İşte o mektup;

Sayın Akşener;

Size “abla” diyenler, “hanım” diyenler, “başkan” diyenler ve hatta “anne” diyenler var, biliyorsunuz ben bu sonuncu sınıftanım. Ancak bu mektubu şahsım adına değil, herhangi bir neferi olarak payıma düştüğünce temsil ettiğim bir kitlenin mensubu olarak, onlar adına yazıyorum. Bu yüzden mektubum boyunca hitabım Sayın Akşener olacak.

Yeni bir oluşum olacağı belli. Sizin de 2015’ten bu yana süregelen macerada buna önderlik edeceğiniz eşyanın tabiatı gereğince tayin edilmiş bir şey desek yanılmış olmayız. Biz bu yeni oluşumu istiyoruz, arıyoruz, özlüyoruz. Bu istek, arayış ve hasretin arkasında ta Tanzimat’tan bu yana birikmiş, kimi zaman fiile dökülmüş, çoğu zaman akim kalmış, hayal kırıklığı yaratmış ve nesilden nesile tevarüs etmiş bir dolmuşluğun, potansiyelin tesiri de var. Ama en çok bugünün, bizim takribi 70 sene süreceği beklenen, sıradan hayatlarımızın güzel, şerefli ve özgür geçmesi isteğinin etkisi var.  

Biz artık gölge dövüşü istemiyoruz. AKP’nin yöntemlerini kullanarak AKP’nin sureti olmak istemediğimiz kadar, gereksiz semboller, putlar, ikonlar üzerinden birbirimizi üzmek, kırmak, namuslu ve takdire şayan arayışımıza gölge düşürmek, kendi elimizle kendimizi hayal kırıklığına mahkum etmek istemiyoruz. 

Sayın Akşener;

Ahlaksız lafların ve icraatlerin siyasetin “normali” kabul edildiği, “siyaset budur kardeşim” diyerek aklandığı, yoz, medeniyetsiz politikacı figüründen usandık. Hem devlet tarafından, hem partilerimiz tarafından vatandaş ve birey değil, maraba görülmekten; elimizle makam sahibi yaptığımızın görev icabı, o da çoklukla eksik ve yanlış, yaptığı şeyleri bize “lütuf” sunmasından nefret ettik. Ve görüyoruz ki, sorun yapısaldır, ben gibi yüz binlerce, milyonlarca genç bu yüzden ümitsiz ve kılını kıpırdatmıyor, ama sizde bir ışık görüyor. Bizim bu arayışımız sizde manifesto edilen bir uyanışa dönüşürse, yalnızca sizi Türkiye’nin yahut siyasetin önemli bir figürü, başkanı haline getirmez, memleketin gelecek yüzyılını kurtaracak bir nesil, anlayış ve ahlak yaratma şansımız doğar.

"İdealsiz cemiyetlerde; ihtiyar ve yatalak, uyuşuk ve mıymıntı cemiyetlerde gençlik, davasız ve teşkilatsız bir parazit sürüsüdür.  Bütün ateş çağı, dinamizm ve kahramanlık çağı evle okul, kahveyle okul arasında geçen bu şaşkın ve avare yığınının başı omuzlarının arasına kaçmış, bakışları ürkek ve solgun, sesi kısıktır. Talimatnamelerin demir korsası, geçim zoru ve imtihan kâbusu içinde beyni karmakarışık bilgilerin ve ihtiyaçların antreposu haline gelmiştir. Bu yığın memleket davalarını alçak sesle konuşur ve hiç birinde faal rol almaz. Ona bir tek hedef gösterilmiştir: diploma. Bunu ele geçirinceye kadar o, ezeli ana kuzusu, istiklâlinden mahrum, sosyal bir rol sahibi olmaktan mahrum bir tufeylidir ve… Adam değildir. "

Peyami Safa’nın yıllar önce böyle bir incelikle tarif ettiği sorunumuz, bugün çok daha ciddi bir şekilde geçerlidir. Bizler adam olmak, vatandaş olmak, birey olmak; kendimizden başlayarak çevremize, ailemize, ülkemize ve insanımıza faydalı olmak istiyorsak da, kafamızı gündelik yaşantımızda, heves ettiğimiz zaman siyasette, sivil örgütlenmede yahut iş hayatında sürekli tosladığımız duvarlar, hayal kırıklığına sürüklüyor. Kimimiz bunu daha dişli, daha sivri ve fevri bir siyasi üslubu benimseyip marjinalleşerek aşmaya çalışıyor, kimimiz boş vererek. Bu veçhile omuzlarınıza yakın tarihimizin kabul edin ya da etmeyin, insanlar sizi layık görsün ya da görmesin, hatta siz bunu isteyin ya da istemeyin, yüklediği misyon, bizi adam etmektir. Bize öyle bir alan yaratmalısınız ki, kendimizi gerçekleştirebilip bu müstakbel oluşumdan başlayarak, derece derece ideolojimize, ülkemize ve insanlığa faydalı “adam”lar haline gelebilelim.

