Yıl 1988,Ramazan bayramı…

Elazığ’da tutuklu olarak hastanede kalıyorum. Tutukluluğumun 7. Yılı.

Askerleri ikna ettim,bayram boyunca soyadı mecburiyeti olmadan açık görüş yapacağız…

Üç gün boyunca Fırat Üniversitesinin ülkücü öğrencileri yirmili otuzlu gruplar halinde ziyarete geldiler.

Hiç unutmam her gün rahmetli babam da gelir,bir hoş geldin der elini öper , baba bekle bu gençleri göndereyim,gelirim der,bir köşeye oturturdum.

Bir bankta boynunu büker oturur,hastane bahçesinde gençlerle yaptığım sohbeti bitirip kendisine dönmemi beklerdi.

Bayram boyunca her gün bu şekilde geldi, gitti. Ülkücü gençlerle ilgilenmekten hiçbir zaman ona dönemedim. Boynunu büküp oturduğu banka gidip iki kelam edemedim. Mahzun geldi mahzun gitti.

Sonra Diyarbakır Cezaevine naklolundum.

İki Üç ay sonra kardeşim geldi,yüzüne acı ve hüzün çökmüştü.Anladım bir şeyler olduğunu… “Abi nasıl olsa duyacaksın benden duy,baba rahmetli oldu”dedi. Nasıl oldum anlatamam. Her yerimden vuruldum. İçim acılarla doldu. Görüşme kabininde duramadım. Koğuşa geldim ağladım ağladım...

Herkes bir yakınını kaybetmenin acısını yaşamıştır,ama mahpusta bunu yaşamak herkesin yaşadığına benzemez.

Babamla kurduğum bütün hayaller yarım kaldı.

Halbuki bana ve diğer kardeşlerime ne kadar da umut bağlamıştı.

Sen büyüyecek benim arkam olacaksın derdi.

Evin tek erkek çocuğuydu.

Hayatın acımasız dalgaları karşısında hep yapayalnız kalmıştı.

Oğlum büyüyecek sırt sırta vereceğiz bana dayanak olacak diye beklerdi. Olmadı,ona dayanak olamadım. Ona bir gömlek,bir mendil bile alamadım. Bırakın bunları onu doya doya öpemedim,dertleşemedim,sarılamadım. Hastanede bile onu bir bankta boynu bükük bıraktım. Ülkücü hareketi ona tercih ettim.

Sonra noldu?

15 Temmuz’da bunlar Fetö’cü diye gammazlandık. Hem de o yaşlı babamı tercih ettiklerim tarafından.

Tek suçumuz farklı düşünmekti.

Ülkücüler artık bu ülkeyi yönetsinler demekti.

İnsanlar yanılabilir,yanıltılabilirler. Önemli olan niyettir.

Allah biliyor ki hep bu ülkenin selametini düşündük. Allah,vatan,millet diyenleri sevdik.Anamızı,babamızı bir tarafa bırakacak kadar inançlarımıza,ülkülerimize sadık olduk. Bunun için her bedeli ödedik. Bu satırların yazarı hiçbir çile imtihanından utanarak çıkmadı.Bugün konuşabiliyorsa geçmişinde utanacağı bir leke olmamasındandır.

12 Eylül’de 10.5 yıl yattım. İdam hücrelerinde bir başıma kaldım. Ama bu 92 gün kadar ağırıma gitmedi.

Hep rahmetli babam sağ olsaydı ne derdi diye düşündüm.

Bu muydu bana, annene tercih ettiklerin deseydi ne diyecektim?

İnsan farklı düşünüyor diye bu uğurda çekmediği çile kalmamış insanları gammazlar mı? Biz idam sehpasının altında bile kimseyi satmadık.Aklımıza bile getirmedik.

Dostlar yaralıyım…

Bu muameleyi hazmedemiyorum.

Göz altındayken bize sn kılıçdaroğlu,sn Akşener sahip çıktılar. Hele sn Selçuk Özdağ… Kendisi mahpustaymış gibi bir an bile bizi yalnız bırakmadı. Onlara canı yürekten teşekkür ediyorum.

Bize bunu yapanları ise-benim ülkücüye çevrilecek silahım olmadığından- önce Allah’a sonra ülkücü hareketin vicdanına havale ediyorum.