Az yada çok politikayla yatıp kalkıyoruz. Pekâlâ, politika nedir? En sade izahatla iktidara sahip olabilmek… Politik amaç, düşünce ve kanaatlerin etkin fiiliyatta devlet mekanizmasının kullanılmasıyla gerçekleşmesidir. Bir tarafta ideolojik dünyanın en keskin unsurları; kürtçülük, ülkücülük, İslamcılık ilh. Diğer tarafta anonim yaşayan bir kitle! Ne olursa olsun beşerin doğası gereği (güce) hâkimiyet dürtüsü kayıtsız kalınamaz gerçeklik. Ama seçmen sandıklarında değişen memleket kaderi pek öyle bilinç ve akıl ölçüsünde davrananların şekillendirdiği derecede değil… Şu tespite katılacaksınız; siyasi alanda kahır ekseriyet apolitik tabakadan ibarettir. Onlar sadece kurulan sistemin konfor objesi olmaktan ibaret (apolitical strata). Sıradan vatandaş çok konuşsa da günümüz dünyasının yoğun süreç ve bilgi bombardımanında acizdir. Politik figürlerin piyasa değeri işte burada devreye girer. Sürü psikolojisi ve yönetilme ihtiyacı geniş bir tartışma sahası olmakla beraber, politika bu işin insan aklında dünyevi mihrabıdır. İzahat etmek istediğim sade ve sathi seçmen kimliğinin naif göstergesine işaretleme yapmaktır; yoksa yığınların sosyopsikolojisi bu sayfanın mütalaasını aşar. Bir politikacı kalabalıkları siyaset denizinde kaldırma kuvveti olarak kullanıldığında batmaz. Yığın, ehil siyasetçi adına gemisini taşıyan bir havuz. Recep Tayyip Erdoğan gibi muktedirlerin sırrı… Lider o ki gemisini hedefe yönelten kaptandır. Bu durum siyaset sosyolojisine gayet uygun! Öte yanda siyasallaşan (politize) sosyal kompartıman azınlık gibi görünse de fiil ve kuvvenin yegâne değişkenleridir. Ülkeyi yönetme, iktidar mücadelesi ve siyasal kazanımlar bir açıdan işte politize grupların bayraktarlığındadır. AKP, MHP, CHP ve Kürtçü HDP’nin mevcut durumları yapılan mücadeledeki başarı değerlerini gösteren bir fiksiyon. Politik kazanımın ve kayıpların sonuçları bir adreste yazılyor; siyasal partiler. Gayem siyasi partiler alanında bir bakış açısı izahatı; o kadar…

Politika-Siyaset pek çok fenomen ve önerme ile kendi disiplininde yol alsa da en belirgin emaresi siyasal partilerin olmasıdır. Birden çok siyasi partili hayat hemen aklımıza demokratik nizamı getirir. Tek partili düzen ise faşizan yahut komünist bir rejimi çağrıştırmakta bizi zorlamaz. Siyasi parti tipolojisinde iki sınıflı tasnif meşhurdur. Kadro ve Kitle partileri… Parti tipoloji önermesi Türkiye’de yanlış anlaşılmış ve iki tasnif birbirine karışmıştır. Mesela MHP bir kadro partisi zannedilirken, aksine kitle partisi hüviyetine yaklaşır. Hatta MHP bir ara parti, kitle merkezli ideolojik siyasi teşekküldür; çünkü kurucu parti yahut zümre hareketi telakki edilemez. Kitle partisi tasnifi genelde batı demokrasilerinde sol partilere mal edilir. Kadro partileri ise liberal, sağ, aristokrat ve sermayedar; merkez çevre disiplinin gevşek olduğu yapılanmalardır. Elbette bu görüşler faşist ve komünist rejimlerin tarihi seyrinde, siyaset biliminin emekleme literatürü çerçevesinde değerlendiriliyor. Ama tasnifler ve tarifler artık çok değişmektedir.

