Türklüğün düşmanı çoktur. Hatta etrafındaki sair milletlerden herkes Türk Düşmanlığını bir menba-ı hayat görür; Ermeni, Rum, Kürt ilh.. farketmiyor! Varolmak için tarihle boğazlaşarak bugünlere adım atıyoruz; doğu ve batı mefkuresi arasında debelenişimizi buna yorsak gerek. Yoksa koca siyasi tarihimiz sağ-sol kör döğüşüne gömülüp kalmazdı. İşte bizler tek çıkar yolu Türk Ülküsünde görenleriz; o sebep dünya görüşümüz her zerresinde Türklüğe matuf izler ve akıl yürütmeler dairesindedir.

“Maskara bir kavim” (18 no’lu df. Sf 29)

Atatürk’ün değişiyle.. yani Yunanlılar, bu topraklardan çekileli henüz 1 asrı dahi doldurmadık. Yine Başbuğ Atatürk’ün o haklı tespitinde Yunanla değil, dönemin en büyük emperyalist gücü İngiliz’le cebelleştik. Bugün bilelim ki tarihimiz ve o tarih içinde en kıymetli derinliğe haiz Milli Mücadele dönemi şimdiki hafzalamızdan çok uzaklarda, unutulmuş vaziyettedir.

Mustafa Kemal: “Kimsenin namı altında hüviyetimizi, ırkımızı unutamayız!” (18 no’lu df. Sf 24)

Hiçbir kavim; Arap şu bu.. hiçbir dini ve mezhebi telakki; Şii, Sünni.. ve ideolojik kaygı milli benliğin üstünde olamaz. Eğer ki bunlar “olabilir” kanaati hâsılsa, işte 15 Temmuz gibi bir girişim ve beş para etmez bir iktidar gerçekliğinin sancısında kıvranır dururuz.

Cumhuriyeti kuran babalarımızın meramıyla bugünün “acayip” ahvali çok ibretliktir. Fedakârlık ve kan üzerine kurulan bir devletin kurucusu ve milletin kurtarıcısı Atatürk, ricalin ve ahalinin kendinde bulunması gerekli ahlak vasıflarını tespit eder: “Vatanın atisini, milletin haysiyet ve namusunu muhafaza etmek umde-i esasiye olmalıdır.” Öncelik milleti ve devleti düşünmekten geçer. Başbuğ Atatürk’e göre ilim ve eğitim “salt” kurtuluş reçetesi değildir; bilakis her işte toplumun namuslu, faal ve bilinç sahibi yapılabilmesi lazım gelen iştir. İşte Mustafa Kemal’in bu nevi mirası ötelenmiş ve Türk toplumuna anlatılamamıştır ki vaziyeti pür melalimiz ortalıkta durur. Kendine (Kutsalı) referans göstererek 15 yıldır iktidarı elinde bulunduran güruhun memleketi getirdiği hal malumdur.

Sait Mollalardan kurtulamıyoruz; Kürt Tealiciler ve Arapseviciler etrafta fink atıyor. Kamu topluma, işçiye, köylüye, esnafa şu bu inancı taşıyan Türklüğe karşı gösterilemeyen muhabbet; etnikçi, mezhepçi fücura karşı gösteriliyor. Atalarının kanı oluk oluk akmış, şimdi bölücü Kürtçülükle can hıraş mücadele veren bir milletin 15 Temmuz’la yetinmeyip teyakkuza devam etmesi gerekir. Azami dikkat gösterilmesi gerek husus, şu Dinci Bezirgânlığa verilen müsamahanın terk edilmesi ve Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkılmasıdır. Günümüz Türkiye’sinde Cumhuriyet, Atatürk ve Türkçülük layığı veçhile takdir edilemiyorsa kabahat kimdedir? Elbette halkta aranamaz! Cumhuriyet erdeminin hatmedilememesinde sorumluluk “bu” umdeleri kendilerine mâl edenlerdedir.

CHP jakobenizmi.. darbeler, sağcı iktidarların bireyci-egoist piyasa ideolojisiyle 60 yıldır idraki dövülen halkın geldiği nokta şaşırtıcı olmasa gerek. 100 yıl öncesi ve daha ötelere değin Türk mahcupluğu el-an devam ederken Türklüğü ve Türk karakteristiğini aksiyon haline çevirmeden ayağa kalkmamız düşünülemez.  Bunun yolu siyasetten mi geçer? Yoksa başka bir şekilde.. eğitim, kültür, stk gibi uzun soluklu süreçlerle mi iktiza etmeliyiz?!. 1920’lerin, hatta 1980’lerin Türkiye’sini geride bırakalı çok oldu; elbette tepeden inmeci dikte buyruklarla bir toplum dönüştürülemez. Fakat kendi özgün kaynaklarına yabancılaşmış Türklüğün aculturalasyona tabi tutulması, sakat mezhepçi taassup ile Arabesk hayata özendirilmesi daha vahim bir durum. Nişantaşı ile Çarşamba semtleri arasındaki derin makası hepimiz bilmekteyiz. Bu makas farkının kapanması zor değildir; ortak değerler ve sömürüye karşı diğerkâmlık hissiyatı bir yerlerde dolaşmaktadır. Sadece ortak kavramların ve aynı dilin konuşulması esası gerekli. İş bu gerekliliğin derin Türk Kültüründe bulunduğunu izah ve ispat edememekliğimiz en derin açmazımız.

Geniş bir pencereden dünyaya baktığınızda her şeye rağmen doğu ve batının yakınlaştığını görüyoruz. Tercih midir? Hayır, belki bir mecburiyet... Bilişim çağının getirisinde, sermaye ve teknoloji yoğunluklu bir dünya karşımızda duruyor. Çin ile Türkistan, Rusya ile Kırım ve Suriye, Amerika ile Irak ve Suriye ikilemleri arasında başını doğrultmak isteyen bir Türkiye! Kürtçülükle uğraşan, darbenin teğet geçtiği, yolsuzluğun, ahlaksızlığın, arsızlığın taban yaptığı bir Türkiye... Otobüste etek giydiği için tekmelenen bir kızın yaşadığı ülke! Her gün gelen şehit haberleri... İşimiz kolay değil. İki mesele bizi bekliyor; hem çağa hem de özümüze dönüş davası. Bu bir misyondur. Misyonu öyle ya da böyle taşımaya çalışan kurumların sıhhati çok önemli bence. Türk Ordusu, Milliyetçi-Türkçü her nevi yapıların yıpratılmaması gerekli… Türk Ülküsünü taşıyanların daha derin bir ağ örmesi gerekiyor; zor olmakla birlikte sermaye, üretim gücü, ilim ve popüler kültürü yönledirme, inisiyatif alma yeteneğini geliştirmeden ideolojik-siyasal varyantın başarısını beklemeyelim.

Sonuç itibarıyla her çağda kendini yenileyebilen Türklüğün günümüz meselesi, 2000 yıllı bulan bağının coğrafi, kültürel ve felsefi kavramlarının yeniden ihya etmesiyle alakalıdır. Saydığımız bağlarla aramızda derin bir kopuşun bulunduğunu düşünenlerdenim. Türk yaşadığı her nereyse orada güçlü olmaz zorunda. Türkiye, Azerbaycan ve diğerleri… Kendi Rönesansımızı gerçekleştirmeliyiz. Bu hamle Mustafa Kemal ile başlamıştı.. ve hala o başladığı noktada durmaktadır.

TANRI TÜRK’Ü KORUSUN!