeyle, Erdoğan’ın ısrarla peşinde koştuğu ve elde ettiği yeni anayasal düzen, onun için bir siyasi tuzak haline dönüşebilir.

Son günlerde Türkiye kamuoyu, özellikle muhalif kesim, bu sorular ve ihtimalle yakından ilgili. Zira 16 Nisan referandumunda ilk kez Erdoğan’ın yenilebileceğine dair ciddi işaretler ortaya çıktı. Adil olmayan bir kampanya ve seçim koşullarına rağmen “evet” oylarının yüzde 51’de kalması, çok daha kötüsünü bekleyen umutsuz ve depresif muhalif kesimleri bir ölçüde canlandırdı. AKP-MHP ikilisinin kasım 2015’te aldığı toplam oya nispetle yüzde 10’luk kayıp yaşaması, 17 büyükşehirde hayır oylarının önde çıkması cesaretlendirici bir etki yaptı. AKP çevrelerinde ise kısmi bir sarsıntı yarattı.

Erdoğan’ın zaferinin kırılganlığının sadece kamuoyunda değil, siyasi arenada da ciddi bir akis yaptığını belirtmek gerekir. Türk siyasetinin duayen isimlerinden, CHP’nin eski genel başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal, bir süre önce bir televizyon programında muhalefetin tek aday etrafında birleşmesi gerektiğini söylüyor, yüzde 49’un adayını bulması için şu sözlerle hareketlenme çağrısı yapıyordu: "CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ‘ben Cumhurbaşkanı adayıyım’ derse biz de 'tamam' deriz, arkasında oluruz, adayımız o olur. Kılıçdaroğlu aday olmayacaksa, içinde genel başkanlık yarışının da olduğu bir dönem başlıyor. Abdullah Gül yüzde 49'un adayı olabilir. Gül aday olursa değerlendirilmesi lazım…"

Baykal’ın bu çıkışı bir anlamda cini şişeden çıkardı. Muhalefetin, AKP’nin Erdoğan’la ayrı düşmüş kurucularından eski Cumhurbaşkanı Gül’ün etrafında birleşilebileceğini söylemesi akıllardan geçen bir “beklenti”nin dışa vurulmasıydı. Bu ihtimalin seslendirilmesi AKP saflarını da hareketlendirdi.

Baykal’ın ortak bir aday tespiti için ana muhalefet partisinde iktidar değişimini ima etmesi, CHP’yi de hareketlendirdi. Aday tartışması ile parti içi iktidar mücadeleleri start almış oldu. CHP’de muhaliflerin olağanüstü kongre çağrıları ve buna karşı genel başkanın verdiği tepki 2019 cumhurbaşkanlığı adaylığı meselesi bir anda iç içe sokuldu.

Asıl önemlisi, CHP liderinin bu siyasi baskı altında 2019 için aday ve ittifak arayışını şimdiden başlattığını şu sözlerle açıklamasıydı: “Yüzde 49 sadece bize aitmiş gibi bir hava yaratıp aday belirleme sürecine girerseniz yanlış olur. Biz bunun çalışmalarına bugünden başladık zaten. 50’nin üzerinde sivil toplum örgütünün başkanıyla konuştum. Referandum sürecini değerlendirdik. Önümüzdeki hafta bazı siyasi partilerin liderlerini ziyaret edeceğim.”

Sol muhalif kesimin siyasi hararetinin bu çerçevede artacağı belli. Ancak Erdoğan karşısında bir ittifakı, bir ortak adayı güçlü ve anlamlı kılacak olan, hiç şüphe yok ki muhafazakâr cephe. Referandumda AKP seçmeninin yüzde 10’u Erdoğan’a karşı çıktı ve “hayır” oyu kullandı. “2019’a doğru bu oran artar mı?”, daha önemlisi “Bu grup siyasallaşır mı?” gibi soruların önümüzdeki dönem için hayati önem taşıdığına şüphe yok. Muhafazakâr kesimde bu sorular ve içerdiği endişeler, Baykal’ın Gül’ü muhalefetin ortak adayı olarak işaret etmesiyle tekrar gündeme geldi.

