Millet ile alakalı pek çok tanım vardır. Bu tanımlarda özetle; ortak dil, kültür ve şuur birlikteliği bariz ön plana çıkar. Millet esbabında “azami” homojen (türdeş) bir kitleden bahsedildiği malumumuzdur; fakat türdeşlik, şuur kavramından yoksun bırakılınca birlik ve birliğin ruhundan bahsedemiyoruz. Ortak bir sınır ve kamu nizamı içinde yaşamanın farkındalığı ve nimetleri şuurlu birlik olmaksınız yitip gidiyor.  

Kültür kodları içinde anlaşma vasıtaları önemlidir. Sosyal kaide ve nizam, örfi gelenek; maddi-manevi referansların ağırlığı, anlaşma kültürünün vasıtalarını neşet ettirir. İş bu anlaşma kültürünün (siyasi-idari) milli birliğin pekişmesinde yahut tersi duruma simetrik katkısı söz konusu. Mümtaz Turhan’ın sosyolojik millet tanımında “anlaşma vasıtalarına” vurgu yapması önemlidir. Erol Güngör milleti en büyük sosyal organizma olarak tanımlıyor ve manevi değerleri, maddi plandan önde görüyor. Merhum Erol Güngör, ortak şuur “birlik” meselesini kültür kodları içinde değerlendirir. Dışa karşı bariz farklılıklar, içte azami benzerliklerin sonucudur.

Bu girizgâhtan sonra pekâlâ benzerlik, birlik ve ortak şuur kavramlarının milli hassamıza kattığı kıymeti ifade ediyorum. Milletlerin bir diğer ürünü-sonucu ulus devlet inşası ve siyasi üretim ile siyasi bütünlüğüdür. Modern çağ ile birlikte modernite millet-milliyetçilik kavramlarına kaçınılmaz şekilde yeni değerler ekliyor. Ekonomik ve beşeri gelişim-değişim süreçleri geleneklere karşı münhasır bir mücadele sahası oluşturmuş, sonucunda seküler ve maddi kıymetlerin yeni öncelik-değerleme formu oluşturmasıyla millet-ulus kavramı dinamik bir izm’ler sahasına yönelmiştir.

Tanzimat’tan beri “biz neyiz, n’olmalıyız” sualini düşünce çeperine mansıp eden Türk münevver ve siyaset adamları (seyfiye takımı da dâhil) Cumhuriyete bir yığın fikri ve ideolojik fasılalarını miras bıraktılar. Yolbaşçılığı ve ahkam-düzen koyma iradesini eline alan Mustafa Kemal’le birlikte çağın ve çağın güçlü etkisi modernitenin vazıh uygulamalarını biz de ithal etmiş olduk. Nerdeyse bir asra yakın zamandır müspet-menfi hızlı bir değişim ve hareketlilik içinde bulunan toplumumuzda birlik ruhunu ve onu pekiştiren anlaşma vasıtalarını maalesef değerlendiremeyip, küllendiriyoruz. Bugün Türk toplum sosyolojisinde karşıtlıklar ve ötekileştirmeler söz konusudur. Bir arada hasbelkader yaşayan kalabalıklar halini aşmak için mücadele ettiğimizi söyleyemeyiz.

Millet “BİZ” diyebilmektir. Manevi halka içinde bütün referanslarıyla mümbit kaynağı sahiplenme ve koruma insiyakı, şuurlu, millet ahkâmını ortaya koyacaktır.  Amir ve etkin Türk milliyetçiliği tanımlarında zannın aksine etnik kimliğe öyle meşhur vurgular yapılmaz. Dil, (geniş anlamda) kültür ve ülkü birlikteliği cari izahatlar kümesini oluşturuyor. Sağ-muhafazakar kesimin bu hususlarda katkıdan çok arıza oluşturduğunu ifade etmeliyiz. Dün, Seküler-modernist kitle aynı mantıkla hareket etmişti. AK PARTİ önderliğinde ortaklaşa bir fay hattı görevi gören sağ muhafazakâr kitle, şimdi siyasi gücü de eline alarak çatlakları derinleştirmekte bir beis görmemekte, gerilimi (biliçli) artırma yolunu tutmaktadır.

Haddi zatında önemli bir sorun alan Kürtçülük hareketinin dil, kültür birlikteliğini retlediği ve üniter yapıya açtığı tahribatı göz önüne alınız. Pekâlâ, bugünün muhafazakâr ve sekuler seçkinlerin milli şuura sağladığı bir katkı var mıdır? Türk milletini bir yapan değerleri ön plana çıkarmaktan ziyade, tali farklılıkları vurgulayarak “pirim zannı” addedenler, Türk Milliyetçiliğinin sıhhatli zeminde ilerlemesini sabote ettiler. Türk milliyetçiliği her dönem ve şartta asli birlikteliği bütün kültürel formlar ve özgürlükler dairesinde belki tam manasıyla ele alamamıştır; ancak milliyetçiliğin siyasal zeminde uğradığı hücum göz ardı edilemez! Etnik realite ile Alevi-Türk inancına optik bakış açısını tesis etme iradesi, Türk Milliyetçilerinin siyasal destinasyonunda olsaydı nasıl bir ülke görürdük, bilemiyoruz! Kişisel kanaatim odur ki, bu vasattan çok daha kötü ol-a-mazdı!

