Türklüğün son büyük İmparatorluğu olan Osmanlı Devleti tarihin akışına yenik düşmüş; Batılı ülkeler ilimde, fende, teknolojide, güzel sanatlarda büyük değişim yaşayarak geleceğe doğru koşarken Fatihlere, Yavuzlara, Muhteşem Süleymanlara lâyık olamayan evlatları ve torunları onların mirasını koruyamamışlardı.

Miras yalnızca üç kıtaya yayılan topraklar değildir. İlim, sanat, mimari, teknoloji de mirastır. Güzel işler, güzel ahlâk, gelenek ve görenekler de mirastır. O mirası koruyup geliştiremezseniz geriden gelenler sizi yakalar ve geçip giderler. Dünyayı okuyamayan, gelişmelere ayak uyduramayan devletler ve milletler yok olmaya ya da pek çok konuda başkalarının güdümüne girmeye mahkûmdurlar.

Devletlerin serencamı da edebi eserlerdeki giriş, gelişme ve sonuç bölümlerine benzer. İyi, güzel, çarpıcı ya da ilgi çekici bir girişi olup bunu işleyerek geliştiren ve konunun özelliğine göre güzel ya da uygun bir sonuca bağlayan eserler başarılı sayılırlar, ilgi görürler. Bir vesile ile tarih sahnesine çıkan devletler de hayatlarını sürdürebilmek için çok dikkatli davranmak zorundadırlar. Osmanlı Devleti iyi bir giriş yapmış, Anadolu’daki Türk Beylikleri birbirleri ile boğuşurlarken kendisine büyük bir hedef seçmiş ve sonunda Bizans gibi bir devi dize getirmeyi başarmıştı. Ancak ne var ki yaklaşık iki yüz yıl sonra her şey tersine dönmeye başlamış, Batılı ülkeler Rönesans ve Reform hareketleri ile ilimde, fende, güzel sanatlarda, teknolojide yeni ve modern çağlara doğru yelken açarlarken Osmanlı durmuş, geriden gelenler hızlarına hız katınca da gerileyip düşmüştür. Yani Osmanlı çağa ayak uyduramamıştır.

Hal böyle olunca önden gidenler Üç kıtaya yayılan Osmanlı Devleti’ni Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da kıskaç altına almışlar, devasa İmparatorluk paramparça olmuş, 1915 yılında Çanakkale’yi geçemeyenler 1918 sonlarına doğru devletin başkenti İstanbul başta olmak üzere Anadolu’yu baştanbaşa işgal etmişlerdi. Padişah ve İstanbul hükümeti çaresizlik içinde kıvranırken ve işgal kuvvetlerinin emirlerini yerine getirirlerken bu durumu içine sindiremeyen biri vardı: Mustafa Kemal Paşa!

O, kurtuluş hareketinin işaretini vermek üzere 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan başlayan yolculuğunu, Amasya, Erzurum ve Sivas’a uğrayıp kendisine inananlarla birlikte önemli kararlar aldıktan sonra 27 Aralık 1919’da Ankara’da sonlandırmıştı. Artık İstanbul hükümetinden bağımsız çalışılıyor, ayağı yere basan ve Türk devletini yeniden şahlandıracak kararlar alınıyordu. Padişahlık ya da Saltanat yönetiminin çare olmadığı ve bundan sonra da olamayacağı belli idi. Onun için ilk olarak Parlamenter Sistem’in temelinin atılarak Milli İrade yolunun açılması gerekiyordu. Devlet de artık bir hanedanın değil, Türk Milleti’nin adını taşıyacaktı: Türkiye Cumhuriyeti! Söylemesi bile insana gurur veriyor, tüylerimiz diken diken oluyor değil mi?

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Bu açılış, adını gururla yaşatmaya azmettiğimiz Türkiye Cumhuriyeti için atılan en büyük adımdı. Günümüzde Demokratik Parlamenter Sistem anlayışından uzaklaşılmış olsa da, gerekli düzenlemeler yapılarak yeniden ve daha güçlü bir Parlamenter Sistem’e geçilmesine duyulan ihtiyaç gün geçtikçe daha da artmaktadır. Bu konuda en büyük görev de elbette milletvekillerine düşmektedir.

Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı 23 Nisan gününü Bayram olarak ilan ederek nesilden nesile geçip Türk Milleti’ni ebediyete kadar yaşatacak olan Türk Çocukları’na armağan etti.

