Bana mı öyle geliyor yoksa gerçekten tarihsel savrulmalar mı yaşıyoruz?

Kim kimin yanında, kim kime karşı, kimin sözünden rahatsız olunur, aynı sözün kat be kat ağırını başkası söyleyince neden hoş görülür soruları kafaları kurcalamayı sürdürüyor...

Abdurrahman Dilipak uzun yıllardır yakından takip ettiğim yazarlardandır. Son zamanlarda ise en çok imrendiğim muhterem. “Ah şu bizim Müslümanlar” başlıklı yazısının bir bölümünde diyor ki, “Nefsimizi aşağılayacaktık, “kibrimiz”den yanımızdan geçilmez oldu ya hu! “Para” ve “Makam” ne kadar değiştirdi bizi. Elbiselerimiz inceldikçe, ilişkilerimiz kabalaşmaya başladı.”

Başkası dese neler demezler neler ama Dilipak olunca hoş görülüyor, iyi de ediliyor.

Sosyal medyada kısa bir not paylaşmıştım.

“Devletleri Ayakta Tutan 3 Umde” başlığıyla.

1- Adalet 2- Ehliyet 3- Meşveret. Bu üç umde bozulursa yıkım gelir ve hele adalete dokunulursa yol olur. "Hırlısı-Hırsızı, Türk’e Düşmanı-İslam’a Düşmanı, Bayrağa Düşmanı-Coğrafyaya Düşmanı, Elin Maşası-Eli Maşalı, ..." yol alır. Ve o yolun altında yaş da kalır kuru da. Ayıptır, yazıktır, günahtır, haramdır” demiştim.

Öyle tepkiler aldım ki akla ziyan. Vay sen bunu YSK Kararıyla ilgili yazdın, vay daha önce de adaletsizlik yok muydu, vay madem bu adil değil sizinkiler neden destekliyor, gibi…

Günümüzde öyle bir önyargı oluştu ki, her söz aynı adrese yoruluyor. Ya bendensin ya da kara toprağın mantığı aydınından avamına her kademede baş tacı. Hele sosyal medya trolleri, pusatlarının kabzasından bile mermi çıkıyor.

Oysa insan zamana göre değil inancına göre yaşamalı ve yazmalıdır, hakaret etmeden eleştirebilmelidir, eğer vicdanı kanıyorsa dilsiz olmamalıdır ve hele mübarek Ramazan’da oruç ağızla kul hakkı yememelidir. İşte bu nedenle Dilipak’a imreniyorum, vicdanının sesiyle yazıyor ama aynı mahalleden görüldüğü için kimse bir şey demiyor.

Adalet bugünün konusu değil ki, insanoğluna her zaman lazım ve kimin ne zaman ihtiyaç duyacağını da sadece Allah bilir. Tarih bugünün mağdurlarının yarının mağruru, yarının mağrurlarının da sonrasının mağduru oluşunun örnekleriyle doludur.

Bizim üç umde konusundaki hassasiyetimiz yeni değil. 1980'lerde yazdığım "Osmanlı'dan Ombudsmana"başlıklı yazımda da Adalet-Ehliyet-Meşveret konusunu işlemiştim. O zamanlarda Ombudsman sözcüğünü duyan bile çok azdı.

Sahi Ombudsmana tam da bugünlerde ihtiyacımız yok mu? Anayasamıza göre, Ombudsmanlık (Kamu Denetçiliği) Kurumu, “…idarenin işleyişi ile ilgili şikâyet üzerine, idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve idareye önerilerde bulunmakla…” görevlendirilmemiş midir?

Türkiye’nin Ombudsmanı Sayın Şeref Malkoç’un neden hiç sesi çıkmıyor? Kim bilir belki de ombudsmana şikâyette bulunan olmamıştır.

Es-selam olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun Adalet-Ehliyet-Meşveret üçlüsüne Kuran-i ve insan-i olduğu için saygı gösterenlere, daha önce de bunlara uyulmamıştı gerekçesinin arkasına sığınmadan adil olana, işi ehline verene ve bilene danışana...