Günümüz Türkiye’sinde ne çeşit siyasi partilerin bulunduğunu yazmaya çalışalım. Başta… Son 14 yılın üstün partisi AKP’dir (Predominant party). Sistemimiz çok partili olduğu halde 14 yıldır kesintisiz devam eden güç ve üstünlük durumu, iktidar sürekliliği, bu siyasi hareketi “üstün parti” konumuna getirmiştir. İdeolojik bir nüve teşkil etmesine rağmen geniş yelpazede seçmen kitlesini kendine kanalize etme başarısını göstermiş ve alternatifsiz olduğu ilan etmiştir. Başarının ardında başlıca sebep, elbette LİDER algısıyla ilintili; muhalif partilerin zayıf lider profili ve ortaya getirdikleri sakat dil ila sürgit devamında bu partinin abanan gücünün etki fazlalığıyla alakalı. Hatta nefsi ve haddi azdıran manzarasında AKP hegemonyacı bir güç (Hegemonic party) olma yolunda ilerlemektedir. Sistemin parlamenter kurgu arzetmesi artık AKP elitini tatmin etmemektedir. Başkanlık sistemini direten RTE ve partisini bu nazarda muhakeme etmenizi öneririm. Ak parti salt rasyonalite ile beslenen parti hiçbir zaman olmadı. Muhafazakarlık, lümpen yaşam, eğitimsizlik, düşkünlük ve oportünist yaklaşımlar zaferinin vasıtalarıdır. Diğer tarafta malum sermaye karşısında alternatif piyasa ve sistem oluşumuna girenlerin (Ak Parti ile) eklemleşmesi ve liberal ahmakların medya vasıtaları, organizmalarının bu partice ne kadar ustalıkla kullanıldıkları 2. Notumdur.   

CHP ideolojik parti zannıyla birlikte karmaşık (kompleks) bir parti görünümünde. Atatürkçülük kuru slogandan ibaret. Partinin kuruluş amacı ve 70’li yılların başına kadar taşıdığı karakter ve sonrası savrulduğu çizgiyi anlatmaya gerek yok. Kuvayı Milliye ruhundan HDP paydaşlığına savrulan düşünceler. Ülkenin doğusunda neredeyse PKK çizgisinde Kürtçü-Marksist; batısında toz kondurulmaz Kemalist kimliği takınırken, Omnibüs-Toplayıcı Parti şeklini alan; sınıfsız, dünya görüşsüz, pragmatik ama beceriksiz siyaset partisi. Kitle tabanının genişleterek “iktidarı” kazanacağını düşünen bu ebleh siyaset ne deve ne kuş olabildi. Eski alışkanlık ve rabıtalardan kaynaklı sol, sendikal ve sınıf tabanlı parti iddiasının nasıl çürüdüğü-çürütüldüğü CHP’de fotoğraflanıyor. Aldığı oyların tek sebebi vardır; seküler dünya görüşü çerçevesinde ATATÜRK TÜRKİYE’SİNE duyulan özlem dürtüsü. Ama hiçbir Atatürkçü CHP’li, Hüseyin Aygün gibi bir ismi vicdanında oturtamaz. Bürokratik dirençle kendini vareden CHP’nin ülke kaderine şu vasatta irade koyması düşünülemez.   

İzahı ve gaye okuması en müphem, merkezinden çeperine kadar sis bulutları arasında kalan parti ise MHP’dir. Kuruluşu itibarıyla doktrine-ideolojik kimlik sahibidir; ancak bugünün şartlarında sadece Ara Parti kimliği taşıyor. Tivıtır hesabında bir üst yönetici MHP’li “vatanı savunan bir tek o kaldı” paylaşımında bulunmuş. Eğer durum dediği gibi ise övünülecek, iftihar edilecek ne anlam çıkar bilemiyorum. Maskeleme ve akla uygunluk bürünmesiyle düzlüğe çıkılmaz. MHP başındaki isim adeta otoriter ve pragmatik tek parti başkanlığı hüviyeti taşıdığını sanıyor ve fena aldanıyor. Sanırız etrafında bulunan dar kadronun vahim hataları ve Bahçelist rantiyeciliği, Devlet Beğ’i perdeliyor. İdeolojik kimliğine sadakatle bağlı MHP’liler, teşkilatlarının (parti-ocak) hem siyaset hem dünya görüşünü temsil eden okullar mesabesinde bulunduğu düşünürler. Ama bu diskuru çeken Ülkücülere durumun pek öyle olmadığını söyleyelim.

