80 lerle birlikte başladı benim okul maceram.

İstanbul’un en küçük iki ilçesinden birinin merkezinde, ilçenin iki ilkokulundan birinde…

İstesem olmayacak şekilde Ülkü Ekinci, Mehlika Özen gibi iki efsane “Cumhuriyet Öğretmeni”nin, iki Atatürk Türkiyesi kadınının  zamanına denk gelmiştim, “Fikri hür vicdanı hür” gençler yetiştirmek için zor şartlarda çabalayan.

Belki sınıfımızda projeksiyonumuz, akıllı tahtamız, diz üstü bilgisayarımız yoktu.

Öğrenciye özel dolaplarımız, sınıf annemiz, okulda revirimiz, rehber öğretmenimiz, servis birimimiz, müzik odamız da yoktu.

Ama sınıfta öğretmen gibi öğretmenimiz vardı, bize vatan, millet, bayrak, devlet, Atatürk sevgisini aşılayan.

Hak yememeyi, çalışarak bir yerlere gelmeyi, dürüst ve ahlaklı olmayı, başkasının malına göz dikmemeyi öğreten.

Devletin malını kendi malımız gibi korumayı, kurallara uymayı, başkalarına saygı göstermeyi söyleyen.

ANDIMIZ vardı, her sabah ama her sabah gururla okuduğumuz : “TÜRK’üm, doğruyum, çalışkanım…” diye.

İstiklal Marşını söylerken de dinlerken de hep birlikte ayağa kalkardık. Şimdiki gibi bu her notasında şüheda kanı olan “MİLLİ” Marşımızı camış misli yayılarak dinleyenler olmazdı. Olamazdı.

Saçın kulak hizasını geçti mi, Müdür Yardımcılarının radarına yakalanırdın.

Yerli Malları Haftamız vardı, o zamanlar bize “kendi kendine yetebilen dünyanın yedi ülkesinden biri” olarak öğretilen vatanımızda yetişen ürünlerle kutladığımız.

Günümüzde bu hafta hangi yerli ürünlerle kutlanabiliyordur ? Muhtemelen sınıflar Amerikan menşeli hamburger menüler, İtalyan pizzalarıyla doluyordur.

Türkçe kitaplarımızda Arif Nihat Asya’nın “BAYRAK” şiiri yazıyor, din kitaplarında gerçek İslam dini anlatılıyor, Tarih kitaplarında gerçek TÜRK Kahramanları tanıtılıyor, müzik derslerinde “TÜRK ÇOCUKLARI”şarkısı öğretiliyordu.

Ez cümle eğitimimiz adı gibi “MİLLİ” idi.

İktidarlar gelecek nesilleri kendi bakış açılarına göre kategorize etmeye çalışmazlar, genç dimağları kendilerinin bile çocuklarını göndermedikleri çoğu düşük eğitim seviyeli okullara yönlendirmek için bin bir takla atmazlardı.

Velhasıl güzel günlerdi…

***

Peki ya bugün ?

Öğretmen yine öğretmen, çaba aynı çaba, meslek yine aynı kutsal meslek ama ne yazık ki sistem aynı sistem değil…

Öğretmen alımlarında, yönetici atamalarındaki ahbap çavuş ilişkileri, liyakatin rafa kaldırılması, Vefa’nın sadece İstanbul’da bir semt adına dönüştürülmesi, idealist öğretmenlerin gün be gün bilinçli olarak kırılan hevesleri alt alta eklenince malesef ülkemizde genel anlamda “sağlıklı” ve “yüksek kaliteli” bir eğitimden söz etmemiz  mümkün olmuyor.

Milletimizi “Muasır Medeniyetler Seviyesine” götürecek tren rötar üstüne rötar yapıyor…

Hal böyle olunca da Ülkü Öğretmenlerin sayısı gün be gün azalıyor, Türk Milli Eğitimi de camiayı titretip kendine döndürecek kahramanını bekliyor.

BAŞÖĞRETMEN GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN AÇTIĞI KUTLU YOLDA YÜRÜYEN BÜTÜN ÖĞRETMENLERİMİZİN 24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN…