Nereden bakarsanız bakın… Kimi desteklerseniz destekleyin, bütün çarpanlar sıfıra indirgenmiş halde. Siyaset erdemini yitirince politik sığlığın virüsü ideolojinize tevarüs eder. Dünya görüşünüzün temel referanslarını unutursanız bir yığın cahilliğiyle baş başa kalırsınız. Bu halde paradigma yoktur ve ideolojik tavır başkalaşarak cevherinden kopar. Konu üzre yaşananların bir savrulma olduğunu tarih not edecektir.

Türk Ülkücülüğü elbet bir değişimin adıdır. Nüans nokta iş bu değişimin temel değerler ölçü alınarak gelişim kavramıyla özdeşleşmesi… Misal.. Türk Töresi yaşadığımız toplumun hayat ağacıdır ve sürgit diri kılınması gerekir. Tesanüt, paylaşım, adalet ve ekososyal dengenizi sarsmamak için ne gibi bir ussal değerleme yapardınız? Elbette Ülkücü kişi töreyi kaynak referans görür, yargılar; o formda biçimlenir ve değerlenir. Modernizim ve gelişim çağında dinamik seyrin ortaya çıkardığı problematikleri sancısız çözmek ve başkalaşma yaşamamak için değerleri korumak, yani muhafaza etmek meselesine geliriz. Aklımıza ilk gelen mevhum muhafazakârlıktır. Muhafazakarlığı formel/biçimsel bir kaygı halinde görmek bizim sosyolojik çerçevemizde pek caridir. Dini ve kültürel değerlerin korunması denir; ancak metamorfoz geçirmiş yahut bozulmaya yüz tutarak sosyal zafiyetimize neden olmuş durumların tespiti ve rehabilite süreci muhakeme edilmez. Şimdi bir Ülkücü “ben muhafazakarım” dediğinde kendini sağlıklı ifade etme ve analitik saptama yeteneğinde sıkıntı yaşayacaktır.

Türk-İslam Ülkücülüğü başka ifadeyle Türk-İslam Medeniyetinin bir nevi bıraktığı değerler manzumesini sahiplenme misyonu mudur? Evet dediğimizde, imparatorluk kozmopolitimizminden doğan tarih okumanızı şimdiki Ulus-Devlet sistematiğinde yeniye ve değişime göre uyarlamak pek çetin iş olacaktır. Mızraklı İlmihal ve elifba ezberiyle sığlaşmış bir dünya görüşünde muhafazakâr kimlik bayrağı taşımak çağın Türk okumasında Bedevileşmekten öteye geçmez. Yaklaşık 600 yıl arap elifbasıyla yazılan çizilen literatür bir tarafta dururken gerçekleştirdiğimiz harf inkılabına köklü muhafazakar kimliğiniz red eyleme fiiliyle itiraz eder; hatta Türk İnkılabını tanımaz noktaya sizi getirebilir. “Pekâlâ, tamam” desek bile, 90 yıllık şöyle böyle Cumhuriyet kazanımlarının seküler ve kültürün anlaşılır, püriten sadeleşme evresi “ben muhazakarım” belagatiyle devre dışı bırakılamaz.

Türk Ülkücülüğü kendini, Türk-İslam Ülkücülüğü kimliğinde yatay kapsama ve ifadelendirme yoluna gitse de seküler ve laik nizam algısından ayrı koyamayacaktır. Nedeni bellidir; Türkler kurdukları koca koca imparatorluklarda İslam kimliğini kabullenmekte beis görmemiş; fakat Töreyi maksimum faydada hâkim kılarak beşeri ve kimlik değerlerine uygun şekilde beyan etmiştir. Kültürün içinde yaşayış, mitos, tecrübe, etkileşim, ırki ve coğrafi hassaları bütün hallinde görüyoruz. Siz, Türkiye’de muhafazakâr olamazsınız. Muhafazakâr değerler manzumesinde göreceğiniz din algılı unsurların çoğunda arabizim ve kültür deformasyonunu analiz etme kabiliyetine sahipseniz “ben Ülkücü muhafazakârım” ifadesi açıklamaya ihtiyaç duyar. Türklüğün ari kaynaklarına inerek kendinizi en az 30 asırlık ifade mecburiyetinde görerek iddia sahibi olabileceğinizi hatırlatacak hadiseler çevremizdedir. Dört mezhep, bir asr-ı saadet ve bin yıllık İslam öğretisinin sancılı sahasından kaçınmanın tek yolu o sancılı sahaya bütün bilgi ve birikiminizle girmekten geçiyor.

Muhafazakâr duruş neden sakat kalacaktır? Çağlar üstü bir dünya görüşü tasarınız evvela bin yıl öncesi temel töz ve paradigmaya sarsıntılı ve akıcı evirilmeyi farz kılıyor. Bu kompleks mevcut muhafazakar diskurların enikonu elimine edilerek, tahkimatı ve taşıyıcılığı milli kültürün kodlarını taşıyan nitelikte olmalıdır.

