Değişen dünyadan kastımız nedir?

Bilim insanları, hammaddeye dayalı küresel ekonominin; bilgi ekonomisine dönüşmekte olduğunu söylemektedirler. Dünyadaki gelişmeleri incelediğimizde görüyoruz ki; bilim adamları, bilinen tedavi yöntemlerinden farklı işleyişi olan yeni metotlar üzerinde çalışarak, ilaç teknolojisinde devrim yaratacak yeni buluşlara imza atıyor. Bazı araştırma laboratuvarları damarlarımızda dolaşarak, hastalıkları teşhis edip, patojenleri ve kanserli hücreleri yok edecek nano-robotlara ev sahipliği yapmaya çoktan başladılar bile.

Microsoft ve Google milyarlarca dolarlık bilgiye yatırım yaparak akıllı çocuk bezlerini üretmeye başladılar. Çocuklarımızın dışkılarından, hangi tür hastalığa yakalanmış olduğu ve gelecekte hangi hastalıklara yakalanabilecekleri ihtimallerini bir bir sıralıyor, çocukların sağlığı ile ilgili ciddi önlemler alıyorlar.

Her birimizin evinde en az 3-4 tane bulunan akıllı cep telefonları bugün nereye, kaç dakikaya gideceğimizi, havanın yağışlı olacağını, dışarı çıkarken şemsiye almamız gerektiğini söylüyor. Önümüzdeki 5-10 yıl içinde akıllı telefonlar, vücudumuzun yaydığı ter ve enerjiyi analiz ederek: “Bugün kalp atım sayınız çok yüksek, tansiyonunuz olması gerektiği gibi değil. Ve ya şeker değerleriniz yükselmiş durumda. İşe değil de, en yakın kliniğe giderek sağlık durumunuzu kontrol ettirin.” diyerek hem bizi hem de çalıştığımız iş yerini uyaracaktır.

Üretilecek nano-robotlar vücudumuzda dolaşırken hücre ölümleri gerçekleşen bölgelerin tespitini yapacak, dışardan verilecek bir komutla; bu bölgelerde, hücre yenilenmesini sağlayabilecektir. Bu da insan ömrünü, bugün öngörüldüğü gibi en az 200 yıl arttıracaktır. Görüldüğü gibi dünya, bilgi ve bilim çerçevesinde değişip dönüşmektedir.

Dünya siyaseti bu değişimin neresindedir?

Yukarıda bahsettiğimiz bilgiye dayalı devrim, ortaya çıktığı ülkelerdeki siyasetin de şekillenmesine neden olmaktadır. Batıda sosyalist, liberal ve milliyetçi siyaset adamları söylemlerini bilimsel gerçeklerin doğurduğu sonuçlar üzerinden yapmaktadırlar.

Finlandiya ve İsveç, bugüne kadar sürdürdükleri eğitim sisteminin bazı eksiklikleri olduğunu ve yürürlükte olan bu sistemin geçmiş çağların sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel sorunlarına yönelik biçimlendiğini ayrıca günümüz şartları içerisinde faydalı olmadığını düşünerek eğitim sistemlerinde ciddi değişikliklere gitmişlerdir.

Teknolojik ve bilimsel gelişmeler, eğer önlem almazsak ekolojik bir kıyametin kopacağını ve bunun da bütün insanlığı etkileyeceğini haber vermektedir. Bilimsel gelişmeleri takip eden ülke siyasetçileri de siyasetlerini ekolojik dengeyi korumak, verilen hasarları onarmak adına, meclislerinde yeni kanunlar çıkararak, buna milyar dolarları harcamayı göze almaktadırlar. Görüldüğü gibi dünya siyaset erki bilimsel gelişmeleri takip etmektedir.

Dünya bu şekilde değişir ve dönüşürken Türkiye’de durum nedir?

Türkiye her yıl Ramazan ayında Tv kanallarından “Orucu neyin bozup neyin bozmadığını” tartışmaktadır. Ve konu hala bir karara bağlanmış değildir.

Ülkenin bilimsel alanda uğraş veren gençleri Tübitak’ın kapısından boynu bükük dönmekte ve yaptıkları çalışmalara kıymet veren Avrupa ülkelerine beyin göçü yapmaktadır.

Dünya ölümcül hastalıklara çözüm arar ve bulurken; Türkiye kadına-bebeğe-ördeğe taciz ve tecavüz ile boğuşmaktadır. 

OECD (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) raporuna göre; Türkiye kendi dilinde okuduğunu anlamada 64 ülke arasında 45. Sıradadır. Yani öyle ki öğrencilerimiz Türkçe bir metni bile okuyup anlayabilecek seviyede değillerdir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal yapısının, bilimsel gelişmeler ile olan ilişkisi ne durumdadır?

