03.04.2013 Tarihli Köşe Yazım (5 Ocak Gazetesi - Adana) Bugün Bir Kez Daha Aynen Yeniden Yayınlıyoruz.  (İsmail Göktürk)

Sayın Başbakan'ın emir ve talimatlarıyla İmralı'da ki BEBEK KATİLİ CANİ, bir numaralı muhatap kabul edilmiş, bu bağlamda devletin istihbarat örgütü yoğun bir biçimde Öcalan'la görüşmeler yapmış ve halen bu görüşmelere aralıklarla devam edilmektedir. Öcalan'ın talimatıyla, cezaevlerindeki ölüm oruçları sona erdirilmiş, Paris cinayetleri için düzenlenen cenaze törenleri sessizce yerine getirilmiş, Nevruz kutlamaları olaysız geçmiş, kaçırılan kamu görevlilerinden bir bölümü serbest bırakılmış ve PKK'ya ateşi kesin ve sınır dışına çıkın talimatı verilmiştir.

Şimdi bizler ve PKK taraftarları dışında milletin tamamı soruyor... bütün bu gelişmeler Öcalan ve PKK'nın inisiyatifiyle ortaya konulan hareketlenmeler ve sonrasında gelişecek olan fiili durumlar karşısında bu hükümetten, bu devletten, ruhları çoktan muazzep olan şehitlerimizden ve bu milletten istenilen şeyler nelerdir? Milletin kahir ekseriyetinin sordukları karşısında Sayın Başbakan her defasında kızarak, ayrılıkçı bölücü örgüte hiç bir şekilde, hiç bir söz ya da taviz verilmiş değildir diyor ve ekliyor milletimin onaylamadığı hiç bir şeyi yapmayız, yapamayız.

Ne var ki, gelişmeler ve BDP - PKK retorikleri durumun hiç de Sayın Başbakan'ın söylemlerini teyit eder, doğrular nitelikte olduğunu göstermemektedir.Şöyle... Sayın Başbakan'a, CNN - Türk / Kanal D röportajında "PKK, neye karşılık çekilecek" diye soruluyor. Başbakan, Öcalan'a "verdiklerini" sıralıyor: 12 kanallı televizyon verdik. Jimnastiğini 3 günden 7'ye çıkardık. Arkadaşlarıyla günaşırı görüşüyordu, 'Her gün görüşsün' dedik. Benim verdiğim, vereceğim budur."

Başbakan'ın bu söylemi üzerine, BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, Serpil Çevikcan'a "(Erdoğan'ın sözleri) adada ki görüşmelerin mahiyetine, üzerinde mutabık kalınan konulara ve aşamalara dikkat edilmeden yapılmış bir konuşma; pratikte karşılığı yok" demektedir.

Yine, BDP Muş Milletvekili Demir Çelik, parlamentoda düzenlediği basın toplantısında, 5393 sayılı Belediyeler Kanunu'nda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifini TBMM Başkanlığına sunarak şunları söylüyor: Belediyeler Kanunu'nun AB Bölgesel Yerel Yönetimler Özerklik Şartı çerçevesinde düzenlenmesine rağmen yerel yönetimler idari ve mali özerklikten yoksundur. Demokratik bir yerel yönetim için Anayasa'nın 127. maddesi başta olmak üzere ilgili maddelerin yeniden düzenlemesi zaruriyeti vardır.

BDP Muş Milletvekili Demir Çelik, daha önce de Van'da yaptığı bir konuşma da aynen şunları dile getiriyordu...Geçmişte tüm Kürt siyasal dinamiklerinin, siyasi partilerinin dile getirdiği 4 temel talep vardı. Birincisi Kürt statüsünün güvenceye kavuşturulması. İkincisi, Kürtçe ana dil eğitiminin ve Kürtçe'nin kamusal alanda kullanılması. Üçüncüsü, siyasal tutsakların serbest bırakılması ve dördüncüsü ise eşitlikçi özgürlükçü sivil bir anayasanın hazırlanması.

Sayın Başbakan... İmralı görüşmelerinde ve sonrasında hiç bir şekil de, hiç kimseye, hiç bir şey söz verilmiş ve bu verilen sözler mutabakata bağlanmış değildir, diyor.Diyor ama daha aradan 1 hafta geçmeden şunları da söylüyor... "Güçlü bir Türkiye asla eyalet sisteminden korkmamalıdır. Eyalet yapılanması süratle kalkınmayı getirir. Bu güçlenme alametidir. Güçlü Osmanlı'da Lazistan eyaleti var Kürdistan eyaleti var. Güney de başka eyaletler var.

