Dünyanın baş belalarından biri olan ABD’nin kendi keyfince ortaya attığı “Büyük Ortadoğu Projesi” vardı ve Başbakanlığı döneminde Recep Tayyip Erdoğan’a da “Eş Başkanlık” payesi verilmiş, Sayın Erdoğan da bazı konuşmalarında bu görevinden sitayişle bahsetmişti. ABD’nin tasarladığı ve kafasında ne olduğunu kimsenin tam olarak bilmediği “Büyük Ortadoğu Projesi” bazen sekteye uğrasa da uzun vadeli olarak adım adım uygulanıyor.

Kurulan parlak cümlelere göre “Demokrasi getirilip bahar havası estirilecek” olan ülkeler kan gölüne döndü, yüz binlerce insan hayatını kaybetti, milyonlarcası vatanlarını terk etmek zorunda kaldı, binlercesi denizde boğuldu, sakat kalanların hesabı bilinmiyor. Vatanlarını terk edenlerin çoğu gittikleri ülkelerde oluşturulan kamplarda sefil bir hayat yaşıyor.

Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz de insani ve İslami değerler açısından Irak ve özellikle Suriye’den gelenlere kapılarını açtı. Bu öyle bir kapı açıştı ki kontrolsüz göç “göç” olmaktan çıktı ve adeta bir istilaya dönüştü. Pek çok kötü niyetlinin, casusların ve canlı bombaların da o hengamede yurdumuza giriş yaptıkları ayan beyan ortaya çıktı. Başlangıçta Ensar – Muhacir ilişkisi de kurulduğu için milletimizi can evinden vuran bu “ulvi” davranış ne yazık ki zaman içinde insani ve İslami olmaktan çıkarak siyasi bir tercihe dönüştü, daha doğrusu baştan beri siyasi, bir tercih olduğu anlaşıldı. Öyle ki, kısaca “BOP” olarak bilinen Büyük Ortadoğu Projesinin Türkiye ayağındaki uygulamanın bir parçası olduğuna dair yorumlar bile yapıldı, yapılıyor.

Din, insanımızın en hassas noktası. Mekke’de zulme uğrayan Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed ve arkadaşlarına kucak açan Medine halkı, Arapçada “Yardım eden” anlamına gelen “Ensar” olarak nitelendirilmişti. Türkiye Diyanet Vakfı’nca 44 büyük cilt olarak yayınlanan ve ekleriyle birlikte sanırım 50 cilde ulaşacak olan İslam Ansiklopedisi’nin 11. Cildinde yer alan Ensar maddesindeki şu ifadelere bakalım:

“İslam literatüründe Ensar, Hazreti Peygamber’i ve muhacirleri yurtlarında barındırmak ve korumak suretiyle onlara büyük yardımlarda bulunan Evs ve Hazrec kabilelerine mensup Yesripli (Medineli) Müslümanlar için kullanılmıştır.

Kur’an-ı Kerim’de, Enfal Suresi’nin 72. ayetinde şöyle buyuruluyor: “İman edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve bunları barındırıp yardım elini uzatanlar var ya, işte onlar birbirlerinin gerçek dostlarıdırlar.”

Çeşitli sebeplerle yurdumuza gelen sığınmacı ya da muhacirlerle onlara kucak açılmasının bu ayete dayandırılması yukarıda da işaret ettiğimiz gibi milletimizi en hassas noktasından yakalamıştı. Ancak sayı yüzleri binleri değil de milyonları aşınca ve üstelik yurdumuzun her bir köşesine dağılmalarına göz yumulunca olanlar oldu. Gelişen olaylar gösterdi ki kucak açtıklarımız ilgili ayette tarif edilen  “Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenler” değiller. Yani Hicri Yıl’ın başı ve Miladi 622 yılında Mekke’den Medine’ye yapılan Hicretle Suriye’deki iç karışıklıktan sonra başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelere yapılan göçler aynı değil. Diyanet İşleri Başkanı olarak da görev yapmış olan ve 11 ciltlik “Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri” isimli eserini hazırlayan Prof. Dr. Süleyman Ateş, 1989 yılında basılan eserin 3. Cilt 543. Sayfasında Enfal Suresi 72. Ayetin tefsirini, yaparken “Hicret” meselesini şöyle açıklıyor:

“Müslümanların, Medine’deki ilk zamanlarında hicretin önemi çok büyüktü. Bedir’in akabinde inen bu sure, İslam toplumunun devlet şeklinde örgütlenmesi sırasında indiğinden hicret, imanın meziyetlerinden biri olarak belirtilmiştir. Hicret, MEKKE’NİN FETHİNE KADAR BU ÖNEMİNİ KORUMUŞTUR. AMA MEKKE’NİN FETHİNDEN SONRA ARTIK İSLAM YURDU OLAN MEKKE’DEN HİCRET KALKMIŞTIR. İslam yurdunun herhangi bir yerinden diğerine hicret, fetihten önceki makbul ve faziletli hicret sınırına girmez. Allah’ın elçisi, ‘Fetihten sonra hicret yoktur. Ancak niyet ve cihad vardır. Savaşa çağırıldığınız zaman koşunuz’ (Buhari, Cihad, babu  fadli’i-cihad, Müslim, İmaret: 85; Tirmizi, Siyer: 32; Nesai, Bey’at: 15) buyurmuştur.”

İslam Ansiklopedisi’nde yer alan Ensar maddesindeki ifadeler, Enfal Suresi 72. Ayetin meali ve  Profesör Ateş’in aynı ayet hakkındaki tefsiri konuyu bütün açıklığı ile ortaya koyduğuna göre başkaca bir yorum yapmamıza gerek olmadığı kanaatindeyim.  Dolayısıyla Suriye’den kaçıp gelenleri “Hicret edenler”, onlara kucak açan milletimizi de “Ensar” olarak nitelendirmek doğru değildir. Milletimizin yaptığı insani bir yardımdır ve bu da bir yere kadardır.

İşin en tehlikeli yanı ise ülkemizin demografik yapısının bozulması yani nüfus hareketlerinin giderek bir beka meselesi haline gelmesidir. Müslüman bir ülkeden gelmelerine rağmen gelenek ve görenekleri, yiyip içmeleri, toplum içindeki davranışları, aile yapıları bize göre büyük ölçüde farklılıklar gösterdiği için milletimizin kimyası bozulmakta, rahatsızlıklar giderek artmaktadır. Suriyeli bir aile ortalama yedi – sekiz kişiden oluşuyor. Erkeklerin önemli bir kısmı iki, üç hatta dört evli olduğu için bu sayı katlanarak artmaktadır. Bizde evlilik yaşı otuzlara doğru gitmişken onlar kanunlarımıza da aykırı olarak 14 – 15 yaşlarında evlenmekte ve hemen her yıl bir doğum yapmaktadırlar. İstatistiklere göre Suriye’de doğum oranı 2,4 iken Türkiye’ye yerleşen Suriyelilerin doğum oranı 5.3’tür. Türkiyemizde ise milletimizin doğum oranı kadın başına 1.92’dir. Bu durumda ister istemez sistemli bir planın uygulamaya sokulduğunu düşünmek zorundayız. Seçim dönemlerinde “Beka beka” diye mangalda kül bırakmayanların ve asıl bekanın burada olduğunu görmezden gelenlerin kulakları çınlasın!

Bir ülke için asıl beka meselesi köyünde, kasabasında, şehrinde kendi milliyetinden olmayan nüfusun giderek çoğalması ve güney doğudaki bazı illerimizde görüldüğü gibi yerli halkın azınlığa düşmesidir. Sığınmacıların karıştığı pek çok olayı duyuyor, okuyor, hatta şahit olup üzülüyoruz. En son Fransa’da Cezayir asıllı bir gencin öldürülmesinden sonra çıkan olaylar hepimizi korkuttu ve “Acaba” demeye başladık.

Bu konuda duyulan endişelerin seslendirilmesi üzerine AKP sözcüsü Çelik ve MHP lideri Bahçeli, "Türkiye Fransa'ya benzemez. Kimse endişelenmesin, herkes aklını başına alsın" gibi laflar ettiler. Evet, belki Fransa gibi ortalık yakılıp yıkılmaz ama geleceğimizden endişeliyiz beyler. Misafirin ev sahibine galebe çalmaya başladığını görmüyor, duymuyor ve hissetmiyor musunuz?

Bu yazımızda Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’e dayalı belgeleri ortaya koyup Ensar ve Muhacir konusunu açıklığa kavuşturduk. Söz konusu belgeler ışığında ne biz Ensar’ız ne de ülkemize gelip yerleşenler Muhacir! Siyasiler ve birtakım tarikatlarla cemaatler “Ensar – Muhacir” güzellemesi yaparak milletin dini hassasiyetlerini istismar etmeyi bırakmalıdırlar. Hiç vakit kaybetmeden başta Suriye olmak üzere ilgili ülkelerin yönetimleriyle görüşülerek bu mesele çözüme kavuşturulmalıdır.  Milletimiz o zaman rahat edecek ve milli birliğimizi tehdit eden bir beka meselesi ortadan kalkacaktır.