Türkiye gittikçe demokrasiden uzaklaşıyor. İktidar, 2010 referandumundan sonra -askeri vesayetten- kurtulduğuna emin olunca demokrasi,özgürlük,adalet söylemlerini bir tarafa bırakarak yasakçı,baskıcı bir siyaset izlemeye başladı.

Gazeteler tek tek  iktidarın  güdümüne sokuldu. Biat etmeyen veya etmeme ihtimali olanlar mali takibe alınarak vergi cezalarıyla sindirildi.

Çağdaş hukuk sistemlerinin hiç birinde olmayan bir yöntemle insanların mallarına el konuldu. Otuz,kırk yıl çalışarak küçük birikimler edinen insanlar sırf siyasi görüşlerinden dolayı aç -sefil bırakıldılar.

Bir insanın kendi alın teriyle kazandığına el koymanın İslam hukukunda da  yeri yoktur.

İktidarın uygulamalarından rahatsız olan, eleştiren,gidişatı iyi görmeyen, biraz sesini yükseltmeye başlayınca -örgüt davalarından- birinin içine atılarak içeri tıkıldı.

Konuşan bir toplum, gittikçe konuşamaz hale getirildi.

Referandum münasebetiyle yapılan kamuoyu araştırmalarında toplumdaki bu korkuyu net olarak görmek mümkün. Kararsızlarla,oy kullanmayacağını söyleyenlerin oranı neredeyse yüzde 35'leri buluyor. Hiç bir seçimde  oyunu söylemekten korkanların sayısı  bu orana ulaşmamıştı. Korkunun hüküm sürdüğü bir yerde kimse demokrasiden,İslam'dan,özgürlükten,adaletten söz edemez.

İktidar büyüyen kaygıları bastırabilmek için her zaman olduğu gibi İslam'ı bir propaganda aracı olarak kullanıyor. El altından Hilafet getirilecek söylentileri yayılıyor. Toplumun hilafetle ilgili algısı istismar ediliyor. Halbuki, Hilafet ne Kitap'ta ne sünnette hakkında en küçük bir nas olmayan, tamamen Arap siyasal kültürü sonucu ortaya çıkmış bir kurumdur. Bizdeki devlet başkanlığının,hakanlığın Arap kültüründeki  karşılığıdır. Sonradan kutsallaştırılarak dini anlamlar yüklenmiştir.Hilafeti kabul etmek dini bir kaideyi kabul etmek olmadığı gibi, ret etmek de dini bir kaideyi ret etmek değildir. Bugünkü dünyada siyasi işlevine bakılarak değerlendirilir.

Keza,bir parti,bir yönetim İslami kimlik taşıyor veya o iddiada bulunuyor diye eleştiri tenkit, muhalefet yapılmaz diye bir şey yoktur. Toplumda öyle yanlış bir kanaat yerleştirildi ki bir siyasi veya sosyal grup kendine İslami bir misyon biçtiğinde, onu eleştirmek İslam'ı eleştirmek gibi algılanıyor. Toplum  günah işlerim  kaygısıyla sus pus oluyor. Dinin kendisi ile din adına hareket edenleri veya ettiğini söyleyen istismarcıları ayırmak zorundayız. Aksi takdirde din, tüccarların elinde bir hayat nizamı ve kılavuzu olmaktan çıkarak bir pazarlama aracına döner.

Bırakınız falan partiyi,filan siyasetçiyi,  din adına çıkan,ona göre icraat yaptığını söyleyenler de eleştiriden vareste değillerdir.Zulüm haksızlık,yolsuzluk yapan,kamu malına tecavüz eden, şeriatçı da olsa, hem eleştirilir hem de cezalandırılır. Ancak bir çok Kurani kavram muhterisler  tarafından bağlamından çıkarıldığı için Müslümanlar en büyük haksızlıklar karşısında bile konuşamaz hale gelmişlerdir. Bu da zulmün, yolsuzluğun,adaletsizliğin artmasından başka işe yaramamıştır. Bu kavramlardan biri de yüce kitabımız Kuran'daki,  sizden olan ulul emre itaat ediniz, ayetidir. Bu ayet bazıları tarafından sizden olan, ne yaparsa yapsın itaat ediniz şeklinde takdim edilmiştir. Oysa Emevi'lere karşı ayaklanan İmam Zeyd bin Ali'yi, İmam-ı Azam hazretleri desteklemiştir. İmam-ı Maturidi ,bu ayette itaat edilecek   olarak belirtilenlerin, siyasi liderler değil, seriye komutanları (savaşta) ile fakihler olduğunu, aksi takdirde  ayetin zulüm yapan,yolsuzluğa bulaşan yöneticilere itaat olarak yorumlaması halinde  Allah'a(haşa) zulüm ve yolsuzluğu  onaylama isnadı yapılmış olacağını söyler. Allah adil-i mutlaktır ve yüce kelamı bu tür yorumlardan münezzehtir. Daha dün, aynı amaçla 16 Nisan için hadis var diyen  bir zavallı çıkmadı mı? İslam dünyasında  siyasi çekişmelerin başladığı dönemlerde(özellikle Emeviler dönemi) hadis uydurmak neredeyse bir siyasi savunma biçimi haline gelmişti. Yüce peygamber,  böyle bir yola baş vurulmasın diye,: ''Benden bir şey nakleden hakkı, doğruyu söylesin! Söylemediğim şeyi, bana isnat eden gireceği ateşe hazırlansın!''  buyurmuştur.[İbni Mace, Hâkim) Ancak öyle bir mantık, öyle bir psikoloji hakim ki,biz Müslüman'ız,Müslümanlık adına her türlü yalanı söyleyebiliriz, deniliyor. Şeriat,İslam demekle her şey hallolmuyor,ne olursanız olun önce adil ,namuslu, kul hakkına saygılı olacaksınız. IŞİD'de Şeriatçı olduğunu söylüyor ama İslamcı (!?)AKP hükümeti onunla savaş halinde. Demek ki  Şeriatçı olunca, onun her yaptığına susmak gerekmiyor.

Bugün partiler,düşünceler,siyasi tezler arasında eşit bir rekabet ortamı yok. Bir taraf ülkenin bütün mikrofonlarına konuşurken, öbür tarafa bütün mikrofonlar kapanıyor. Demokratik mücadele kanallarının neredeyse hepsi tıkatılmış durumda.Buna neden olan bir siyasetle, demokratik sınırlar içinde mücadele şarttır.Bu yasaklayıcılığın ardında, oya sunulan ve Mısır'daki Sisi düzenini andıran düzenlemeye Türk milletinin onay vermeyeceği korkusu yatıyor. İktidar, hem halka güvendiğini söylüyor hem de muhaliflerin halka ulaşmasını engelliyor.Aslında halka güvenmiyorlar,halkın bilgisizliğine,tek taraflı propagandanın gücüne inanıyorlar.Bu yasaklamalar,bu engeller onun için. Demokratik bir yarış olsa, bu düzenleme sadece AKP tabanının katıldığı bir referandumda bile  vize alamaz! Çünkü bu milletin, bazı Arap ve Afrika ülkelerinde ki köhnemiş  tek adam düzenlerinin Türkiye'ye ithaline  izin  vermeyecek kadar demokratik birikim ve tecrübesi olduğuna inanıyorum.