Bu açıklama sosyal yardımların eğitim ve adalet dâhil başka hiçbir alanda emsaline rastlanamayacak ölçüde artırıldığını gösteriyor. 2002 yılı sosyal yardımları 2016 ile kıyaslandığında artış oranı yüzde 2492. Oysa en masraflı bakanlıklardan biri olan Milli Eğitim’de 2002 yılında 10 milyar lira olan bütçe, 2016 yılında 100 milyar liraya yükselmiş. 

Peki, Milli Eğitim gibi dev bir bakanlığın bütçesi bile 14 yıl öncesine göre yüzde 900 artarken aynı dönemde sosyal yardımların yüzde 2492 gibi rekor bir düzeyde artırılmasının nedeni nedir?

“Devletin” değil “iktidar partisinin” desteği olarak algılanan yardımların oya dönüşme potansiyeli yüksek. Vatandaşlar yıllarca ayni ve nakdi yardımları aldıktan sonra sandık başına gittiğinde iktidar partisini desteklemeyi “yardımların devamı için” zorunluluk olarak görüyor.

Sadece miktar değil, yardımın ulaştırıldığı kitle sayısı da hızla artıyor. 2014 yılında Türkiye’de yaklaşık 13 milyon kişiye sosyal yardım yapılıyordu. Habertürk’ten Ahmet Kıvanç ve Tahsin Akça’nın yaptığı kapsamlı araştırmaya göre 2016 yılında yardım alanların sayısı 15 milyon 500 bine ulaştı. İki yıllık sürede 2,5 milyon kişi daha yardım kapsamına alındı.

Sosyal yardımlar için 14 yıldır harcanan kaynakla Türkiye’de hızla artan işsizliği azaltacak “üretken” yatırımlar yapmak mümkün olabilirdi. Ancak bunun yerine ülke nüfusunun 5’te biri yardımlara bağımlı hale getirildi. Bir başka ifadeyle milyonlarca kişiyi midesinden iktidara bağlama operasyonu devam etti.

Bu, iki tarafın da memnun olduğu bir bağımlılık. Hiç kimse “Biz neden işsiziz, neden yoksulluğu azaltmıyorsunuz?” gibi sorgulama içerisine girmiyor. Hiç kimse “Siz iktidara geldiğinizde biz yardıma muhtaç durumdaydık. Yıllar geçti hala yardımlarla yaşıyoruz” diye hesap sormuyor. Hatta başka bir partinin iktidara gelmesi durumunda yardımların kesilmesinden endişe ediliyor. Ana muhalefet partisi CHP bu endişeyi fark ettiği için son genel seçimde iktidarın yardım yaptığı kitlelere dokunulmayacağı gibi ilave olarak 5 milyon kişiye daha yardım yapılacağını vaat etti. “Garantici” olan vatandaşlar vaatleri değil, fiili durumu dikkate aldı! Çünkü iktidar partisi milyonlarca kişinin temel ihtiyaçlarını karşılayıp ceplerine para koyuyor ve sağlık giderlerini karşılıyor. Bunu devletin hazinesinden finanse ediyor. Yani o yardımlar Türkiye’de vergi ödeyen herkesin cebinden çıkıyor ama yardımları alanlar “nereden geldiğine” değil, ”kimden geldiğine” bakmayı tercih ediyor.

Ancak ortada çelişkili bir tablo var: Bir tarafta AK Parti iktidarları döneminde Türkiye ekonomisinin güçlendiği, milli gelirden kişi başına düşen payın 3 kattan fazla arttığı öne sürülüyor, diğer taraftan aynı dönemde yardıma muhtaç hale gelenlerin sayısına her yıl milyonlar ekleniyor.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 2015 yılı bütçesi görüşülürken dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu son derece iddialı konuşuyordu: “Türkiye ekonomisini 230 milyar dolarlık bir düzeyden 822 milyar dolarlık düzeye getirdik. Ekonomiyi 3,5 kat büyüttük. Hükümeti devraldığımızda yoksulluk sınırı günde 4,2 dolardı. Günde 4,2 doların altında Türkiye’de yüzde 30 yaşıyordu. Şu anda sadece yüzde 2,7 yaşıyor. Hepsi yoksulluk sınırının üstünde, orta gelir grubuna çıktılar. Orta sınıfın en güçlendiği ülkelerden biriyiz. OECD rakamlarına göre de gelir dağılımını en hızlı düzelten ülkeyiz. Günlük 15 doların altında yaşayan kimse kalmadı.”

