Son zamanlarda ülkemizde gündeme gelen “Başkanlık Sistemi” ile ilgili halkımızın bir çoğunun bilgi sahibi olmadığını gözlemlemekteyiz. Bu nedenle başkanlık sistemi ile ilgili, sınırlı da olsa akademik bir araştırma yapmamız ve bu çalışmayı paylaşmanın gerekli olduğunu düşünmekteyiz.

                Başkanlık sistem; ABD’nin 1787 yılında yaptıkları anayasa ile ortaya koydukları sistemin adıdır. Bu anayasa aynı zamanda “Dünyanın en eski yazılı anayasası” olma hüviyetini taşımaktadır. O tarihten bu yana, yapısında önemli değişikliğe uğramadan ve aralıksız olarak uygulanmıştır. Bu anayasanın ilkelerini herkes dogma gibi benimser. ABD’ye giren yabancılar, seyahatleri boyunca anayasaya saygı gösterecekleri konusunda ant içerler. Bununla birlikte Amerikalılarca “İncil’e” eş değerde tutulmaktadır.

                1787’de Philadelpha’da toplanan kurucular aslında yeni bir sistem kurmak değil, koptukları anayurdun yani İngiltere’nin sistemini benimsemek istemekteydiler. Fakat bir kralları olmadığı için, kurucu meclis kralın yerine bütün ulusun seçtiği bir başkanı getirmek zorunda kaldı. Farkında olmadan devlet başkanının otoritesi, giderek artacak olan ulusal egemenlik ilkelerine dayandırılmıştı.

İki dereceli seçimle, ulusun bütünü tarafından seçilen ABD başkanı “Yürütme”yi temsil eder. Başkan, dört yıl içinde seçilir.  1947’den önce başkanın anayasaya göre sonsuz seçilme hakkı vardı. Fakat anayasada yapılan ve 1951’de uygulanmaya başlayan 22. değişiklikten bu yana devlet başkanı iki defadan fazla seçilememektedir. Başkan, hem devlet başkanının, hem de hükümet başkanının görevlerini elinde toplar. Gerçekte ABD Başkan’ı kimseye karşı sorumlu değildir; parlamento ona ne soru sorabilir, ne gensoru açabilir, ne de onu görevden alabilir. Meclislerin, bakanlar üzerindeki yetkileri de çok değildir; kaldı ki bakanlar Başkan’ın yardımcılarıdır ve kendilerinin hükümet yetkileri yoktur.

Başkanın karşısına iki meclisten oluşan “Kongre” dikilir; “Senato” ve “Temsilciler Meclisi.”
Senatonun yetkisi biraz daha çok, itibarıysa Temsilciler Meclisine oranla çok daha fazladır. Senato, federasyon içinde ayrı ayrı topluluklar olan eyaletleri temsil eder; eyaletin nüfusu ne olursa olsun, her eyalet aynı sayıda delegeyle Senatoda temsil edilir.

Tersine; Temsilciler Meclisi her eyaletin, nüfusu oranında seçtiği milletvekillerinden oluşur;  böylece, bu meclis, Amerikan federasyonunun birliğini temsil eder. “Yasama” gücünün kullanılması ve “Bütçenin düzenlenmesi” işi bu iki meclis tarafından ortaklaşa yapılmaktadır.  Bununla birlikte Senato, özellikle DİPLOMASİ(antlaşmaların onaylanması) ve YÖNETİM(yüksek memurların atanması) alanlarında belli bir üstünlük sağlamıştır.

Kongre ile Başkan arasında güçler mutlaktır; ne kongre başkanı devirebilir, ne de Başkan kongreyi dağıtabilir. Başkan da, bakanları da kongre üyeleri arasından seçilemezler ve ancak çok özel durumlarda kongre toplantılarına katılabilirler.  Bununla birlikte başkan, Kongrenin şu yada bu sorunu incelemesini sağlamak için kongreye “mesajlar” gönderebilir ve özellikle önemli bir silah olan “veto” hakkını elinde bulundurur.

Başkan, Kongrenin onayladığı bir yasanın uygulanmasına karşı çıkabilir; bu vetonun etkisiz kalabilmesi için her iki meclisin de bu yasayı ikinci kez görüşmesi ve üçte iki çoğunlukla yeniden kabul etmesi gerekir. Kısacası Amerikan anayasası, Kongreyi başkana karşı değil, başkanı kongreye karşı daha yetkili kılmıştır.

