İyi düşünülmemiş siyasetlerin bedelini millet öder. Bunun en açık örneğini çözüm süreci ve sonrasında yaşadık. Bir gün vahiy gelmiş gibi silahı bırakıp PKK ile masaya oturduk.Şehirleri,kasabaları terör örgütünün hizmetine sunduk,Apo'ya övgüler dizdik sonuç ortada.

Onun için siyaset aceleciliği kaldırmaz. Bedelini milletin ödeyeceği politikalarda çok düşünmek,teenni ile hareket etmek gerekir.

Bu çıplak gerçeğe ve ödenen acı bedellere rağmen geçmişten yeterince ders alındığını söylemek mümkün değil. Politikalar bir bir iflas ettikçe daha bir aculluk daha bir telaş göze çarpıyor. Yanlışı telafi etmenin aceleciliği ile daha büyük yanlışlar yapılıyor. Bu bana Stefhan Zweig'in Amok Koşucusu'nu hatırlatıyor. Malezya'da gözlenen bu hastalık daha doğrusu bu cinnet haline tutulan kişi , eline geçirdiği silahla önüne geleni vurur,doğrar,vurdukça,kan akıttıkça daha çok akıtma iştahı duyar. Vurur ve koşar,  sonunda ya vurularak durdurulur ya bir at gibi ağzında köpükler gelerek çatlayıp ölerek kendisi durur.

Son bir kaç yıldır Türkiye siyasetini yönlendirenler Amok Koşucusuna benziyor. Aniden bir karar alıp ardından son sürat koşuyorlar. Önlerine çıkıp ellerini açarak durun bu çıkmaz sokak diyenleri hain,iş birlikçi,şucu,bucu diye çiğneyip geçiyorlar. Ta duvara çarpıncaya kadar.

Bahçeli'nin önerisi ile birden bire  Suriye'yi,Kıbrıs'ı,Ege'de Yunan'ın işgal ettiği adaları,PKK terörünü unutarak Başkanlık sistemine kilitlenmeyi de bu cümleden sayabiliriz. Bir ülkenin sistemi tıkanırsa elbette bunu açmak için yeni çareler arayabilir. Ama bunu yaparken siyasi yapıyı tepetaklak edecek konunun iyi tartışılması,artı ve eksilerinin iyi hesaplanması gerekir. Böyle bir politika değişikliği için, önce gerçekten böyle bir ihtiyacın olup olmadığı,varsa sistem değişikliğinin bu ihtiyacı giderip gidermeyeceği en sonra da değişikliğin ne getirip ne götüreceği konuşulur. Bunların herhangi birinin yeterince konuşulduğu söylenebilir mi? Türkiye zaten uzun zamandır Başkanımsı bir sistemle yönetiliyor,çareyse şimdiye kadar niye çare olmadı?

Bu tip sistem değişikliklerinde en çok dikkate alınması gereken toplumsal rızadır. Gerçi bugün medya yoluyla  fabrikasyon olarak -rıza üretimi- yapılmakta,insanlar kolaylıkla bir uçtan başka bir uca sürüklenmeye ikna edilebilmektedir.  Medya'nın rıza imalatındaki rolüne rağmen seçilen yol toplumsal sorunları çözecek imkan ve araçlara sahip değilse rızanın yerini kısa zamanda hoşnutsuzluk ve siyasete yabancılaşma alabilmektedir.

Bugün Anayasa değişikliği gibi bir konuda toplumun yarısının rızasının olmadığı,bu değişiklikle birlikte bazı çevrelerin kendilerini siyasetten dışlanacağını düşündüğü bir vakıadır. Gerçekten de partili bir başkanlık, devleti partileştireceği için o çerçevenin dışında kalanları siyasetten ve devletten uzaklaştıracaktır. Bunun çarpıcı örnekleri İslam tarihinde de vardır. Bazı tarihçiler Hz.Osman(R.A.) katledilirken Medine ahalisinin(Özellikle Ensar'ın) sessiz kalmasını,Hilafetin Kureyş'in mülkü gibi ele alınıp, siyasetten dışlanmalarına  bağlamışlardır. Yönetimi belirleme iktidarı olmayanlar, yönetime karşı bir sorumluluk da hissetmemektedirler.Toplumun yüzde 60,yüzde 40 oranlarıyla sağ sol siyasetlere bölündüğü bir ülkede sol iktidarı belirleme imkanını kaybeder ve bir müddet sonra siyasetten ve dolayısıyla sistemden dışlanır. Siyası dışlanma sadece siyasetle sınırlı kalmaz milletleşme,bütünleşme sürecini de akamete uğratır.Siyasi katılım aynı zamanda bir bütünleşme ve uluslaşma aracıdır. Bunun içindir ki Türkiye  bilinçli olarak  Kürt kökenli vatandaşlarımıza hitap eden partileri hep açık tutmaya çalıştı. Bu sistemle Başkan'ın partisinin dışındaki partilerin hepsi silinecek,büyük bir kitle iktidar olma umutlarını kaybedecektir. Sistem ne kadar az kapsayıcı olursa o kadar çok sorun üretir.Keşke, patlayan bombalar,Güneydoğu'dan,Suriye'den gelen şehit cenazeleri yüzünden,  makul düşünme imkanının kaybedildiği bir dönemde toplum hayatı için böylesine önemli bir değişiklik için bu kadar acele edilmeseydi.