Yargıdaki yıpranma had safhada. Toplumda genel olarak adaletsizlik zirvede anlayışı hakim. Güç zehirlenmesiyle hukuku zorlamanın her defasında sonuçları hesap edilmeksizin yapılan torba yasaların siyasallaşmış yargı eliyle tatbikatının neticesi ağır oldu, olacak. İktidar bunu gördü ve devam etmesi halinde sonuçları itibariyle kendisine zararlı olacağını anladı. Nitekim iktidara yakın gazeteci Abdulkadir Selvi, Adalet Bakanı A. Gül’ün durumu Saraya aksettirdiğini belirterek; “Yargıda önemli değişiklikler oluyor. Tutuklu gazeteciler ve aydınlar konusunda iklim değişiyor, normalleşme yönünde adımlar atılıyor. Şimdilik sadece bu kadarını söyleyebilirim” Demesiyle eşzamanlı olarak Yargıtay 16.Ceza Dairesinin (2017/1809 E. 5155 K sayılı) sohbet ve toplantılarına katıldığı ikrarı da olan bir FETÖ sanığının mahkumiyetini bozup telle tahliye eden kararı geldi.

Kabul ve itiraf etmeliyim ki mezkur karar hukuki açıdan doğru sonuç itibariyle de isabetlidir. Siyasi düşünce etkisi olmayan hukuki tanım kavram ve en önemlisi delil değerlendirmesi dürüst ve soft hukuk normlarına dayalı örnek bir içtihat olabilecek niteliktedir. Adalete olan inancımızla başından beri savunduğumuz, silahlı terör örgütü tanım ve başlangıç tarihini netleştirip ‘’cemaate sempati duyan herkesi değil de örgütün amacını bilen istekle katılıp, gerçekleştirmek için örgüt hiyerarşisinde talimat alıp çaba gayret sarf edenleri tespit ile cezalandırmanın adil ve toplum yararına olduğu düşüncemiz nihayet Yargıtay kararına dönüşmüştür. Umarım ve temenni ederim ki rıfailer karışıp değişmez, imzacıların başlarına da bir şey gelmez.

Bu hukuk hayatı ve adalet duygusu için iyi bir şeydir. Ancak kötü tarafı şu ki, olması gereken uygulama yargıç vicdanından değil de siyasi bir karar ve tercihten kaynaklanması halidir. Bir ülkede adaletin varlığı hem idari hem yargısal alanda uygulanıyor olması yönetimin lehine sonuç verir. Çünkü Şark toplumlarında ahali en baştakine yahut ilgili organın başına bakar. Adaletsizliğin yaygınlaşmasıyla halk da adalet kurumuna güvensizlik eninde sonunda iktidara fatura edilir. Adalet Bakanlığı’nın yargıyı siyasallaştıran değil, adaleti siyasetten üstün tutan bir devlet kurumu olması herkesin ve hatta kendilerinin de lehinedir.

Kuvvete dayanmayan hukuk aciz, hukuka dayanmayan kuvvet ise zalimdir. Demokrasilerde bütün güçler hukukla sınırlıdır. Siyasi bir organ olan TBMM nin yapmış olmasına rağmen hukuk siyasetten daima üstündür. Yeni bir keşfe ve icada lüzum göstermeksizin ölçüleri de nettir. Evrensel kabul görmüş temel hak ve özgürlükler, kanuni idare, idareyi denetleyen bağımsız yargı. 16.Nisan 2017 referandumuyla değişen anayasal düzen ne yazık ki bu ilkelere uygun olmadığı gibi demokratik hukuk devletini sürdürmeye elverişli de değildir. Henüz tamamen yürürlüğe girmeden bile antidemokratik uygulamalara baskıcı yöntemlere zemin hazırladığı görülmeli ve dönülmelidir. Örneğin; Seçilmiş belediye başkanlarının gönüllü istifa ettiklerini kim söyleyebilir?

Halkımızın anlaması ve ardında durması gereken ilk kavram adalettir. Çünkü adaletin varlığı ile demokratik hukuk devleti nizamı en çok zayıf güçsüz kesimleri için teminattır. O yüzden hep denir ki Adalet oksijen gibidir, varlığı fark edilmez ama yokluğu öldürür. Bugün siyaseten farklı düşünen yahut aynı partide bile hukuki güvenliği olmayan yani toplumun büyük çoğunluğunun boğulma hissi yaşaması işte bu oksijen azlığındandır. Biz adalet kördür ama karanlıkta da görür inancımızla daima adaletten yana olacağız.