OECD rapor sonuçlarını gören siyasetçilerimizin bu duruma getirdikleri çözüm önerisi ise “Daha çok İmam hatip Lisesi açacağız” demekten öte değildir. Aynı siyasetçiler Yükseköğretim kurumuna da imam hatip kökenli profesör atamışlardır.

Hatta ülkenin Başbakanı, bilimsel kurumlara yapılan atamalar ile ilgili şöyle bir açıklama yapmıştır.

"Orduya, bürokrasiye değil ama mesela TÜBİTAK'a yaptığımız atama hiç olmamış" dedi. Hayvanat bahçesi müdürünün TÜBİTAK'ın başına atanmasına kendisinin de anlam veremediğini ifade eden Binali Yıldırım, "Bazen insanın kafası bozuk oluyor, doğru düzgün düşünemiyor. Öyle bir anımıza gelmiştir" dedi.

Ülkenin en ciddi bilim kuruluşunun (Tübitak) başına atanan bürokratla ilgili sayın başbakanın yapmış olduğu bu açıklama, bilimsel gelişmede ne durumda olduğumuzun açık ve net göstergesidir.

15 yıllık AKP iktidarı devlet yönetmeyi popülist inşaatlar yaparak; rantından da çevresini zengin ederken; basını ve ulusal kanalları havuz medyasında toplayarak yapıp ettiklerini doğruymuşçasına pazarlama peşindedir. Kendi hatalarına karşı duyarsızlaşan AKP siyasetçileri, kendi savunmalarını geliştirdiler. Gerçekliği yansıtmak için kendi hikayelerini değiştireceklerine, hikayelerine uysun diye gerçekliği değiştirmekedirler.

Ana muhalefet  CHP ise, bugüne kadar mevcut durumu tespit edip mevcut iktidarı eleştirmenin dışında, yeni bir söylem ortaya koymamıştır. Türkiye Cumhuriyet’i Devleti’nin kuruluş felsefesinin nirengi noktası olan CHP, Atatürk’ten bu yana hep marjinaliteye, statükoyu korumaya meyletmiştir.  Bugün ülkemizin içinde bulunduğu ciddi ve vahim sorunlarımıza çözüm önerisi olarak ortaya koyduğu herhangi bir fikir ve düşünce mevcut değildir. Cumhuriyet, demokrasi ve insan hakları üzerinden ciddi anlamda hamaset geliştirerek durumu kurtarmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla ülkemizde sol siyasetin sahasında ciddi bir boşluk hissedilmektedir.

MHP’ye gelince; ülkenin sosyal, siyasal ve ekonomik problemlerine doktriner anlamda bir manifestosu (9 IŞIK DOKTRİNİ) bulunmasına rağmen; üstelik manifestonun ana maddelerinden birisi de “İLİMCİLİK”olmasına rağmen; dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmelere soğuk savaş dönemi siyaseti olan “korumacı ve kollamacı” bir siyaset izleyerek, adeta kendi manifestosunu inkâr etmiştir. MHP’nin yaklaşık 20 yıldır milliyetçi siyaset adına ürettiği söylemini şu şekilde özetleyebiliriz:

·        Devletin başına Devlet gelecek.

·        Şehitler ölmez vatan bölünmez.

·        Kandiliniz ve Cumanız mübarek olsun.

·        Ya devlet başa ya kuzgun leşe.

·        Ya sev ya terk et.

Görüldüğü üzere ülkemizdeki siyaset kurumları artık siyaset üretemiyor. Kendi içlerinde kendi kendilerini tüketiyor ve çürütüyorlar. Bu çürümüşlük, siyaset alanlarını işgal ediyor. Statükoyu koruma ve kollama, yeni yapılanmaların önünü tıkıyor. Dolayısıyla ülkemiz ve milletimizin geleceği bakımından yeni bir siyaset anlayışı ve demokratik siyaset yapılanması kaçınılmaz gözüküyor.

Peki aslında siyasetin bu konuda ne yapması gerekmektedir?

Hammadde ekonomisinden bilgi ekonomisine evrilen ve büyük bilimsel gelişmelere imza atan dünya ülkeleri, bu konuda birbirleri ile bir bilgi-bilim yarışının içerisindedirler. Ve geri kalmış, kalkınmakta olan ülkeleri bu yarışın içerisine dâhil ederek yeni bir gücün doğmasını istememektedirler.

Türk siyasetçileri bu durumu iyi analiz etmeli ve ülkesinin geleceğini düşünüp, bilimsel anlamda gelişime kıymet vererek bu yarışa mutlaka girmelidir. Örnek vermemiz gerekirse, ülkemizin teröre harcadığı 900 milyar doların sadece 5 milyar dolarını bilimsel gelişmelere ayırabilseydik; bugün her evde 3-5 adet bulunan akıllı telefonları kendimiz üretiyor olurduk. Buna harcadığımız milyarlarca dolar kasamızda kalırdı. “Taş üstüne taş, baş üstüne baş koymayacağız!” siyaseti; milyarlarca dolarımızı dağa taşa bomba olarak yağdırmış, ayrıca yüzlerce şehit vermemize sebep olmuştur. Oysa teröre sebebiyet veren sorunları bilimsel bir kurulun başkanlığında uzun-orta ve kısa vadeli sosyalizasyon projeleri ile ortadan kaldırabilirdik.