Sayın Başbakan, Güçlü Osmanlı'da Lazistan ve Kürdistan eyaletleri vardı, ayrıca Güney de başka eyaletler de mevcut du, diyor. Doğru ama, eksik... Osmanlı o dönem üç kıtada da hükümranlığı olan, Balkanların tamamına yakınına, Afrika'nın orta yerlerine ve Asyanın en doğu ucuna kadar nüfuz eden, yüzölçümü etki alanlarıyla birlikte 24 milyon km2'ye ulaşan devasa bir devlet konumundaydı. Türkiyenin bugün ki yüzölçümü ise 755.688 km'si (% 97) Anadolu'da, 23.764 km'si (% 3) Trakya'da olmak üzere sadece 780 bin km2 dir.

Üstelik Osmanlı, 1632 yılında yani hükümranlık alanının 24 milyon km2 ye ulaştığı dönemde "sancak sistemi" nden, fiili olarak "eyalet sistemi"ne geçmiş, 232 yıl sonra 1864 yılında eyaletler, vilayetlere dönüştürülerek bu sistemden vazgeçilmiştir. Osmanlı Devleti'nde ilk olarak toprak kaybı, Sultan II. Mustafa döneminde, yapılan Avusturya Seferi'nin yenilgisinin ardından imzalanan Karlofça Antlaşması'yla (26 Ocak 1699) olmuştur. Gerileme döneminin başlangıcı olan bu tarihten itibaren 200 yıl içinde, devletin yüzölçümü peyderpey küçülmüş ve bu süreç Sakarya Savaşlarına kadar devam etmiştir.

Karlofça'dan Sevr'e uzanan süreçte ise...  I. Dünya Savaşı sonrasında İtilâf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğuhükümeti arasında 10 Ağustos 1920'de yapılan anlaşma gereği Türklerin yaşama hakkı tamamen ellerinden alınmış ve vatan bu anlaşmayla açık bir şekilde, itilaf devletleri arasında pay edilerek millet esir edilmişti. Ne var ki, T.B.M.M bu anlaşmayı tanımadı ve kısa bir süre sonra alınan kararları imzalayıp, onaylayanların hepsini vatan haini ilan etti. Kurtuluş Savaşı'nın sonucunda bu büyük mücadelenin kazanılarak 24 Temmuz1923'te Lozan Antlaşmasının imzalanmasıyla birlikte Sevr faciası da bu şekilde geçerliliğini yitirmiş oldu.

Sayın Başbakan, sürekli olarak bana inanın, söylediklerime güvenin diyor.

Doğrusu Sayın Başbakan' a inanmayı canı yürekten istiyoruz. Ama Türkiye reel politiğinde PKK ve BDP söylemleri tam tersi şeyleri dile getiriyor. Daha 3, 4 gün önce BDP Eş Başkanı aynen şunları söylüyordu.

"Kürt halkının dünyadaki diğer bütün halklar kadar kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Hiç kimse 'Kürdistan bağımsız olamaz, Kürdistan birleşik olamaz' tezi ortaya atamaz." Şu anda Kürtlerin yaşadıkları ülkelerde kendi sınırları içerisinde özgün çözümler bularak, yaşamak durumundadır. Olur mu olmaz mı bilemeyiz. İlle olacak diye bir şart da yok. Olacaksa da bugünden bunun önüne kimse engel koyamaz. Ne BDP, ne KDP, ne PKK, ne YNK engelleyebilir. İlerde bağımsız Kürdistan olacaksa halk istedikten sonrada hiç kimse buna engel olamaz. Ama şu anda böyle bir programımız böyle bir projemiz yok. Hiçbir Kürdistan hareketin böyle bir yaklaşımı yoktur."

Bu satırların yazarının... ülkemizle ilgili, bu toprakların bölünüp, parçalanması ve bir kardeş kavgasının olası ihtimalleri karşısında derin kaygıları bulunmaktadır. PKK, BDP ve bunların muhipleri durmadan hep aynı şeyleri dile getiriyorlar. İmralı'ya özgürlük, Ana dilde eğitim ve Kürtçenin ikinci kamusal alan dili olması, demokratik özerklik yani kısmı otonomi ve tabi bunların ardından Türk - Kürt Fedarasyonu ve Konfedaral bir Kürt Devleti.

Yani fiili yeni Karlofça'lar ve Sevr' lerin bu topraklar üzerinde yeniden makes bulması.

Şimdi Sayın Başbakan'a soruyoruz... Sayın Başbakan'ım, fiili durum ve reel politik retorikler bu merkez de iken, bu toprakların bölünüp, parçalanması noktasında PKK, BDP ve yeminli muhipleri tarafından yeminler edilmiş iken bu milletin tamamına yakını tüm bu gelişmelerden nasıl kaygı ve endişe duymasın ve nasıl rahat olsun.