Amerikan anayasasında, en üst düzeyde “Yüksek Mahkeme” yer alır; Yüksek Mahkeme, ömür boyu atanmış ve büyük bir itibarı olan dokuz yargıçtan oluşur. Bizdeki Yargıtay’a benzeyen bir mahkemeden başka bir şey değildir ancak başkan James Monroe döneminde; yüksek mahkeme başkanı yargıç Marshall’ın çabalarıyla, bu mahkeme “Yasaların anayasaya uygunluğunu yargı yoluyla denetleme” gibi çok önemli bir siyasal görev üstlenmiştir. Buna göre mahkeme, kendisine gönderilen davalarda anayasaya aykırı bulduğu yasaları uygulamayı reddedebilirdi. Bu görüşü sürdüren Yüksek Mahkeme, keyfiliğe karşı ABD yurttaşlarına güçlü bir güvence verir ve yargı organını devletin en yüce hakemi durumuna getirir. Şunu da belirtmekte fayda vardır ki Yüksek Mahkeme yargıçları bir karara karşı çıkabilirler ama karar alamazlar; denetlerler, ama yönetemezler.

Sistemin işleyişine bakacak olursak; güç işlediği görünen bir sistem varsa, o da Amerikan rejimidir. Güçlerin mutlak bir biçimde ayrılması, güçleri fildişi kültlerine hapseder.  Bunların çatışmasına yol açabilecek anlaşmazlıkları çözümlemek için hiçbir yol gösterilmediğine göre, güçlerin mutlak ayrılığı doğal olarak içinden çıkılmaz durumlara yol açacak ve bu durumdan da ancak zor kullanarak kurtulmak mümkün olacak; 1795 ve 1848 Fransız anayasaları örneği, böyle bir sistemin kendisini yok edecek ögeleri, gene kendi içinde taşıdığını çok iyi gösterir.

Siyasal partilerin yapısının ve varlığının Amerikan rejiminin görünümünü bütünüyle değiştirdiğini belirtmekte fayda vardır. ABD’de iki partili sistem vardır. Amerika’daki Cumhuriyetçi partiyle Demokrat parti arasında ideolojiler her seçimde değişir. Geleneksel olarak, Demokrat parti, merkeziyetçiliğe düşman, oysa Cumhuriyetçi parti federal iktidarın güçlenmesinden yanadır. Ama başkan Demokrat partidense, Cumhuriyetçiler eyalet haklarının başlıca savunucusu, Demokratlarsa federalist kesilirler. Gerçekte, Amerikan partileri, partiden çok, verimlilik açısından ele alınan ve iktidarı ele geçirmeye olanak sağlayan dev makinalara benzer. “Ganimet Sistemi” uyarınca seçimi kazanan parti, bütün yönetim mevkilerini kendi üyelerine dağıtır.

Ne olursa olsun, iki partili sistem, Amerika anayasasındaki güçlerin ayrılması ilkesini gözle görülür bir biçimde ortadan kaldırmaktadır. Gerçekte, kongrede çoğunlukta olan parti, genellikle başkan bu partinin şefi olduğu için, “Yasama” ve “Yürütme” arasında sıkı bir ilişki kurar. Bununla birlikte bu açıklama çok sınırlı kalmaktadır. Bunun nedeni; birinci olarak, Amerikan partilerinin İngiliz partileri ölçüsünde disiplinli olmayışlarıdır. İkinci olarak, seçim sürelerinin eşitsizliği nedeniyle başkan, her zaman çoğunlukta bulunan partiden olmayabilir.
Başkan dört yıl, Temsilciler Meclisi üyeleri iki yıl, Senatörler altı yıl için seçilir ve Senatonun üçte biri, her iki yılda bir yenilenir. Böylece Amerikan anayasasının uygulanmasında iki evre kategorisi görülebilir;
1) başkan ile kongrenin çoğunluğu aynı partidense, güçlerin göreceli olarak işbirliği yaptığı evreler; ve bunun tersi söz konusu olduğunda,
2) güçlerin mutlak bir biçimde ayrıldığı evreler.

