Referandum kampanyası erken başladı. Hem sn Cumhurbaşkanı'nın hem de sn Başbakan'ın yaptığı konuşmalar referandum sürecine yönelik.

Kimse yeni düzenlemelerin ne getirip ne götüreceğini konuşmuyor. Propaganda daha çok ön yargılar, farklı kutuplar üzerinden toplumu etkilemek üzerinden yapılıyor. Söz gelimi, evet taraftarları  milliyetçi seçmeni etkilemek için hayırcıları HDP ile aynı  safta olmakla suçlayarak etkilemeye çalışıyorlar. Bahçeli ve çevresi de HDP karşıtlığı üzerinden evet üretmeye çalışıyor.

Bu propaganda bilgi ile çok fazla alakası olmayanlar üzerinde etkili olabilir. Ama bu söylemin gerçeği yansıtmadığı da açık. Uzağa gitmeye gerek yok, 2010 referandumunda -MHP'de HDP'de hayır cephesindeydi. Bahçeli -hayırcılarla- aynı safta olmaktan gocunmadı. Çünkü başkaları ile beraber bir şeye karşı olmak,onlarla aynı düşünceleri taşımak anlamına gelmiyor. MHP seçmeni HDP'ye kutup yıldızı kadar uzak. Kimse aynı düzenlemeye benzer tepkiler vermeyi özdeşleşme olarak görmedi. Doğrusu da buydu.

Ardından 2013'de  ülkenin iskeletini parçalayan çözüm süreci geldi. Bu defa HDP ile AKP aynı saftaydı. İki parti de çözüm sürecinden yanaydı ama iki partinin de gerekçeleri farklıydı. HDP bu sürecin önlerini açacağını, önce Özerklik ardından bağımsızlık getireceğini düşündü. 2012 de ağır darbe alan PKK'nın toparlanmak için zamana ihtiyaç vardı.Süreç vasıtasıyla PKK'nın yaralarını sarma imkanı bulması hedeflendi. AKP'de muhtemelen bazı tavizler vererek-ki bunların hepsi bir ülkenin birliğine vurulmuş ölümcül darbelerdi- terörün duracağını sandı. 15 Haziran 2015'de PKK devrimci halk savaşı başlatınca ne büyük bir hata yaptığını anladı.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde MHP,CHP ile aynı adayı destekledi. Bu defa iki parti bir safta diğerleri kendi saflarında seçime girdiler.  Demek ki karşıtlıklar üzerinden doğruyu bulabilmek mümkün değil. Her önemli düzenlemede partiler farklı pozisyonlarda yer aldılar. Bazen AKP ile HDP aynı noktada buluştu,bazen MHP ile CHP veya HDP  aynı düzenlemelere benzer tepkiler verdiler.  Eğer, HDP üzerinden bir eleştiri ve  yol belirlemesi yapılacaksa yolu ve çizgisi HDP ile en çok kesişen parti AKP. İki parti de ulus devlete karşı. İki parti de rahatlıkla Kürdistan ifadesini kullanıyor. Cumhurbaşkanının Osmanlı'da da Lazistan,Kürdistan  vardı ifadelerini unutmamak lazım. Keza, başkanlık sistemi ile ilgili geçmişte söylediği," eyalet sistemi Başkanlık sisteminin olmazsa olmazlarındandır," sözünü de unutmamalıyız. Bu tam da HDP'nin istediği bir şey.Eyaletleşme bugün ayn-el Arap'da,Afrin'de,Kamışlı'da yaptıklarının Türkiye'de yapılmasıdır. HDP'de Anayasa'nın ilk 4 maddesinin değişmesini istiyor,AKP'de. Nitekim başkanlık sistemi ile ilgili görüşmelerde AKP sözcüsü bunu açık açık söyledi. Üstelik HDP-İmralı görüşmelerinde Öcalan'ın " Başkanlık sistemini destekleyebiliriz," şeklinde beyanları var. Bütün bunlar  eğer HDP antipatisi üzerinden gidilecekse en mesafe konulması gereken partinin AKP olduğunu gösteriyor.