Adım başı üniversite açmak ile övünen siyasetçilerimiz bunu yapacaklarına; var olan üniversitelerin nitelik yönünden kapasitelerini arttırması, öğrencilere daha fazla bilimsel kaynak ve imkân sağlanması gerekmiyor muydu?

Siyaset bunu yapmazsa ne olur?

Geleneksel kültür kodları, dini inanış biçimleri halkın çoğunluğunda bir kanaat oluşturmuştur. Eğer siyaset erki bilimsel gelişmeyi takip etmez, desteklemez, dünyadaki gelişmelere sırtını döner ise; halkın kanaat ve eğilimlerini sömürerek iş başına gelecek yeni iktidarlar, top yekün milletin geleceğini tehlikeye düşürebilir.

Evet-Hayır oylamasının bu konudaki etkisi nedir?

Dünyadaki toplam servetin %90’ını elinde bulunduran %10’luk küresel güç, bu servetini muhafaza etme adına en fakir 74 ülkenin bütçesi kadar para harcamaktadırlar. Bu çabaların en belirgin ve en büyük projesinden biri olan Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) kapsamında, Müslüman ve Türk coğrafyasında parlamenter sistem ile yönetilen yüz milyonluk nüfusa dayanmış güçlü bir ulus devlet istememektedirler. Bu kapsamda Libya’yı, Irak’ı, Mısır ve Suriye’yi kan deryasına çevirdiler. Parçalayıp, federatif yapılar, özerk bölgeler, kantonlar ilan ettiler.

Orta Doğu ve Kafkasların parlayan yıldızı durumunda olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu büyük güç dengeleri arasında yükselmektedir. Türkiye’nin, 350 milyonluk bir Türk Dünyasıyla kucaklaşmasını “Dilde, fikirde işte birlik” yapmasını önlemek için; BOP projesinin eş başkanının Türkiye’den seçilmesi çok manidardır.

Başkanlık sistemi doğası gereği federasyonu ve özerklikleri ön görmektedir. Orta doğu ve Kafkaslarda yeni bir güç dengesinin ortaya çıkmaması adına, bize küresel güçler tarafından dayatılan bir sistemdir.

Referandumda “Evet” çıkması durumunda; bütün yetkiler tek bir adamın eline verileceğinden, varlığını ve siyasetini devam ettirmek adına sistemin öngördüğü eyaletleri, kantonları ve özerk bölgeleri gerçekleştirecektir.  150 yıllık demokrasi geleneğimiz 100 yıldır Cumhuriyet ile taçlanmışken, demokratik parlamenter sistemden vazgeçmek çağımızın gerek ve gerçeklerine uygunluk arz etmemektedir.

Referandumda “Hayır” çıkması mevcut Cumhuriyet rejiminin, demokratik hakların, elde ettiğimiz bütün kazanımların en azından muhafazasının sağlanacağının bir göstergesidir. Ancak bu da şuanda Türk siyasetinin ve dünyadaki bilimsel gelişmelerin mevcut durumuna bakıldığında yeterli görülmemektedir.

Ülke olarak ihtiyacımız olan “Hayır”dan ötesidir.  Hayırdan ötesi demek; şuan tükenmişlik sendromu yaşayan ve hiçbir önemli meseleye çözüm önerisi sunamayan siyasetin sil baştan yeniden yapılanması, dünyadaki bilimsel ve bilgisel dönüşümün takip edilmesi, bu yarışa girilmesi ve ülke geleceğimizin bu doğrultuda kurulması demektir.

Türkiye’de siyasi sahada, siyasetin dışına itilmiş ilim adamı, teşkilatçı, bürokrat ve entelektüel birikimi olan çok sayıda insanın mevcut olduğunu biliyoruz. Dünü kirletenlerden ve siyaset alanını işgal edenlerden kurtulup, yeni bir geleceği “Hayır” çıkması durumunda kurabileceğimizi düşünüyoruz. Bu söylem, var olan siyasi ideolojilerden farklı, kavramları yeniden tanımlayan, dünyadaki gelişmelere açık ve onlarla paralel ilerleyen bir yeni manifestodur! 

Kaynakça:
1. Yuval Noah Harari- Homo Deus
2.Z. Bauman- Azınlığın mutluluğu Çoğunluğun Çıkarına mıdır?
3.Z. Bauman- Küreselleşme
4.Alain Touraine- Modernliğin Eleştirisi