Amerikan rejimin bir türevi olan, Latin Amerika rejimine bakacak olursak; Latin Amerika ülkelerinin çoğunda, halkın seçtiği bir başkan ve onun karşısında Senato ile Temsilciler Meclisinden oluşan bir kongre vardır; bütün bunların üstünde de sistemin bütününü düzene sokmakla görevli bir Yüksek Mahkeme yer alır. Ama ABD kurumlarıyla Latin Amerika kurumları arasında görünüşte ortaya çıkan benzerliklerin ardında çok önemli farklar gizlidir.

BAŞKAN ÜSTÜNLÜĞÜ

Kuzey Amerika rejimlerinde güçler dengelidir.  Tersine, Latin Amerika rejimlerinde, hukuki bakımdan değilse bile fiili bakımdan güçler birbirine bağımlıdır. Kongre, yasama gücünü hep elinde tutar; ama başkanın elinde Kongre’ye baskı yapma olanağı sağlayan amaçlar vardır ve bunlar aracılığıyla başkan, isteklerini kabul etmesi için Kongre’yi zorlar.

PARTİ FARKLILIĞI

Güney Amerika’da parti; temelde bir adamın etrafında toplanmış ve kendini ona hizmet etmeye adamış, parti olmaktan öte, bir klan topluluğudur. Kongre çoğunluğunun Başkan’a mutlak bağlılığının ve aynı zamanda ona bağımlı olmasının nedeni işte budur. Öte yandan bu bağlılık silahlı kuvvetlerin güvencesi altındadır. Uzun süre, başkanları iş başına getiren ve iş başından uzaklaştıran ordu olmuştur; bu yüzden başkanların ilk kaygısı, ordunun desteğini sağlamak ve bu destek ile Kongre’ye boğun eğdirmek olmuştur.

DEMOKRASİ- YARI DEMOKRASİ

ABD rejimine oranla, Güney Amerika kurumları yarı demokratik özelliğe sahiptir. ABD’de seçimler özgür ve dürüsttür. Latin Amerika’daysa seçimler, çoğunlukla “güdümlüdür.”

Ayrıca birçok Güney Amerika ulusunda halkın büyük bir bölümünün Kızılderili ya da melez, okumamış ve geri kalmış insanlardan oluştuğunu ve bu insanlar için oy pusulasının bir anlam taşımadığını da eklemek gerekir. Ve Güney ülkelerinin büyük bir bölümünün sömürge tipinde olduğu unutulmamaktadır.

 

 

BAŞKANLIK SİSTEMİNE GETİRİLEN ELEŞTİRİLER
Sistemi derinlemesine analiz eden Maurice Duverger başkanlık sistemine getirdiği eleştirilerde hassas noktalara temas etmektedir.

  1. Temelde, her organın yetkilerini başka bir organın yetkileriyle sınırlandırmaya çaba harcayan ve son çözümlemede hiç birine karar alma yetkisi vermeyen bir anayasa, işlemez hale gelmeye mahkum değil midir?
  2. Güçleri büyük bir ustalıkla dengelemeye uğraştıkça kesin bir hareketsizliğe düşülmeyecek midir?
  3. Başkanın uygulamadaki üstünlüğü onun diktatörlüğüne yol açmaz mı?
  4. Bazı siyaset bilimciler başkanlık sisteminin anayasal olarak stabil olmadığını söyler. Fred Riggs gibi bazı siyaset bilimcilere göre başkanlık sistemine geçmeye çalışan hemen hemen her ülkede bu sistem otoriter rejime dönüşmüştür. Dana D. Nelson 2008 yılında yayınlanan “Bad for Democracy” kitabında ABD'deki başkanlık sisteminin aslında demokratik olmadığını iddia eder.
  5. Başkanlık sisteminde cumhurbaşkanı ve yasama meclisi iki paralel yapı şeklinde çalışır. Eleştirmenler bu durumun istenmeyen siyasi çıkmazlara neden olacağını ve cumhurbaşkanı ve yasama meclisinin birbirlerini suçlamalarına sebep olacağını söylerler.
  6. Kemal Gözler, “Bir karşılaştırmalı anayasa hukuk incelemesi” çalışmasında; “Devlet başkanı görev süresi dolmadan görevinden alınamaz.” demiştir. Eleştirmenler bunu çok büyük bir sorun olarak görürler.
  7. Doç.Dr. Ayşe Tülin YÜRÜK, “Anayasa Hukuku” çalışmasında, “Bazı siyaset bilimcilere göre başkanlık sisteminin tamamen kendisine özgü şartları olan ABD dışında, istikrarlı bir demokrasi yarattığı görülmemektedir.” Eleştirisini yapmıştır.

