Ağız tadı denilince akla şeker gelir.

Peki, “şeytana pabucu ters giydirmek” denilince aklımıza ne gelir?

Hikâye bu ya…

Kafası cin gibi çalışan ancak parasız birisi kendisine ortak arar. Yolda şeytanla karşılaşır.

Şeytan, hayırdır neden düşüncelisin diye sorar.

Adam derdini anlatır.

Şeytan, bende para çok ancak işten anlamam der.

Para şeytandan emek adamdan ortak olurlar. Ve şeker pancarı ekerler.

Hasat zamanı tarlaya giderler, şeytan adama, ben bu işlerden anlamam, bölüşümü sen yap demiş.

Adam da, toprağın altı benim üstü senin olsun, ne dersin demiş. Şeytan bakmış yerin üstü yem yeşil, yapraklar diz boyu, tamam demiş.

Adam yerin altındaki pancarları hasat etmiş, hiçbir işe yaramayan yapraklar şeytanın elinde kalmış. Ve şeytan zarar etmiş.

Bu ortaklık şeytana dert olmuş ve paramı çıkarmalıyım demiş. İkinci yıl tekrar ortak olmuşlar ve buğday ekmişler.

Yine hasat zamanı gelmiş, tarlanın başına gitmişler, akıllandığını düşünen şeytan bu sene paylaşımı ben yapacağım demiş.

Ve şeytan geçen yıldan kalma tecrübeyle, tarlanın üstü senin altı benim demiş.

İçinden kıs kıs gülen adam tamam, sen nasıl istersen demiş.

Cingöz buğdayları hasat etmiş, bir kez daha köşeyi dönmüş, şeytan ise toprağın altında bir şey olmadığı için iflas etmiş…

Bu hikâyeyi niye anlattığıma gelince… Aklınıza hemen siyaset gelmesin.

Malum, Şeker Fabrikalarının 14’ünün daha özelleştirilmesine karar verildi.

Pazarlık usulü ile gerçekleştirilecek ihalelerde işlem açık artırmayla sonuçlandırılacak.

Bilinmelidir ki, şeker pancarı öyle sıradan herhangi bir tarım ürünü değildir, etki alanı, etki katsayısı ve oluşturduğu sinerji birçok tarımsal-sanayi ürünüyle kıyaslanmayacak kadar çoktur ve büyüktür.

Lakin devletin şeker fabrikaları zarar etmektedir onun için de özelleştirilmelidir. Peki, neden aynı ülkede, aynı mevzuata uygun olarak üretim yapan özel şeker fabrikaları iyi kar ederken, devlet zarar etmektedir? Asıl yargılanması gereken husus budur.

Burada ilk akla gelenler; idari atamalar, istihdam yoğunluğu, karar sürecindeki bürokratik hantallık sayılabilir. Örneğin, konu uzmanı olmayan, üretimin ve ticaretin terminolojisini dahi bilmeyen insanlar yönetimde etkin kılındığında sadece şeker de değil her alanda aynı sonuçla karşılaşılabilir.

Burada Türk çiftçisinin suçu var mı? Elbette yoktur.

Özelleştirme için yola çıkılmıştır ve devam edilecektir ancak özellikle Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) meselesi olmak üzere işlemler çiftçi öncelikli düşünülmeli, çalışanların özlük hakları gözetilmeli ve fabrikaların gerçekten üretim yapacakların yönetimine geçmesi sağlanmalıdır.

Sözün özü, şekerde şeytana pabucu ters giydirmemek için fabrikalara asgari 10 yıl süreyle çalıştırma zorunluluğu getirilmeli, bunu destek için de, fabrikanın bulunduğu il veya ilçe ile gönül bağı olan, orada çakılı çivisi bulunan kişi ve kurumlar teşvik ve tercih edilmelidir. Ancak bu suretle, şeker sanayi dünya ile rekabet edebilecek şekilde varlığını sürdürebilir ve Türk çiftçisi de korunur.

Aksi halde mırıldanır dururuz,

Şeker gibi tatlı anılarımız vardı mazide kalan…

Şeker tadında ülkülerimiz vardı yitirilip de aranan…