Bakıyorum da ortalık bilgi kirliliğinden geçilmiyor.

Kimi sanal ortamda birbirine posta koyuyor. Kimi doğruluğunu teyit etmediği bilgileri paylaşıyor. Kimi hükümet kuruyor, kimi yeni koalisyon alternatiflerine yelken açıyor. İşin ucu nereye gideri düşünmeden ahkâm kesiyoruz vesselam.

Makro manada internet çok büyük ve işini bilene faydalı bir olay. Mikro manada alt katmanlara girdiğinizde ise bir derya deniz… Arama motorları, e.posta, whatsapp, facebook, messenger, daha neler. Bunlar madalyonun ön yüzü.

Bir de arka yüzü var benim penceremden.

İnternet kültürü öldürdü (!) ve iş karakoldan sonra mahkemeye düştü. Yargıç tanık var mı, diye sordu. Yoktu. Çünkü oradakilerin tamamı suç ortağıydı.

Niye okuyacaksınız ki?

Niye yazacaksınız ki?

Baktığınızda çıplak gözle daha net görüyorsunuz. Okumayanların daha fazla değer bulduğunu. Adam bir yerleri temsilen ekranlara çıkıyor, dinlediğinizde sadece gazete manşetlerinden ve/veya televizyon spotlarından beslendiğini ilk dakikalarda anlıyorsunuz.

Milletimiz darda, ülkemiz zorda kimin umurunda. Bakın darda ve zorda olmayanlara, örneğin Japonya, ABD, İskandinav Ülkeleri cevabı kendiniz bulusunuz.

Her 100 Japon’dan 14’ü düzenli kitap okuyor. Ortalama rakamlara bakıldığında ise, 1 Japon yılda 25 kitap okuyor. 6 Türk ise yılda 1 kitap okuyor. Yani her Türk ortalama yılda 0.17 kitap okuyor.

Kimse bilgiçlik tasladığımı veya böbürlendiğimi düşünmesin. Nefsi ve kini kendinden büyüklere kızarken haşa kendimiz aynı duruma düşeriz. Okuma alışkanlığı konusunda, aynı şey benim için de geçerlidir. Örneğin, geçmişte daha çok okurdum. Bazı yıllarda Japonları geçemesem de, yaklaşırdım. Şimdilerde ise sadece ve sadece ortalama 25 Türk’ün bir yılda okuduğu kadar kitap okuyabiliyorum. Yani 4 veya bilemedin 5…

Neden? İşin kolayı var. Facebook veya twitter’da iki cümlelik yazılarla kendimizi oyalarız olur biter. Sonra da kalkar ona buna kızarız.

Kızdıklarımızdan 2 örnek.

Soner Yalçın’ın yazısına yönelik “Bak MHP’li Kardeşim” başlıklı yazımdan sonra arayan arkadaşlar kadar, karşılaştığımızda serzenişte bulunan arkadaşlarımız da oldu. Haksızlık

etme dediler. Tartışılır… Soner Yalçın’ın ben ne okuduklarına ne de yazdıklarına bir şey demiştim. Sadece bizleri bilgisizlikle itham ederken haksızlık yaptığı iddia ettim o kadar.

Bir diğer örnek, meşhur Lawrence. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde Arapları teşkilatlandıran, ayaklandıran, gerilla savaşını yöneten, istihbaratçı, casus, İngiliz Subayı. Adam bu işlere başlarken sadece 28 yaşındaydı. Okuduklarına, yazdıklarına baktığınızda yahu bu iki arada bir derede ne zaman yaptı bunları diyorsunuz. Zaten fazla da yaşamamış, 47 yaşında ölmüş.

Bir de sevdiklerimizden bir örnek. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, o hengâme içerisinde üstelik altını çizerek, kenarına notlar düşerek o kadar kitabı nasıl okudu. Sahi nasıl?

Peki, internet kötü mü, facebook berbat mı? Elbette hayır. Kaldı ki, bilişim teknolojisi, internet çağı sadece sosyal paylaşım amaçlı kullanılmıyor ki. Bu aysbergin görünen kısmı, görünmeyen kısımda buluşlar var, hastalıklarla mücadeleler var, teşhis ve tedaviler var, var oğlu var.

Diğer taraftan;

Anadolu İnsanı için, ekmek kavgasından başka işe zamanı olmayanlar için, bulunmaz imkan. Eşiyle, dostuyla, arkadaşlarıyla böyle iletişim kuruyor. Onlara söyleyecek sözümüz yok, olamaz da.

Ama dedik ya, Türkiye’nin sorunu aydın sorunu. Yeterli sayıda omurgalı aydınımız yok. İsmi üzerinde aydın, vizyon sahibi olur, kendisine göre iyi bana veya birilerine göre kötü olabilir ama bir misyonu olur. Bakıyorsunuz 2007 seçimlerinde beş silahşor olarak mevcut iktidarı destekleyen yazarların şimdi bila istisna tamamı karşı cephede. İnandırıcılık yerle yeksan…

Suçlu kim sorumuzun cevabı, suçlu aydın sınıfından maaş alanlar, akıl verenler, geçimini sağlayanlardır. Suçlu bizim mahallede bir genç kız olan Adalet’i gelin eyleyenlerdir. Çünkü adalet olmayınca sap ve saman, ehil ile ehliyetsiz, iyi ile kötü birbirine karışıyor.

Sağlık, saadet ve başarı dileklerimle…