Pekin’in 1980’lerde başlattığı ekonomide liberalleşme ve dışa açılım politikası başta ABD olmak üzere kapitalist ülkelerce desteklendi. Ekonomik liberalleşmeyi siyasi liberalleşmenin takip edeceği ve Çin’in ekonominin yanında siyasi olarak ta ABD liderliğindeki uluslararası düzene intibak edeceği düşünülüyordu. Trilyonlarca dolar tutarında yatırım yapılan Çin, yüksek büyüme oranları yakaladı. Çin 2010’ların başında, dünyanın ikinci büyük ekonomisi pozisyonuna gelmişti ve büyümeye devam ediyordu.

Ama Batının beklediği olmadı yani demokrasi ve insan hakları gibi konularda en ufak bir iyileşme gerçekleşmedi. Çin hem yakaladığı büyüme performansı hem giderek artan savunma harcamaları hem de başlattığı dışa açılma siyaseti yüzünden ABD’nin başlıca rakibi pozisyonuna gelmişti. Şangay İş birliği Örgütünün kurulması, Rusya ve İran’la geliştirilen stratejik ortaklık ve iki devletin donanmalarının özellikle Güney Çin Denizinde sürekli karşı karşıya gelmesi rekabeti düşmanlık seviyesine çıkardı. Pekin 2010’ların başında yaptığı değerlendirmelerde büyümesini ve güçlenmesini engelleyebilecek faktörleri ve bu faktörlere karşı alması gereken tedbirleri yeniden belirledi. Çin açısından en büyük potansiyel tehdit, Güney Çin Denizinin ABD ve müttefikleri tarafından kapatılmasıydı.

Güney Çin Denizi, Akdeniz’in 1,5 katı büyüklüğünde. 3,5 trilyon dolarlık ticaret hacmi var. Toplam deniz taşımacılığının %40’ı buradan geçiyor. Çin enerji ithalatının %80 ve toplam dış ticaretinin %40 kadarını Güney Çin Denizi üzerinden yapıyor. Güney Çin Denizinin kapatılması, Çin’in üretim yapamaması yani ekonomik açıdan çökmesi demek.

Bu nedenle Pekin; Filipinler, Malezya, Bruney, Tayvan, Endonezya, Singapur, Kamboçya, Tayland ve Vietnam’ında kıyıdaş olduğu Güney Çin Denizinin tamamında hak iddia ediyor. BM’ye göre, bir adada hak iddia edilebilmesi için, o adanın doğal, yaşanabilir olması ve batık olmaması gerekir. Çin, Güney Deniz’indeki onlarca batmış adayı yüzeye çıkardı, onlarca kayalığı da suni eklemelerle büyütüp ada haline getirdi. Sonra adaların üstüne askeri tesisler inşa etti. Adalar vasıtasıyla, denizin tamamında hak iddia ettiği gibi, askeri olarak ta pozisyonunu güçlendirdi. ABD’de, Güney Çin Denizi ve civarında konumlandırdığı filolara sürekli askeri harekatlar yaptırıyor. İki tarafta birbirlerini devamlı taciz ediyor. 

Güney Çin Denizinin tek çıkışı Malakka Boğazı. Pekin, ABD’nin ilerleyen süreçte, bir bahaneyle kendisini denizden, Malakka Boğazını kapatarak ablukaya alabileceğini öngörüyor. Böyle bir durum olduğunda ekonomisinin çökmemesi için alternatif stratejileri uygulamaya koydu. ‘’Bir Kuşak Bir Yol Projesi’’ bu riski minimize etmek amacıyla başlatıldı. Bu projeyle Pekin, herhangi bir abluka olduğunda, uluslararası pazarlara, hammadde kaynaklarına kara ve demiryoluyla ulaşmayı planlıyor.

Karayolu ve demiryolu, denizyoluna nazaran hem çok pahalıdır hem de nakliye süresi uzundur. Ayrıca Çin’in onlarca devasa limanı var. İstediği her yere ulaşabiliyor. İlaveten yüz milyarlarca dolar harcayıp yol ve demiryolu yatırımını, abluka olasılığını bitirmek için yapıyor. Çin, pazarlara ve hammadde kaynaklarına karadan ulaşabildiği takdirde, ABD ona denizden abluka uygulamaz. Sonuç alamayacağı bir şeyi yapmaz. Kaldı ki, abluka uygulasa bile, Çin ticaretine devam eder. Sadece nakliye maliyetleri artar. Belki bazı ürünlerde rekabet gücünü kaybeder. Bu proje, Çin’i ekonomik açıdan güvenceye alıyor.

Pekin’in, Rusya ile birlikte, küresel ısınma sayesinde başlattığı Kuzey Buz Denizinden seyrüsefer yapma projesinin de amacı, Güney Çin Denizine alternatif güzergâh oluşturmak. Kuzey Buz Denizi yakın tarihlere kadar buz kaplıydı. Yani ulaşım mümkün değildi. Küresel ısınma nedeniyle büyük buz kütlelerinin erimesi ve buz kırma gemilerinin faaliyetleri sayesinde her sene daha fazla gemi Kuzey Buz Denizini kullanıyor. Kuzey Buz Denizi, hedeflendiği gibi sürekli faal hale getirildiğinde, Çin’in dış ticaretinde ve enerji temininde Güney Çin Denizinin ağırlığı azalacak. Çin; Avrupa’ya, Latin Amerika’ya ve Afrika’nın kuzeybatı kıyılarına daha düşük maliyetle ve daha çabuk ulaşabilecek.

Pekin’in 2010’larda hızlandırdığı dışa açılma stratejisinin de temel amaçlarından biri, ABD’nin uygulayabileceği ambargo ve ablukalara karşı riski dağıtmak. 2024 yılı itibariyle Çin; Avrupa, Latin Amerika, Uzak Doğu, Afrika ve Orta Asya ülkelerinin majör ticari ortağı. Dünyanın geri kalanında da aynı pozisyona gelmek için hummalı bir gayret içinde. Neticede ABD ve müttefikleri her yere ambargo uygulayamazlar. Kaldı ki ABD’nin ve Avrupa ülkelerinin farklı nedenlerle Çin’e uyguladığı yaptırımlar uzun ömürlü olamıyor. Zira bu yaptırımlar, yaptırımı uygulayan ülkelere Çin’den daha fazla zarar veriyor.

Çin’in enerji ithalatında, deniz yolunun ağırlığını azaltarak nakil hatlarının ağırlığını artırma stratejisi de aynı sebepten kaynaklanıyor. Bu strateji uygulamaya koyulduktan sonra Çin; Rusya, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın en büyük müşterisi haline geldi. Bu ülkelerden Çin’e çok sayıda petrol ve gaz nakil hattı inşa edildi. Ukrayna savaşından sonra Rusya’dan yeni hatların yapımına başlandı. İran, Hindistan ve Pakistan’ın katılımıyla Şanghay İşbirliği Örgütünün güçlendirilmesi, BRİCS’in çok sayıda güçlü ülkenin katılımıyla tahkim edilmesi ve savunma harcamalarının katlanarak artırılması Çin’in süper güç olmak için uyguladığı diğer stratejiler. Pekin, hedefini ve bu hedefe ulaşmak için uygulaması gereken stratejileri belirlemiş ve kararlılıkla uyguluyor. Peki ya ABD ve AB? Onlar içinde aynı şeyi söyleyebilir miyiz?