Türk Ülkücülüğünün temel referanslarını hatırladığımızda; Töre, Din, Folklor, Dil ve her çeşit otokton ila mobilize özgünleşmiş formlarımızın tarihsel açılımı ve kapsayıcı ideolojik dilini abat kılma gereğini müşahede ediyoruz. Bir eli Üsküp ve Kosova’da bir eli Cezayir-Mağrip coğrafyasına kadar varmış elin medeniyet yahut en azından güçlü bir kültür nüvesi taşıdığını anlamak zor değil. Temas sağladığınız her nevi kültür ve medeniyet dairesinin bu kadar çeşitliliği içinde hangi muhafazakâr dil sizi ifade ediyor? Hotan, Rabat, Sana, Üsküp, Selanik, Kırım ve daha nice etki sahasının temerküzü olan Türklüğü el-an muhafazakâr şablonla ifade işi sığ bir gayretkeşlik ve kendini tanımamak işidir. Tarih bizi enternasyonal bir paradigmaya itmemiştir; ancak milli kimliğimizin pekişmesine de biz müsaade etmemişizdir.

Tarikatların, ezber ve bağnaz tekrarların boğduğu sosyolojimize nefes aldırma süreci Ziya Gökalp’la başlamış olsa da sonrası adına bir devamlılık sürdürülememiştir. Burada siyasetin kabahati çok büyüktür. Sağ yahut sol adına siyaset edenlerin engelli dünya görüşleri temel meselelerimizin izahını ve çözümünü şu ana dek engeller durumdadır. AK Parti iktidarıyla da bu anomali değişmemiştir.

Bizler Fuzuli’yi anlayacak bir gençlik istiyoruz, elbette… ama kendi diliyle bir Leyla-Mecnun yazacak kadar nasiplenmiş eğitim ve öğreti dahilinde sonuca giderek… Ortalama 150-200 kelimelik dağarcıkla büyük Türkiye hedefinin gerçekleşeceğini sanmak bir safdillik olsa gerek. Türk İslam’ı hakkı olan telakki ve yaşayış alanına sahip olamamıştır. En mücbir sebebi de iktidar sahiplerinin İslam lafzına ve değerlerine gönderme yaparak oluşturdukları istismar sahasıdır. Günümüz Türkiye’sinde 14 yıllık İslamcı retoriğe ve şablona dönük söylemleriyle gücü elde eden iktidar olmasına rağmen Türk toplumunun ahlaki, sosyal yozlaşması ve utanılacak hadiseler yaşaması neyle ifade edilir?

Türklerin cemiyet ve cemaat hayatında Türk-İslam okumasında Bektaşilik, Ahilik, Babailik, Melamilik gibi çok ulvi değerler toplum hayatına kazandırılıp, yansımışken; bugün devleti ele geçirmek adına her türlü melaneti yapan tarikat-cemaat entrikalarına şahit oluyoruz.

Cumhuriyet bürokrasisinin tek partili dönemde aşırı pozitivist tutumunun sonucu Anadolu Türklüğünü hızla tarikat ve yobaz meşrep kliklerin kucağına atmak olmuştur. 2.dünya ülkesi tasnifine girerken şehirleşme ve sanayileşmenin doğurduğu sağlıksızlık, lümpen ve dejenere yapının tahribatını daha da artırmış, çareler bulunamamıştır.

Türk toplumun önüne doğru kaynak ve sağlam referansları koyma ihtimali siyaset ve sosyoloji dâhilinde halen mümkündür. Türk Milliyetçiliği işte bu hususlarda elinde mevcut potansiyel ila değerin farkına varmakla yükümlü. Türk Milliyetçiliğinin yegane siyasi karargahı MHP ise sorunludur. İç meseleleriyle uğraşan bu partinin acil ve şümullü bakış yeteneğini tekrar ne zaman kazanacağını merak ediyorum. Mensuplarını kemerle kovalayan ya da Meral Akşener’e söven bir dilden bu anlayış çıkmaz. Fakat kongre talebi münasebetiyle başlayan ve genel başkan adaylığına taşınan atmosferin içinde değerli duruş ve ufuk çizgisi taşıyanları görmekteyiz. Dediğim noktada gerçek bir değer, ifade ve dünya görüşümüze alan açan isim Sn. Prof.Dr. Ümit Özdağ’dır. Sövüp hakaret etmeyen, Ülkücülükten nasiplenmiş arkadaşlarım Ümit Hocayı takip etsinler derim.

Türk Ülkücülüğü İslam, medeniyet, kimlik, adalet düsturunda fikrinin sağladığı o engin kaynaklara hızla yönelmelidir. Siyaset ve idare telaşında konum koruma dürtüsüyle hatalı işler görenleri tespit ediyoruz. Ülkücü ne sağ ne muhafazakar dil ile değil, kendi kaynaklarının membaında neşet eden dil-dünya görüşü konforuna sahiptir. O konfor pratiğe tatbik edildiğinde Türklüğün her nevi büyüyüp, gelişme evresine gireceğine şüphe yok!

Umutlanmamız için pek çok sebep var; ama umutlarımız karşısında direnenlerin ortadan çekilmeme gibi inatları da var. Türk Ülkücülüğünün ufkuna gönderme yapan başta Sn. Ümit Özdağ olmak üzere bütün İdealist-Aksiyon adamlarına teşekkür etmeliyiz.

TANRI TÜRK’Ü KORUSUN