Aslında yapılan kamuoyu araştırmalarında -evetçi-seçmenin neye evet dediğini bilmediğini, tercihini belirleyen şeyin partisi ve Erdoğan olduğunu gösteriyor.Aynı seçmene Erdoğan'ın yerine A.Necdet Sezer olsaydı yine evet der miydiniz diye sorulduğunda tavrı değişiyor. Benzer durum bazı hayırcılar için de geçerli, Erdoğan'ın yerinde Sezer olsaydı tavrınız ne olurdu sorusuna bir çok hayırcının  evet olurdu diyeceğini düşünüyorum.

Hayati konularda ki tercihlerin böyle karşıtlıklar üzerinden belirlendiği bir ülkede hiç bir düzenlemenin -fayda/zarar -yönünden irdelemesi yapılamaz. Başkanlık sisteminin uygulandığı başka ülkeler de var. Bunlardan ABD hariç hiç biri iflah olmadı. Latin Amerika devletleri darbelerden,diktatörlüklerden yeni yeni kurtuluyor. Üstelik sistemler arası karşılaştırma yaptığınız zaman onların çok demokratik düzenlemeler içerdiklerini görürsünüz. Mesela, ABD sisteminde  yürütme ile yasama arasında dengeyi sağlamak için bazı konularda -ortak karar alma-mekanizması getirilmiştir.Başkan tarafından atanacak bakan,üst düzey bürokrat ve yüksek mahkeme üyeleri ancak yasama organının onayı ile  göreve getirilebiliyor. Bizde yasama organına Başkanın atamalarını denetleyecek hiç bir yetki verilmemiştir. Latin Amerika ülkelerinde de  diktatörleşme eğilimi ve sistemdeki kilitlenme dikkate alınarak reformlar yapılmış parlamento Başkan'ın yetkilerine ortak edilmiştir. Peru'da  Başkan'ın bakanlar kuruluna bir Başbakan atama zorunluluğu getirilmiştir.Biz de Başkan, la yüsel,şeriki ortağı olmayan bir güç haline getirilmiştir.Peru'da parlamentonun Başbakan ve bakanlar hakkında gensoru vererek onları düşürmesi mümkündür. Bizde meclisin bakanlar üzerinde hiç bir denetim yetkisi kalmamıştır.Arjantin'de de Başbakan görevini yapan bir kabine başkanı vardır. Bakanlar kurulu başkanı meclise karşı sorumludur. Şili'de Başbakan'ın müteradifi olan kabine başkanı ve bakanlar hakkında gensoru verilebilmektedir.Brezilya'da Başbakan Başkanla birlikte seçilmekte ve beraber görev yapmaktadır.Ayrıca Kongrenin Başkan ve tüm bakanları çağırıp bilgi alma yetkisi vardır, bu çağrıya icabet etmemek suçtur. Yine bir çok Başkanlık sisteminde Başkanın veto yetkisi sınırlandırılmıştır. Başkanın veto ettiği bir yasayı meclisin geri göndermesi için salt çoğunluk yeterlidir. Başkanın yasayı onaylamakta direnmesi halinde meclis başkanının Başkan'a rağmen yasayı yayınlama,yürürlüğe koyma yetkisi vardır. Biz de ise -yönetimin diktatörleşmesi ve kişiselleşmesini engelleyecek-bu tip düzenlemelere yer verilmemiştir. Dünyadaki örnekleri ile karşılaştırıldığında buna Başkanlık sistemi demek mümkün değildir. Bu Başkanlık adı altında Monarşiye dönüştür. Seçim ve yetkisiz yasama organı sadece bu görüntüyü örtmek için kullanılan birer dekor malzemesi haline getirilmiştir.