Geçen yıl AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve eski Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz benzer bir açıklama yaptı: “AK Parti iktidara geldiğinde kişi başına gelir 3 bin 500 dolar seviyesindeydi. Milli gelirimizi 3 kattan fazla artırdık. Kişi başına gelirde ise 9 bin dolara ulaştık.”

Eski Kalkınma Bakanının açıklamalarına bir ek yapalım: Aralık 2016’da hesaplama yöntemi değişti ve kişi başına düşen milli gelir bir gecede yaklaşık 2 bin dolar artışla 11 bin doların üzerine çıktı.

Peki, milli gelir 3’e katlandı, yoksulluk sınırının altında sadece yüzde 2,7’lik kesim kaldıysa Türkiye’de yaşayan her 5 kişiden 1’ine, yani nüfusun yüzde 20’sine neden sosyal yardım yapılıyor?

Günde 15 dolar, (1 dolar 3,5 lira üzerinden hesaplandığında) yani 52,5 liranın altında yaşayan kimse kalmadıysa yılda 33 milyar liralık yardım kime yapılıyor? Yoksa bu yardımlar gerçekte muhtaç durumda olmayanlara mı yapılıyor? Yardımlarla oylar takas mı ediliyor?

Bu soruları çoğaltmak mümkün ama doğru yanıtı almak zor. Çünkü “zenginleştik” söylemlerinin dayandırıldığı rakamlarla “yoksul sayısındaki patlamaya” ilişkin rakamların hepsi Hükümet kaynaklı olduğu halde birbiriyle çelişiyor. İki ihtimal var: Ya reel olarak Türkiye hiç zenginleşmedi ve vatandaşın alım gücü 2002 yılından daha kötü bir durumda ya da Türkiye’de yoksulluk azaltıldığı halde Hükümet yardımları oya dönüştürmek için bu alana bilinçli olarak yığınak yapıyor.

Cumhuriyet dönemi boyunca kurulan hükümetlerle kıyaslandığında AK Parti’nin en büyük kozunu sosyal yardımların oluşturduğu söylenebilir. Şimdiye kadar hiçbir hükümet bu kadar yüksek miktarda yardım dağıtmamıştı. Eve gelen her gıda paketinin, kömürün, giyecek yardımının, hesaba yatan her paranın karşılığı büyük oranda sandığa yansıyor. Hükümet Kasım 2002’de yapılan genel seçimden beri işbaşında olduğu halde gücünü kaybetmiyor. Son referandumda iktidarın aldığı 25 milyonluk oyda 15,5 milyon kişiye yapılan yardımın etkisini de göz ardı etmemek gerekir.

Özetle şunu söylemek mümkün: Türkiye’de iktidarın “yardımla oy avlama” politikasına henüz alternatif geliştirilmiş değil. Muhalefet çıkış yolu bulamadığı için “O ne veriyorsa ben daha fazlasını vereceğim” diyerek toplumu “yardıma bağımlı” halde tutmayı öneriyor. Böylece milyonlarca kişi özgür iradeleriyle oy kullanamaz hale getiriliyor. Asıl sorun bu. Ama insanları “bağımlılıktan” kurtarıp özgür bireyler haline getirmek kimsenin işine gelmiyor. Ve bir anlamda “rehin alınmış” oylar seçimlerin kaderini belirlemeye devam ediyor.
 

Mehmet Çetingüleç

Editör: TE Bilişim