AKP’liler Gül’ü Erdoğan karşısında adaylığıyla ilgili net olmaya ve spekülasyonları bitirmeye davet ederken Erdoğan, Gül’ün ortak aday olma fikrini “Bu tamamen bir virüs hareketidir, bir fitne hareketidir” olarak tarif ediyordu. Gül ise temkinli davranıyor, kapıyı ne açıyor ne kapıyordu. Yaptığı açıklamada hem “sıcak siyasetten uzak durduğunu” söylüyor, hem “bilgi ve tecrübesini ülke için paylaşma sorumluluğu olduğunu” hatırlatıyordu.

AKP’nin ilk başbakanı ve cumhurbaşkanı olan Gül gerek AKP çevrelerinde gerek Türk siyasi hayatında önemli bir figür. Erdoğan’ın 2013 sonrası politikalarıyla ters düşen, reformcu ve liberal bir eğilimi, AKP doğuş felsefesini temsil etmeye devam eden bir isim. Bu açıdan muhalefet çevrelerinde de belli bir sempatiye sahip ve Erdoğan’ın karşısına çıkarsa her cenahtan destek almaya aday. Ne var ki Gül bugüne kadar fikir ayrılığını siyasi dile dökmekten, AKP içinde tartışma ve ayrışma yaratmaktan kaçındı. Bunun en büyük nedeni muhtemelen Erdoğan karşısında sınırlı kazanma şansının olması ve mücadeleci yanının eksikliğiydi.

Ancak muhafazakâr çevrelerde, eski AKP siyasetçileri arasında artan memnuniyetsizlik dikkate alındığında ve Erdoğan’ın keskin tek adam politikalarını sürdürmesi halinde bu dengeler değişebilir.

Bu anlamda Gül’ün son konuşmasında sarf ettiği şu sözler bir tutumu ve grubu temsil etmesi bakımından dikkat çekiydi: “Başta ben olmak üzere AK Parti’nin gerçek öncüleri, kurucularına yönelik ağza gelmeyecek laflar, küfürler, partide ahlak dışı davranışları kınıyorum. Bunun nasıl organize olduğunu dünya âlem biliyor artık. (Erdoğan’ı kastederek) Bunun karşısında sükûtu üzüntüyle karşılıyorum.”

Yeni oluşan koşullarda, etrafında kendiliğinden bir birleşme ve ittifak olması halinde Erdoğan’ın otoriter performansının derinleşmesi, ekonomiden dış politikaya yaşanabilecek kimi muhtemel krizler çerçevesinde Gül’ün siyasi olarak harekete geçmesi masada duran bir ihtimaldir. Gül bu çerçevede 2019 yolunda bir ağırlık oluşturmaya devam edecek gibi görünmektedir.

Genel tablo budur, soru ise şudur: Memnuniyetsiz ancak örgütsüz ve dağınık bir muhalefet siyasi anlamda organize olabilir mi? Bunun çok kolay olmadığını teslim etmek gerekir. Yüzde 49 içindeki antagonist siyasi eğilimlerin varlığı dikkate alınırsa, bu eğilimlerin herhangi bir anayasa değişikliğine türlü saiklerle “hayır” demesi ile ortak bir başkan adayı üzerinde anlaşarak aynı istikamette oy kullanması arasında önemli bir fark vardır.

Ayrıca Türkiye’de seçmen ittifakları ve uzlaşma geleneğinin zayıf olduğuna işaret etmek gerekir. MHP’li muhalifler ile Kürtler, muhalif muhafazakârlar ile sol kesim arasında uzlaşma hem fiilen hem siyasi kültür açısından oldukça zor görünmektedir. En nihayet AK Parti’nin kan kaybına rağmen yüzde 44 civarında bir destekle Türkiye’nin hala en güçlü ve organize siyasi yapısı olduğu açık. Tüm bu gelişmelerin, Türkiye siyasetinde yeni bir pist oluşturduğu açıktır.

Ali BAYRAMOĞLU
 

Editör: TE Bilişim