MHP ilintili sıkıntıları görenler, farklı düşünenler haddi zatında sahaya indiler ve kongre mesaisine başladılar. Mesela her seçim döneminde illa Ülkücü harekete dışardan monte edilmiş bir vekil yahut vitrin isim piyasaya sürülmüştür. Hatta Ülkücüler dışardan gelenlere sıcak ve muhabbetşinas bakmışlardır. El-an güncel bir meseledir ki Meral Akşener konusunu dikkate alınız! Geldi ve şimdi “ben adayım” diyor. Fakat sonra bu devşirme(!) intihal isimleri partisine kabul eden LİDER ve avenesi kalkıp ilke, sadakat ve partili olmada Ülkücü ölçü mikyasından dem vurmaktadırlar. Kongre isteyip de BOPÇU sayılmayan kalmadı. Şu an MHP üst yapısı bir vehim ve kriz ahvalini yaşıyor. Taban sıfatı addedilen partili çaresiz ve kutupsuz kalmış; aksiyon değil aksi yön tabelaları ile dolu bir MHP.

MHP’yi var eden kimlik ve kaynaklar oysaki bellidir. Ülkücü ideolojinin kavram sahasında özne bir Türk Milliyetçiliği, doktrin ve iktidar hedefi... Şu an MHP bahis ettiğimiz noktaların tamamıyla ilgili ciddi kriz ve sorular havuzunda. Lider dokunulmazlığı yara almıştır. Camiasına karşı en ufak bir talebi “ihanet” diskuruyla redleyen bir partinin özgüveni söz konusu olamaz. “Cendereye hapsolmuş MHP boğulmasın” diye çaba gösteren isimler var. Süleyman Servet Sazak sözü ve mantığıyla es geçilmemelidir. Neden derseniz? MHP’ye ve bütün neden sebep ilişkilerine verdiği cevaplarla Ülkücülerin tarihsiz kalmasını önlemeye çalışıyor; onu takip etmenizi öneririm. Ben böyle bir çabayı ayrıca Sn Müsavat Dervişoğlu’nda görmekteyim. Bu iki isim ve aynı minvalde düşünenleri ayırdığınızda Devlet Bahçeli’nin halüsinasyon halini almış vehimleriyle baş başa kalırız.

MHP’de bir grubun çare gördüğü tek şey LİDER değişikliği… Kanaat pek caridir; fakat sağ, muhafazakâr tutucu dilin sadece ses tonunu değiştirme aldanışı işi kotarmaya yetmez. Türkeş dönemi dahi (siyasi) başarıyı getirmeyen üslup, enikonu körelmiştir. Kitlenin, ideolojik paydaşlarının iletimine kapalı olanlar seçmene ne mesaj vereceği sanılıyor; meraka muciptir?!. Daha önceki yazımdan bahisle, temel meselelerde “BAHÇELİ neyi yanlış ifade etti ki” sorusu vardı?!. Cevabımız ifadelerin doğruluğundan öte söz sahibi Bahçeli’nin toplumca liderliğinin yanlışlanması meselesidir. Türk Milliyetçiliği öze dönüş kıymetlerini bünyesinde bulunduran yegâne milli hamle! Fakat MHP ne öze dönük mesaj ne de yeni gelişimlere açık bir parti felsefesine sahip olamıyor. Türk milliyetçiliği, Türk’ün töre ve asli kaynaklarını yeniden ihya etmenin adı… Hala bir millet-ulus kaderdaşlığı yolunda eksiklerini tamamlamamış ahaliye Türk Milliyetçiliğine duyulan ihtiyacın anlatılamaması vahim. Türk Milliyetçiliği siyaseti dar kafalarla götürülemez. Hele ki monolog bir lafazanlık, buyurucu dil, en gereksiz angarya. Parti mensuplarını dinleme lütfunda bulunmayanlar; işçiyi, köylüyü, esnafı velhasıl milletini nasıl dinleyeceği ve akabinde kendini ne amaçla dinletebileceği düşünülmeli. MHP değişim denilen; ancak benim nazarımda kendini bulma iradesini ortaya koymak zorunda. Tekâmülü sağlayamayan bir parti tamam olamayan buçuk gibidir. Ülkücülerin partisi Bahçeli’nin rızasında ve büyük uzlaşıda partisine çeki düzen vermeli. Yoksa n’olur ?!. Adeta oligarşik buyruk ve bir klik kisvesine bürünen MHP’nin içinden başka MHP’lerin doğa bileceğini ihtimal görmekteyim. Hegemonik parti AKP bu hususta türbülans yaratacak ve politik sağ milliyetçiliği kendi büyük havuzuna atacaktır. Bizden bir ikaz olsun!

 

TANRI TÜRK’Ü KORUSUN!