Rabbimizden bütün insanlığa ve bütün çağlara en kıymetli bir armağan olarak inen Kur'an her dem taze sadr’e şifa bir yaşam kaynağı ve şaşmaz bir yön belirleyici pusula olarak hayat rehberimizdir. Bu gün bütün Müslüman ülkelerle birlikte bizim de yaşamış olduğumuz sıkıntı ve problemlerin kaynağı, Kur'an'ı mehcur tutmamızdan (unutup, geri plana atmak)  kaynaklanmaktadır.

Bu nokta da… Rabbimiz neyi emretmişse bizler tamamen onun tersini anlamış ve bu yanlış algılarımızı bize emredilen din olarak kabul edip öylece yaşamışız ve yaşıyoruz. Bugün, Allah'ın (cc) sevgi, paylaşma, yardımlaşma, erdem, güzel ahlak, infak, tasadduk, vera, isar, ihsan ve diğerkam odaklı olarak indirmiş olduğu İslam dininin içini boşaltarak yaşadığımız gibi inanmaya başlamışız.

Onun için yaptığımız taat ve ibadetler zevk alınmaz, huşu duyulmaz, mekanik bir ritüeller manzumesine dönüşmüştür. Durum böyle olunca da  kıldığımız namazlarımız da bizleri karanlıklardan aydınlıklara çıkartmaz olmuştur. Allah (cc) ve Rasulü (sav) inananları bir yapının bir birine ram olmuş yapı taşları gibi (bünyanün mersus) anlatıyorlar…

…"birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız, iman etmedikçe de cennete giremezsiniz" buyrularak inananların mutlak suretle birbirlerini sevmek zorunda oldukları  vurgulanmıştır.

Bizler ise… birbirimizi sevmeme noktasında o denli sınırlarımızı zorlamışız ki artık benim nefsim, benim meşrebim, benim cemaatim, benim hocam, benim kutbum, benim efendi hazretlerim demeye ve sonunda da benden, benim meşrebim ve cemaatimden ve benim kutbumdan başkası cennete giremez demeye gelecek tavır ve kelamlar etmeye başlamışız.

Birbirimizi kıskanmaya, bir kaşık suda boğacak kadar nefret etmeye, insandan ve dünya metaından putlar yapıp tapmaya, hevamızı ilah edinmeye, şeytanın adımlarını takip etmeye, hurafa, bid'at, menkıbe, sembol ve objelerle, gelenek ve örflerle kuşatılmış bir dizi ritüeller manzumesini  din olarak yaşamaya başlamışız.

Kur'an'ı sadece camilerde ve kabirlerin başında ölülere okunması gereken ve  bunun için inzal olunan bir kitap olarak anlamışız.

Rabbimizin yanında kendimize başka ilahlar edinmişiz, Kur'an'ı mehcur bırakmışız, Rasulullah efendimizin dışında kendimize başka rehberler edinmişiz. Artık oturduğumuz lüks evler, bindiğimiz can canlı arabalar, bize lütfedilen makam ve mevkiler, biriktirip de yığdığımız altın ve gümüşler yaptığımız ikinci hatta üçüncü izdivaçlar(!) bize Allah ve Rasulünden daha sevimli gelmeye başlamıştır. 

Biricik Rabbimiz; bize Kur'an'ı göndermiş ki, onu anlayarak okuyalım, hayatımızı ondaki bilgilere göre şekillendirelim, içeriğinde bulunan lütufları özümseyelim ve daha nice faydalarından yararlanalım diye. Ama bazılarımız bütün bunları bir kenara bırakıp; Kur'an'ı, ne anlama geldiğini hiç bilmeden, tekrar tekrar okuyarak bir ömür geçirmektedirler.

İnsan hiç merak etmez mi; bu kadar çok okuduğum, beni yaratan Yüce Rabbimin indirdiği bu kitapta ne yazar, bu okuduklarım ne gibi bir mana içerir? Hayret edilecek derecede vahim bir durum!

İslam dini günün belli saatlerinde belli mekanlarında belli ritüellerle icra edilmesi  gereken donuk, matah, mekanik bir şey değildir. O' sosyal yaşantımızdan, iş ilişkilerimize, beşeri münasebetlerimizden, aile hayatımıza, dünya yaşantımızdan uhrevi hayatımıza kadar yaş ve kuru ne varsa hepsine nigâhbandır ve hepsini ihata etmiştir.

Bugün yaşıyoruz zannın da bulunduğumuz dinin...

“Gerçek hayır ve iyilik, hakiki müslümanlık, insanlık, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Fakat gerçek iyiler ve hakiki müslümanlar, kâmil insanlar, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere imân edenler; sevdikleri malları ve servetleri, can ü gönülden, isteyerek, yakın akrabalara, yetimlere, dullara, öksüzlere, çevresi, çaresi olmayan yoksullara, yolda kalan muhtaç yolculara, yardım isteyenlere, medet umanlara, esirler…

Ve kölelerin esaret boyunduruklarından kurtarılarak hürriyetlerine kavuşmasına harcayanlar; namazları âdâbına riayet ederek aksatmadan kılanlar, vicdanlarını, servetlerini, sosyal bünyelerini arındıran, berekete vesile olan zekâtı verenler, antlaşma yaptıkları zaman antlaşmalarına riayet edenler, sıkıntılara sabrederek mücadele edenler, hastalığa, açlığa, mallarına ve canlarına gelen zarara tahammül edenler, harbin şiddetli zamanında sabrederek savaşanlar ve kararlı davrananlardır.

İşte onlar imanlarında samimi olanlardır. Onlar, işte onlar Allah’a sığınarak emirlerine yapışanlar, günahlardan arınıp, azaptan korunanlar, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan mü’minlerdir.” (BAKARA – 177)  

Bu Kur'an ayeti ile hiç bir ortak noktası bulunmamaktadır. Çünkü yaşadığımız ya da yaşıyor zannın da bulunduğumuz din, Kur'an ve Sünnet eksenli bir din değildir. 

Kur'an ve Sünnet eksenli dinin iki temel yükümlülüğü vardır, bunlardan birincisi ibadetler noktasında ki namaz, oruç, hac, zekat ve kelime-i şehadettir. İkincisi ise sevgi, paylaşma, yardımlaşma, erdem, güzel ahlak, infak, tasadduk, vera, isar, ihsan, hasbilik ve diğerkamlık olarak açılımı yapılan salih amellerdir.

Bugün, Mevla'mızın bu aziz, mübarek, muazzez, mübeccel dini bir oyun ve eğlence haline getirildi ve ortaya tamamen şekilciliğin kutsandığı Kur'an ve Sünnetin devre dışı bırakıldığı pagan dini görünümlü bir dizi ritüeller manzumesi din olarak yaşanmaya başlandı.

Bugün… Hz. Ömer’in (r.a) “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” … sözü milletimizin kahir ekseriyetin de karşılık bulmuştur. Bugün… ne acıdır ki büyük çoğunluğumuzun yaşıyoruz zannın da bulunduğumuz İslam dini, Kur’an ve Sünnet dini dışında ezberler, kalıplar ve kılişelerden ibaret “RUHSUZ BİR RİTÜELLER MANZUMESİ” ne dönüştürülmüştür. Vaka bu…