Sayın Akşener;

Biz Türk milliyetçilerinin bir “getto” derdi vardır. İrfanıyle yahut ilmiyle bir şekilde milliyetçi görüşe gelmiş, ancak mevcut milliyetçi kurumların ahlaksızlığı, iticiliği, iş bilmezliği, kültürsüzlüğü yahut başka marazları nedeniyle kendisine milliyetçi demeyen, yahut örgütlenme içerisinde yer almayan, tekil ve dolayısıyla faydasız kalan milyonlar var. İletişim bilimindeki “suskunluk sarmalı” kuramı gibi, onlarca tekil genç, genç yetişkin ve orta yaşlı, bir araya geldiğinde büyük bir potansiyel yaratacak halet-i ruhiyeyi paylaşsa da, ideolojik olarak adı konmadığı, kurumsal olarak gönlü geniş, ihata edecek bir yapı olmadığı için, tekillerin kalabalığını yaratıyor. Kalanımız da gettonun içinde mutsuz, sürekli karşılaştığı çelişkileri aşma çilesiyle savruk, el yordamıyla çıkış yolu arıyor. 

Kuracağınız yapının rahmetli Başbuğ’un “Türk Milleti’ne Bizans’tan geçen bir hastalık vardır…” diyerek tarif ettiği ve Türk Milleti’nin sigortası olan milliyetçilere de tesir ettiği için tedavisi imkansız gibi görünen marazlardan uzak bir yapı olması, en büyük talebimiz. Bunca insanın kalabalık ama tekil olmasına, topluluk oluşturup toplum oluşturamamasına neden olan bu yapısal maraz ortadan kalktığında, tarihin gördüğü en fiyakalı, en nitelikli kadroyu birkaç ay içerisinde oluşturmanız işten değildir. 

Yıllardır her yerde hayal kırıklığına uğrayıp örselenen, kinlenen yahut moral bozukluğuyla gevşeyen bu kitleye bu gerçek ve temel ihtiyacını karşılayarak hitap ederseniz, bir yeni oluşumun gerektirdiği her şeyi pek az emek harcayarak elde edebileceksiniz. Paranız mı yok? Bu insanlar para bulur. Örgütlenmeniz mi yok? Bu insanlar, 90 ruhuyla MHP’yi iktidara taşıyan o ikinci silkinişi hala hatırlayan insanlar, ihale beklemeden bir oluşumu sırtında taşımayı bilen insanlar. Niteliğin ve yeteneklerin teksif edildiği bir camia, mutlaka maddi değerini de yaratacak, bu tür fiziki sorunların üstesinden ustalıkla gelecektir.

Sayın Akşener;

Türkiye yıllardır Altanların, Ilıcakların, Barlasların, yeni türeyen Genç Sivillerin, ağzı bozuk tetikçi kalemlerin dar alanda kısa paslaştığı, bir dargın bir barışık birbirini yargıladığı, nöbetleşe hürriyet kahramanı olduğu bir ülke. Biz “sıradan” Türk milliyetçilerinin en büyük derdi belki de bu; adını koyamadığımız, şöyle bir defada kısa ve etkili cümleyle tarif edemediğimiz bir şey. Bu memleketin istiklali kadar memleket insanının hürriyetini biz önemsiyoruz ama, bir tuhaf vasatlar oligarşisinde, kimisi yurtdışı bağlantıları, kimisi şeyhi, kimisi eşi, kimisi parası vesilesiyle bir yerlere gelmiş kalemşörlerin hâkim ve alternatif değiştikçe kâh muktedir adına, kâh sözde mağdur adına birbirine dil uzattığı, köydeki dedemizi, okuldaki arkadaşımızı, ofisteki meslektaşımızı ilgilendirmeyen gündeminde yerimiz yok; üstelik bu tipler, ne yapıp edip, her dönem hürriyet kahramanı olabiliyor. Bizim de bir gündemimiz var, yalnız Türk milliyetçilerinin değil, bu memleketin sıradan, herkes kadar iyi, iddiasız insanlarının gündemi; biz size bu misyonu yüklüyoruz. Bizim siyasetimizi yapın, bu ülkenin görünür yüzünde biraz da biz olalım. “Mala davara faydası olan” şeyler konuşalım, konuşurken çıkar, ihale, denge gözetmeyelim, bir kez olsun memlekette bizim gibi “memleketin ortalama iyisi”ni temsil eden insanlar gündemi belirlesin. 

