Bir seçim arifesindeyiz ya, “Nerede o eski bayramlar” misali ben de 45 – 46 yıl öncesine gidiverdim. 1973 yılında üniversite üçüncü sınıf öğrencisi idim ve o yıl yapılan genel seçimlerle ilgili propaganda dönemi Ramazan Ayı’na rastlamıştı. Öğrenciliğim sırasında, MHP fikriyatı doğrultusunda yayın yapan Devlet ve Ülkücü Gençliğin sesi durumunda olan Bozkurt Dergilerinde çalışıyordum.

Aksaray henüz il olmamıştı ve Niğde iline bağlı bir ilçe idi. Bozkurt Dergisi’nin sahibi olan Sadi Somuncuoğlu, Devlet Dergisi’nin sahibi İbrahim Metin ve her iki derginin başyazarı Galip Erdem Ağabey de MHP listesinden milletvekili adayları idiler. Dolayısıyla bizim ekip topyekûn seçim çalışmasına katılmıştı. Osman Çakır’la ben dönüşümlü olarak şimdi Aksaray’a bağlı bir ilçe olan Ortaköy’de görev yapıyorduk. Güçlü bir ilçe teşkilatı ve kalacak bir otel olmadığından 40 gece cefakâr Terzi Kemal’in elbise kesip biçtiği tezgâhında yatmışlığım vardır. O güzelim Erzurum türküsünün “Dün gece yar hanesinde yastığım bir taş idi/Altım çamur üstüm yağmur/Yine gönlüm hoş idi” diye bir anlatımı vardır ya, biz de bütün zorluklara rağmen öylesine hoş idik ve gece gündüz demeden köy köy dolaşıyorduk.

Yolumuz bir akşam yatsı vakti Ortaköy’e bağlı Balcı Nahiyesi’ne düşmüştü. Haliyle Teravih Namazı’ndan sonra köy kahvesinde konuşacaktık. Camiye girdiğimizde ilk sünnet kılınmış, kamet getirmek için kalkılmıştı ki camiye girdiğimizi gören biri müezzinlik yapacak olanın paçasından çekiştirip oturtarak bana işaret etti. O kasabaya ilk defa gidiyordum ve tanınmıyordum ama belli ki işaret eden kişi beni gözüne kestirmişti. Hani “Bu ülkücüler Fatiha okumasını bile bilmezler” diyorlardı ya, elin adamı o lafı eden gıybetçilere inat görür görmez bildiğimizi anlamıştı… Ben de verilen görevi yerine getirdikten sonra adet olduğu üzere namaz bitiminde Bakara Suresi’nin son ayetlerini okuyup “El-Fatiha” dedim. Sonra da olanlar oldu!

İmam Efendi, “Cemaat! Mendil serin, hafız var” demesin mi? Başımdan soğuk sular döküldü, yüzüm kızardı. Olduğum yerden, “Hocam olmaz” dedikçe o, “Serin, serin” diyordu. Sonra kalkıp yanına vardım ve kulağına, “Hocam, biz siyasi parti konuşması için geldik. Şimdi Kahvehaneye geçeceğiz. Ben hafız değilim” dedim. İmam Efendi bu defa, “Kahvede konuşma yapacaklarmış, hep beraber dinlemeye gidelim” deyince kahvehaneye geçtik.

Oldukça kalabalık bir dinleyici kitlemiz olmuştu ve öyle olunca da konuşuluyordu hani. O zaman mutat olduğu üzere Tarım Kentlerinden, Başbuğ Türkeş’ten, Ülkücü şehitlerden, MHP fikriyatından anlattım da anlattım. Yanımdaki arkadaşlar, dinleyicilerden bazılarının gözlerinden yaş geldiğini söylediler. Çok memnun ve mesut olarak oradan ayrıldık.

Eylül’e kalan bir dersim vardı ve Ankara’ya dönünce Osman Çakır arkadaşım görevi devraldı. Bir hafta sonra O da aynı kahvehanede konuşmuş. Haliyle konular aynı. Konuşma bitince ona, “Geçen hafta da Erbakancı bir arkadaş gelmişti, aynı senin gibi konuştu” demesinler mi? Osman Çakır, “O Erbakancı değil, bizim arkadaşımız, MHP’li” demişse de camiye girip namaz kıldık, bir de üstüne üstlük kamet getirip Kur’an okuduk ya, tamam! İşte “Algı, algı” dedikleri bu!.. Onun için ülkücüler ağızlarıyla kuş tutsalar, tuttukları kuşlara Fatiha okutsalar ve hatta hatim indirtseler de bazılarının gözünde aynıdırlar. Başkalarına kapılanmaya gerek yok, özümüze dönmek zorundayız.

“Fatiha bilmezler” safsatasının muhataplarından biri olarak bu durumu bizzat yaşadım. Ancak ne var ki şimdi Ankara’da öylesine emek çektiğimiz MHP’nin adayı yok ve benden, “Türk milliyetçiliğini ayaklar altına aldıklarını” söyleyip “Fatiha bilmezler” diyenlerin gösterdiği adaylara oy vermemi bekliyorlar. Kimse kusura bakmasın; olmaz öyle şey! Kime ya da hangi ittifak adaylarına oy vereceğimi de belki gelecek yazımda açıklarım.