BAŞKANLIK SİSTEMİ TÜRKİYE’DE NEDEN UYGULANMAMALIDIR?
Yukarıdan beri Başkanlık Sistemine eleştiri getiren bilim insanlarının düşüncelerinin yanında, ülkemizde henüz yaşayan dini inanışlar ve kültürel kodlar bize 15 Temmuz akşamı göstermiştir ki; akademik eğitim almış olan milletvekilleri, generaller, daire başkanları, müsteşarlar bir ilkokul mezunu imamın önünde el pençe divan durup, talimatlar alarak ülkenin başkentini ve sivil halkını bombalamış ve iktidarı ele geçirmeye çalışmıştır.
 

Yukarıda vermiş olduğumuz Latin Amerika örneğini hatırlayacak olursak; “Güney Amerika’da parti; temelde bir adamın etrafında toplanmış ve kendini ona hizmet etmeye adamış, parti olmaktan öte, bir klan topluluğudur. Kongre çoğunluğunun Başkan’a mutlak bağlılığının ve aynı zamanda ona bağımlı olmasının nedeni işte budur. Öte yandan bu bağlılık silahlı kuvvetlerin güvencesi altındadır. Uzun süre, başkanları iş başına getiren ve iş başından uzaklaştıran ordu olmuştur; bu yüzden başkanların ilk kaygısı, ordunun desteğini sağlamak ve bu destek ile Kongre’ye boğun eğdirmek olmuştur.”  Bu da gösteriyor ki, eğitim düzeyi aklı kullanacak seviyede olmayan topluluklarda, Başkanlık Sistemi istenmeyen ve beklenmeyen sonuçlar doğurmaktadır.

Halkın çoğunluğu dini inancı gereği, bir kurtarıcı (mehdi) beklemektedir. Çünkü İslam coğrafyasında zaman zaman sıkıntılı dönemler geçirilirken hep bir kurtarıcının geleceğine inanılmış ve o kurtarıcı da hep gelmiştir. Dolayısıyla halk hala bugün bu kodların etkisi altında yaşamını sürdürmektedir. Bu çoğunluk; Tanrı ile irtibat kurduğuna inandığı, evliya diye nitelendirdiği şeyhler, vekiller, müritler dünyasında; akla, ilime ve bilime yer vermemektedir. Çünkü seçtiği Başkan’a (kurtarıcısına) kutsiyet atfedecek, ona gönüllü kulluk yapacak, her türlü zorbalığına ve diktatörlüğüne de Tanrı adına razı olacaktır. Bugünkü siyasal iktidar mensuplarının eğitim durumu, dünya görüşü ve yaşama biçimi göz önüne alındığında; ülkemizi ve milletimizi nasıl bir felaketin beklediğini, içinde bulunduğumuz siyasal durum açıkça ortaya koymaktadır. Bunların başkanlık sistemini önermesi ve istemesinin, muhalefetin de bir kısmının buna çanak tutmasının ardında yatan sosyal psikolojik sebepler, yukarda da belirttiğimiz dini inanışlarımız ve kültürel kodlarımızda yatmaktadır.
Bütün bu sebepleri göz önüne aldığımızda, ülkemizde Başkanlık Sistemi’nin uygulanabilir ve yaşanılabilir bir sistem olmadığını düşünmekteyiz. Bu nedenle Türkiye’de parlamenter demokratik sistemin dışında herhangi bir sistemin; bizi böleceğine, parçalayacağına ve küresel güçlerin Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) gereği olarak Federatif yapılara, Kantonlara, Özerk uygulamalara dönüştürüp, ülkemizde kargaşa ve kaosa sebep olacağını düşünüyoruz. Dolayısıyla ülkemizde Başkanlık Sistemi’ne karşı çıkmaktayız!
 

KAYNAKÇA:
1. Maurice Duverger “Siyasal Rejimler” Çev: Teoman Tunçdoğan
2. Fred Riggs
3.
Dana D. NelsonBad for Democracy
4. Kemal Gözler, “Bir Karşılaştırmalı Anayasa Hukuk İncelemesi”
5. Doç.Dr. Ayşe Tülin YÜRÜK “Anayasa Hukuku”


Hüseyin ÖZCİHAN