Demokrasi, özgür bireylerin rejimidir.İnsanı sürüleştirmez, ona fert olarak değer verir. İnsanla insanın,insanla devletin münasebeti eşit düzeydedir, hiyerarşik bir ilişki yoktur.Totaliter yönetimler de ise tam aksidir. Yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişki hiyerarşiktir. Özgür fertten söz edilemez, yöneten yönetilen ilişkisi biat mantığı üzerinden yürür,aralarında bir eşitlik yoktur.

Türkiye gittikçe böyle bir yöne doğru kayıyor. Vatandaşını azarlayan,aşağılayan,iradesine uymaya mecbur eden otoriter bir yönetim mantığı gelişiyor.Toplumla siyasi elitler arasındaki ilişki bir ast üst ilişkisine dönüyor.Yasalar insanların güvenliğini sağlamaktan çok susturmak için kullanılıyor.

Bütün düzenlemeler,dayatmacı uygulamalar, -devleti koruma- adı altında yapılıyor.Devlet denilen de gücü elinde bulunduran üç beş kişiden başkası değil.

Gerçek demokrasilerde  devletin muazzam gücüne karşılık -insanların hak ve hukukları- korumaya alınır.Yasalar bu devasa gücü sınırlamak,kontrol etmek için çıkarılır. Denetim mekanizmaları o gücü kullananlar için çalıştırılır. Bizde devlet gücü toplumu susturmak,korkutmak,denetlemek için kullanılıyor. Yasalar,kimse maraza çıkarmasın diye çıkarılıyor.

Bu sadece kültürel kodlarımızdan kaynaklanan bir durum değil. Kültürümüz devlete büyük önem atfetmiştir ama onun varlığını,bekasını da -insanı yaşatmaya- bağlamıştır. Şeyh Edebalı'nın "insanı yaşat ki devlet yaşasın" sözü bu gerçeğin ifadesidir.Sanılanın aksine kültürümüz önce devlet değil,önce insan der.Devlet, insanla kurulur, insanla yaşar,insanla güçlenir.İnsanınız ne kadar güçlü, ne kadar mutlu,ne kadar huzurluysa devletiniz o kadar güçlüdür.

Otoriterleşme eğilimi önce insanı araçsallaştırmakla başlar. Yüce hedefler uğruna insan kolaylıkla feda edilebilecek bir malzemeye döner.Bundan önce insanlara işe yaramaz,aptal,cahil,güvenilmez etiketi yapıştırılır.Bizi anlamıyorlar,büyük davaları omuzlayamazlar gibi yakıştırmalar yapılır.İnsan bu seviyeye indirilince de onun üzerinde her şekilde tepinmek meşru hale gelir.İnsan bir defa değersizleştirildi mi onunla her şekilde oynamak mümkündür. Bu bakış tarzı insana hiç bir güzelliği layık görmez, o sadece kullanılıp atılacak bir metadır.

Acımama,merhamet etmeme, hatta zulüm etme duygusu bu mantıktan çıkar.İnsan -kainatın en değerli varlığı olma- konumunu kaybedip, bir sinek,bir bitki, bir odun parçası gibi mütalaa edilince ona acımanın,merhamet etmenin de gereği kalmaz. Ota,oduna acınır mı hiç? Sen kimsin yahu, sen benim muhatabım mısın gibi hitaplar hep bu zihniyetin tezahürleridir...

Partilere, cemaatlere, tarikatlara bakın, hepsinin tek bir hedefi var; devlet.Bunda, devleti ezme aracı olarak kullanan geçmiş zihniyetlerin de elbette büyük tesiri var.Devlet bir silindire dönüşünce altında kalan herkes o silindirden kurtulmak için onu ele geçirmeye yöneldi.Dün silindirin üstünde olanlar bugün altında,altında olanlar ise bugün üstünde. Zihniyet aynı...Silindir her defasında farklı farklı da olsa insanların üzerinden geçiyor.

Büyük devlet olmak, insanı devletten büyük görmekle başlar.Fert fert,zihniyetine,siyasetine,meşrebine bakmadan insanınıza değer vermedikçe ne büyük devlet, ne büyük millet olabilirsiniz. Bazı tarihçiler ama menkıbe ama gerçek İstanbul'un fethinde Fatih'e şöyle bir olay atfederler:Büyük Başbuğ,İstanbul'a  girerken önce surlarda yatan Ulubatlı'nın yanına gider,başını alıp dizlerinin üzerine koyar ve çağları delen şu sözleri söyler: Ahh.. Ulubatlım şu Koca İstanbul sana değer miydi? Demiş mi dememiş mi bilmem,ama Fatih'i Fatih yapan işte budur,bir askerini İstanbul'dan  üstün tutmak.

İnsanı merkez almayan,ona saygı duymayan,insan için organize olmayan yapılar er geç  totaliterizme kayarlar.Diktatörlük insanlara güvenilmez ön kabulü ile başlar.İdeolojiler insanı ideolojik değeri ile tartarlar.İdeolojik olarak değeri yoksa insan olarak da değeri yoktur.Bugün çektiğimiz sancıların,sıkıntıların,sarsıntıların bir sebebi  de işte budur. İnsanı metalaştırmak,değersizleştirmek...