Kentli, medeni; insanların dini, rengi, anadiline aldırmadan hukuka, bir arada yaşama inceliklerine, üretime, emeğe inanan, alnı secdeye değdiği için değil, inandığı ve onayladığı için oy veren bir kitle var ve zamanın ruhunun sürükleyiciliğinde, bu kitlenin oranı her geçen yıl artacak. Bu görmezden gelinen, her partinin öncelik sıralamasında son sırada bulunup, hep kerhen, mecburen oy tercihi yapan kitlenin gizli gündemi, vaktiyle AKP’yi iktidara taşıyan rüzgarın temelini teşkil eden “dışlanmış dindarın gizli gündemi” tesiri yapacaktır, Türkiye’de yeni, kuşatıcı bir milliyetçi retoriği iktidara taşıyacaktır. En büyük korkumuz, bu kitlenin potansiyelini fark edip bunlara hitap edenin HDP gibi suret-i haktan görünen, terör ilintili, her türlü adi, yüz kızartıcı yahut vatani suç ve ihanete imza atmış insanlara kanaat önderi muamelesi yapan oluşumlar olmasıdır. 

Sizden 2019 gibi tarihlere dair, kısa vadeli beklentilerimiz yok. Varsa da, diğer beklentilerimizin yanında daha önemsiz. Zira bizler aşağı yukarı bir 50 sene daha bu memlekette yaşamayı planlıyoruz. Önümüzde uzun bir zaman var ve korkuyoruz: Bizi “yerli ve milli” zorbalara yahut kalaşnikof gölgesinde özgürlük tellallığı yapanlara mahkum etmeyin. Herkesin içtiği sudan içmeyi reddeden aklı başında Türk gençliğine kısa vadeli siyasi hesaplar değil, 50 yıl sonrasında da memleketin siyasetine, dolayısıyla ekonomisinden kültürüne; her boyutuna tesir edecek bir vizyon ve vaat lazım. Siz bu vaadi sunabilirsiniz. 

 Sayın Akşener;

Arkanızda gerek örgütlü, fiili biçimde olsun, gerek sempatisini beyan ederek olsun toplanan kitle, bu ülkenin en güzel, en namuslu, en müspet kesiminin çok büyük bir kısmını içeriyor ve daha da genişleyip farklı kamu nişlerini ikna etmeye muktedir. Akla zarar uygulamaların ortasında, devletin başına cemaatleri bela edenleri de, o cemaatlerin darbe kalkışmasıyla ve ona kalkışanlarla sınırlı kalmayan zararlarını da gören ve unutmayan, düşman gördüğünün bile uğradığı haksızlığa vicdanı elverip de oh olsun diyemeyen, bir zaman sosyal medyada belki biraz sakil ve naif görünse de, asgari müştereğimizi basit, ilkokul çocuğunun diliyle tarif ederek anlatan o paylaşımın ruh halini özetlediği insanlarız biz: Dinimizi sevmek için AKP’ye, milletimizi sevmek için MHP’ye, Atatürk’ü sevmek için CHP’ye mecbur değiliz.

Sayın Akşener;

Size bu işin bir başka boyutunu hatırlatmak isterim: Geçen gün ömürdendir. Zaman geçiyor, ve aleyhimize işliyor; geçen zamanda memlekete bela olan ne kadar odak, kurum, yapı varsa güçlenir ve hesaplarını işleme koyarken, biz, bu kalabalık ve müspet kitle, etkisiz kalıyoruz; zira örgütlü ve kurumsal değiliz. Üstelik bir görünür amaca ulaşamamanın yarattığı hayal kırıklığı bizi bazen birbirimize düşürüyor, umutları sönüp düşmana teslim olanlar, marjinal yollara sapanlar oluyor. Yalnızca benim çevremde böyle onlarca sabık dostum var. Bir süre daha görünür kazanımlara erişen, bir iş yaptığını fiziki olarak da idrak eden bir yapı ortaya koyamazsak, Cumhuriyet tarihinde ender görülmüş ve muhtemelen zulmün hayasızlığı ve ağırlığı nedeniyle ortaya çıkmış bu potansiyel, dağılıp gidecektir. İşte, bu potansiyeli kendi lehine kullanmak isteyen onca menfi yapı, odak, yapı var. Siz yıllardır insanların üst ya da alt şuurlarında, ancak bir Türk milliyetçisinde manifesto edilebileceği kanaatine varılmış bir toplumsal konsensüsü temsil ediyorsunuz. 

Aza, kısa vadeliye, geçiciye odaklanmayın. Gözünüzü yükseğe, uzağa dikin ve bize mutlu olacağımız, kıymetli ve ortaya koyduğumuz iş ve emek nispetince güçlü, yetkili olacağımız bir yapı verin. Siz bizi adam edin, biz sizi başkan yapalım.

Saygı ve sevgilerimle;

Bayramınız şimdiden kutlu olsun.

M. Bahadırhan Dinçaslan

Editör: TE Bilişim