Türk insanının en sevdiği şeydir siyaset konuşmak. Sokakta bir röportaj yapın ve önünüze gelene sorun.

Sen olsan bu ülkeyi nasıl yönetirsin?

Başlar anlatmaya, demez ki, kardeşim ben ülke yönetmek konusunda iddialı değilim. Örneğin “ben iyi proje çizerim”, “ben iyi ayakkabı boyarım”, “ben iyi bir doktorum”, “ben iyi hayvan bakarım”, desin…

Ve okurların önemli bir kısmının hakeza en sevdiği şeydir siyasi yazılar okumak.

Hele bir de kısa olursa, hele bir de bazılarına çakan yazı olursa, hele bir de çakma sınırını aşıp hakaret içeriyorsa, tadına doyum (!) olmaz…

Ancak görünen o ki, yorulduk hem siyaset konuşmaktan hem de bir sayfayı geçen normal yazıları okumaktan. O nedenle bu yazımda kısa başlıklarla farklı iki konuya değineceğim, dolaylı siyaset içerse de.

BİR BAŞARI HİKAYESİ

Ankara’da 28-29 Nisan tarihlerinde çok muhteşem bir program yapıldı. Ankara Ticaret Odası, “Coğrafi İşaretli Ürünler Zirvesi” düzenledi.  Türkiye için bir ilk olan bu zirveden dolayı ATO Başkanını ve Yönetimini kutlarım.

Peki, nedir bu Coğrafi İşaret (Cİ)?

O ülkeye ait bir ürünü sahiplenmek ve markalaştırarak dünyaya sunmak demektir.

Toprağa çivi çakmak demektir. 

Köylüyü köyünde gönüllü oturtmak ve sağlıksız göçü önlemek demektir. 
Gelecek nesillere bilinç aşılamak demektir. 

Ataların emeklerini torunlara genetik kod olarak işlemek demektir.

Çocukluğumuzdan kalan "yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı" özdeyişini hatırlamak ve yaşatmak demektir.

Yöresel ürünlerin markalaşması, ulusal ve uluslararası arenada aranır olması demektir. 

Gerçek pazarı bulduğunda bir koyup beş, hatta bazen onbeş almak demektir.

Ancak Coğrafi İşaretli ürün sayımız maalesef çok sınırlı. Sadece üç ürün, “Gaziantep Baklavası”, “Aydın İnciri” ve “Malatya Kayısısı” tescil edilmiş durumda.

ABD ve Avrupa’da Cİ ürünlerin pazar değeri 200 milyar doların üzerindedir. Fransa yalnız başına bu pastadan % 10, İtalya ise 430 adet Cİ ürünüyle % 6.5 pay alıyor.

Darısı başımıza.

Nisan sonunda Ankara’da bir bilinç uyandı, arkası gelecek, emin olun.

TÜRKÇE

Türkiye’nin etrafı ateş çemberi. İran devriminde kaçanlar bize sığındı, Irak’ın işgalinde kaçanlar bize sığındı, son olarak da Suriye iç savaşında 4 milyona yakın insan Türk yurduna, çınarın gölgesine sığındı.

Ne var ki sonuncusu biraz farklıydı. Sokaklar ve cami içleri dilenenden geçilmiyor, bazıları ticarete atıldı, bazıları mafyacılığa soyundu, bazıları gelecekteki bir ayrımcılığın altyapısını döşüyor.

Ancak en belirgin, gözle görülür olanı ticarete atılanların tabelalarıydı. Allah’tan buna şimdilik dur denildi. MHP’li Adana Büyükşehir Belediyesi öncülük etti Arapça tabelaların kaldırılmasına. Onu, Bursa’da MHP Grubunun öncülüğünde Büyükşehir Belediyesi benzer karar alarak takip etti. Böylece her iki ilde de “Türkçe’nin doğru kullanımı ve tabelalardaki bozuk Türkçe ve yabancı dil kullanımının düzenlenmesi”  MHP girişimiyle hayat buldu.

Darısı diğer illerin başına…

TÜRK ANANESİ

Hakeza, evlilik programları olarak adlandırılan TV programları bir paslı mıh gibi durdu karşımızda. İnsanlara utanmayı unutturmaya başlamıştı alıştıra alıştıra.

Bazen sormadan edemiyorduk, rahmetli Tayfun Talipoğlu’nun ifadesiyle, “Yahu siz neyi ar edersiniz?”, diye…

Bu programlar da yine bir MHP Milletvekilinin, Ruhi Ersoy’un teklifiyle gündeme gelerek KHK ile kaldırılmış oldu.

Darısı Türk-İslam ananesine aykırı diğer programların başına.

VE SELAM

Es-selamın olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun; haddini bilenlere, ekmeğini yiyip suyunu içtiği vatana ihanet etmeyenlere, sığındıkları kucağa pislemeyenlere, hamaset denizinde boğulmadan fikri üretim yapanlara, birbirini sevenlere, ülkesine ve ülküsüne sadakat gösterenlere…