1.5 asırda Amerikan ulusal bilincini tesis edilirken, sistem ve rejime yapılan vurgu nazarında ekonomik-kapitalist gelişimin sağladığı özgürleşme bilincini milliyetçiliğin modernist yaklaşımında göreceğimize şüphe yoktur. Din-mezhep birlikteliği tek başına bir ortak bilinç sağlamayacaktır; en azından bizim kültür-coğrafya etkileşim sahamızda… Çağın devletleri seküler ve laik olmak durumundadır; ancak diyanet işlerinde müdahale sınırının hatları iyi çizilmek kayıdıyla…  Milli ve kendi değerlerine bağıl bir burjuva sınıfı oluşturamamanın ve emek-üretim hareketinin sınıfsal özellik kazanmasını gözden kaçıran siyaset aklımız, yozlaşmanın boyutlarını göremedi. Bütün bunlara akıl yorup ve irfan geliştirmek durumunda bulunan Türk Milliyetçiliği “Komünizm ile Mücadele” anaforunda bir dönemini zayi etmek durumunda kaldı.

“Milliyetçilik, genellikle milli kendinin-bilincini, etnik ya da lengüistik kimliği, politik ifadesini arayan bir doktrinin merkezi ilkelerine dönüştüren bir ideoloji ( ya da bir davranış formu) olarak görülür.” Andrew Vincent’in cümlesinden anladığımız, milliyetçiliğin teorik veçhesinden ziyade politik-siyasal söyleminin belirginleştiren faktör olduğudur. Anayasal süreçte MHP ve lideri Devlet Bahçeli’nin böyle bir faktörle ya da kaygıyla hareket ettiğini söyleyebiliriz. Sorun bu Milliyetçi partinin tutumunda aranamaz; bilakis sistemin sıhhatli, rejimin sağlam ayakta durmasından sorumlu başat iktidarın verdiği sınavdaki notu önemlidir. Seküler CHP ve ortak söylemdeki (Vatan Partisi gibi)  odakların referandum sürecinde vereceği sınav ve nasipse edineceği tecrübe umarız bir kazanç olur. Aynı durum, devleti epey yıpratmış Ak Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan içinde geçerlidir.

Anayasa değişikliği bir sistem hadisesi… Malum iktidarın “rejimle” kavgasını çığırından çıkarmasına ramak kala 15 Temmuz girişimine şahit olduk. 15 Temmuz ile Ak Parti’nin kafası bir şeylere “dank” etmiş midir? MHP’nin hamlesi ideolojik ve politik bir hesaba dayanıyorsa da elbette Recep Tayyip Erdoğan, Türk siyasetinin etkileyen değişken gücünü temsil etmekte ve süreç sonu, onu daha çok ilgilendirmektedir. Mesele, devletin ve milletin nasıl bir ortama evirileceği sorusunun cevabına bağlı.

Bizde sistemi uyaran sivil inisiyatif ve lobicilik yoktur. Kamu düzeni ve devletin vatandaşa yansıması (hizmeti) mukayese ve muhasebe edecek ölçütlerden mahrumuz. Mevcut durum mu yahut değişim mi daha iyi olur?!. Maalesef cevap sistematik olamayacak, kişiye endeksli bir hal nazarında kalacaktır. Sebebi ise şudur; birlik ve uzlaşma kültürünün naif hassalarını kuvvetlendirmek yerine, el birliğiyle iyice körelten siyasal kültürün toplumsal fay hatlarına attığı dinamitler. Ülke ve toplum yorgun; başımızda pek çok iç-dış gaileler dolaşıyor. Tarafgirliğimiz hasebiyle, MHP ve Devlet Bahçeli’nin süreçteki ağırlığı,  yönlendiriciliği ıskalanmadan kanaatlerin serdedilişi önemli.

Türk Milliyetçiliğinin siyasi hamle sahası serapa naslar ile dolu değildir; farklı tercih ve görüşler elbette olacaktır. 22 maddenin ne iyimser 2 tanesini dahi anlayamayan ortalama bir seçmen görünüşünde tercihlerin meşruluğunu sorguluyorum. Meramım sürecin nasıl bir projeksiyon (izdüşümü) ve aksiyon sahası yaratacağının Türk Milliyetçiliği merkezindeki düşünce zorlamasıdır. Kararlarımızı netleştirmeden sesli düşünmek ve tartışmaktan daha güzel n’olabilir?!.

TANRI TÜRK’Ü KORUSUN!