23 Nisan aynı zamanda, dünyada çocuklara armağan edilen ilk ve en büyük bayramdı. Türkiye’de önceleri Hâkimiyet-i Milliye (Milli Hâkimiyet) Bayramı adıyla kutlanırken 1980 yılından sonra “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” adını aldı.

Birleşmiş Milletlerin Eğitim, Bilim ve Kültür kolu olan UNESCO, 1979 yılını “Çocuk Yılı” olarak ilan etmişti. Bunun üzerine TRT, kendi tarihinin en önemli kararlarından birini vererek 23 Nisan Uluslararası Çocuk Şenliği’ni başlattı. O gelenek giderek artan ilgi ile devam ediyordu. Ancak dünyayı sarsan Korona Virüsü tam da çıkacak zamanı buldu ve pek çok faaliyet gibi Milli Hâkimiyet Bayramımızın 100. Yıl kutlamalarına da engel oluyor. Millet olarak mahzunuz, kederliyiz. Bu yıl çocuklarımız bayramlarını kutlayamayacak, dünyanın dört bir tarafından ve özellikle Türk Dünyası’nın başka diyarlarından gelen kardeşlerini misafir edemeyecekler. O halde ne yapmalıyız?

1986 yılı sonlarında Milli Eğitim Bakanlığı’ndan TRT’ye geçmiş ve Ankara Radyosu’nda program hazırlamaya başlamıştım. Hazırladığım dramatize metinlerin seslendirmesinde Devlet Tiyatrosu sanatçıları ve onların yönetiminde TRT Çocuk Kulübü üyeleri de rol alıyorlardı. Cüneyt Gündoğdu da o çocuklardan biri idi. Şimdi büyüyüp kocaman adam oldu ve yine TRT’de önemli görevler aldı ama bizim gözümüzde hâlâ aldığı roldeki Tuğrul… İşte o Cüneyt’ten şöyle bir mesaj aldım:

“Ağabey, bu yıl 23 Nisan buruk geçecek ve törenler yapılamayacak. Oysa 100. Yıldayız, Milli Birlik ve Beraberliğe de çok ihtiyacımız var. Herkes kendi çapında bir duyuru, bildiri hazırlayıp sosyal medya hesaplarından yayınlasa olmaz mı? Ayrıca balkon camlarına bayrağımızı assak ve o akşam balkonlarımıza çıkıp İstiklal Marşımızı okusak ne güzel olur. Ne dersiniz?”

Ben, “Çok güzel olur kardeşim” diyerek bu yazıyı hazırlamaya başlamıştım ki, TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un da benzer açıklamalar yaptığı haberi geldi. Yazılı ve görsel dokümanlar hazırlanıyormuş. Şentop da yine, 23 Nisan akşamı herkesi evlerinin balkonlarına çıkıp saat tam 21.00’de İstiklal Marşımızı okumaya davet ediyor. Bu arada minik bir kızımızın, “2020 Çok Özel Bir Yıl Olacak” diye başlayan videosunu da seyrettim. Minik kız, 23 Nisan’ı hep birlikte evlerimizde kutlamaya ve balkonlarımıza çıkıp İstiklal Marşımızı okumaya davet ediyor. Ne güzel değil mi?

Bu konu elbette ve öncelikle TBMM Başkanlığı’nı ilgilendirir. Herkes ve her kurum da kendince bir şeyler yapacaktır, buna eminim. Yalnız, Uluslararası Çocuk Şenliği’nin asıl organizatörü olan TRT herhalde “Virüs var” diye yan gelip yatmayacak ve 23 Nisan’ı yaşatacaktır. Hem yeni program yapma imkânı hem de zengin arşivi dururken üstünkörü geçiştirmesi yakışık almaz. Keza, sürüsüne bereket durumda olan diğer televizyon kanalları ile radyo istasyonları da üzerlerine düşeni yapmalıdırlar.

Ama unutmayalım ki “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ve 23 Nisan’ı 100. Yıla lâyık bir şekilde kutlayacak olan da Türk Milleti’dir. Haydi! Hep birlikte şimdiden harekete geçip provalara başlayalım. Bayraklarımızı hazırlayıp balkonlara çıkalım ve o gün geldiğinde saat tam 21.00’de İstiklal Marşımızı hem şiir olarak on kıt’asını hem de marş olarak bestelenen ilk iki kıt’asını okuyup yeri göğü inletelim.

23 Nisan kutlu olsun!