KURŞUN KARASI

Hava kurşundan da ağırdı, Ümit’i ziyarete gittim bir akşam vakti, Ankara'da karanlık bir akşam vakti… İstanbul Şehitler Tepesinde şehitlerine ağlarken Türkiye, Kandil kutlamalarının duasındaydı gazilerimiz… Kimi eller maneviyatından bihaber kandil mesajları yazarken, Ben Ümit’i ziyarete gittim bir akşam vakti…

Kim mi Ümit? Ümit dalyan gibi bir koç yiğit, Ülkesine bir bedenin yarısını vermiş bir babayiğit, Ülküsünü yar diyerek gönlünce sarmış bir serdengeçti seyit...

Siz ne bilirsiniz Ümitleri, Ben bildiğimi sansam da ne bilirim Ümitleri... Ümitleri bilmek için, Hiç olmazsa bir serçe parmağın külliyen yokluğunda tek gün geçirmek gerek…

Kim mi Ümit? Kendi derdini yok hükmüne kaydedip,

"Ağabey yeni gazimiz var istersen önce ona uğrayalım" diyen bir Ümit. Ümit tekerlekli sandalyesinde ben ise utanarak kendi ayaklarımın üzerinde, Asansörle çıktık bir üst kata aklım halen İstanbul şehitlerinde,

Koridorlarında yol aldık "Gazi Rehabilitasyon Merkezi'nin" bir gariplik pençesinde…

Odaya girmemle dünyam karardı,

Dünyalık menfaatler için yiyişenlerin ve pay kapmaya çalışanların kapanında...

Yirmili yaşlarda gencecik bir yüz gördüm bana gülümseyen,

Selamünaleyküm sedama, ve aleykümselam ağabey diyerek ses veren,

Yozgat’ın bir köyünde doğup Nusaybin’de gazi olan Ahmet Duygu hasbi bir eren…

Başı gövdesinin üzerindeydi, gerisi ise heyhat kim bilir ne, nasıl, nerede…

İçim burkuldu ama utandım ağlamaya o neferin gülümseyen yüzünde…

Biliyor musunuz sağ bacağı yoktu, hiç yoktu yiğidimin…

Biliyor musunuz sol bacağı da yoktu, on santimi saymazsak… Biliyor musunuz sol kolu da yoktu dirsekten, aslan parçasının…

Yaralı serçe parmağını saymazsak şükürler olsun sağ-salimdi sağ kolu…

Şırnak Beytüşşebap’ın hangi sokağına akmıştı kanı,

Şırnak Beytüşşebap’ın hangi tarlasına konmuştu havaya uçan organı…

Şırnak Beytüşşebap’ın hangi ininde kurulmuştu kaltak pusu,

Şırnak Beytüşşebap’ın hangi okulunda kurgulanmıştı alçaklığın usu…

Siz ey insanlık şarlatanları,

Siz ey bir derde deva olamayanlar,

Dizim ağrıyor derken dizlerini vatana feda edip de dizsiz kalanları düşünün de utanın…

Harama bakarken iki gözünü de istiklalimiz için yitirenleri hatırlayın da utanın,

İsraf sofrasında tıkınırken şarapnelin parçaladığı dişleri düşleyin de utanın,

Kadehleri ardı sıra yuvarlarken abıhayatı başka ellerden içebilenlere bakın da utanın…

Yalan, dolan, talan, ağıtların eşliğinde toprağa ulaşan gözyaşları,

Gaipten bir ses huşu içinde serinletiyor gönülleri öldürüyor korkuları,

Bu vatanın uğrunda bedenini feda eden şüheda biçiyor korkuları…

Mukadderatın anlamı yeniden okunsun yüksek sesle yüce kitaptan, Suskunluğun manası yeniden öğrenilsin tevekkülü dimdik yaşayan Ahmet’in atasından,

Yara yar olmanın aşkı yeniden resmedilsin Ahmet’in ağabeyinin kartal duruşundan…

Ahmet’in yazı kışa döndü haberiniz olsun ey eğlenceden eğlenceye koşanlar,

Ümit’in sevdası tohum oldu toprağa düştü haberiniz olsun ey hevasına ağıt yakanlar,

Üsteğmen’in ayakkabıları Nusaybin hendeklerinde kaldı haberiniz olsun ey marka arayanlar,

Sendeki o vakuru gördüm ya yiğidim,

Kelimeler utansın diyorum yakılsın ansiklopediler,

Adanmışlık yer arasın bulabilirse emin bir yer saklansın evrenin en kuytu köşesinde,

İnanç, iman şahidindir laf salatası yapanlara inat meleklerle semada uçuşan,

Dağlanan ananın yüreğidir seni doğuran, emziren ve peygamber ocağına uğurlayan…

Hayatın gerçeği sensin, kurgu yok, senaryo yok, rol yok, yok oğlu yok…

Gerisi mi?

Gerisi işte bu, o, şu, boş ver be yiğidim balık bilmezse halik mutlak bilir ya…

Efendimize komşusun ya müjdeler müjdesi…

Gerisi mi?

Gerisini düşünme be yiğidim Rabbimize dostsun ya muştular muştusu…

Yavuz KOCA

12/12/2016 Ankara