Ahlaksız Siyaset Olur mu?

Abone Ol

Ülkemizde ne zaman siyasetten söz açılsa bir ahlak problemi yaşandığını herkes kabul ediyor. Bu kanaatin oluşmasında sık sık gündeme gelen siyasetçilerin yaptıkları yolsuzlukların tesiri büyük.

Siyasi ahlakın yerleşmediği toplumlarda siyasete girerken fakir olanların kısa zamanda büyük servetlere sahip oldukları gizlenemez bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

Siyasette ahlak hakim olmayınca siyasi erki elinde tutanların yolsuzluk yapmaları da kaçınılmaz oluyor.

Bugün özellikle belediyelerden söz edince insanların aklına “yolsuzluk, rüşvet vb.” kanun dışı icraatlar geliyorsa o ülkede siyasi ahlaktan bahsetmek mümkün olmuyor.

Peki neden siyasi arenada ahlak hakim olamıyor?

Buna sosyologların, siyaset felsefecilerinin, pedagogların cevap araması gerekmez mi?

Geçmişte hükümetlerin düşürülmesinin en büyük gerekçelerinin başında yolsuzluklar geldiğini biliyoruz. Bugün de hükümetler hakkında en çok iddialar yapılan suçlamalar yolsuzluklar, torpiller ve siyasi kayırmacılıklar geldiği de üstü örtülemez bir gerçek.

Bir sohbette bana sorulan, “Siyaset arenasında niçin ahlaklı insan az?” sorusuna biraz da ironi içeren şöyle bir cevap vermiştim:

“Etik çıktı çıkalı ne siyasi arenada ne toplumda ahlak kalmadı!”

Ahlakın adını etik koyarak neyi çözebiliriz ki?

Etik kavramı köken olarak, “gelenek, huy ve karakter” gibi anlamlara gelen Yunanca “Ethos” sözcüğünden türetildiği söylenir. Siz ahlakı kaldırıp yerine “etik” kavramını koyarsanız toplumda ne ahlak kalır ne siyasi doğruluk!

İnsanın hangi alanda olursa olsun ahlaklı olması için bir değerler sistemine, inancına inanması ve bunu hayatının merkezine yerleştirmesi gerekir. Siyasi alanda Makyavelist anlayışı içinde, “Hedefe gitmek için her yol meşrudur.” İlkesini hakim kılarsanız orada ahlaktan veya siyasi etikten söz etmek asla mümkün olmaz.

Bugün ülkemizin en büyük sorunlarının başında siyasi ahlak sorununun geldiğini söylersem herhalde mübalağa etmiş olmam. Bir siyasetçi dün beyaz dediğine bugün siyah diyebiliyorsa orada bir siyasi felsefeden söz etmek mümkün olmadığı gibi nasıl bir sorunla karşı karşıya kaldığımız kendiliğinden ortaya çıkar.

Felsefe hem teorik aklı hem pratik aklı soruşturmalarında ilke olarak alır. Siyaset felsefesi ise insanın siyasi etkinliklerini, bir bütün olarak toplumu ve düzenlemelerini belirleyen ilkeleri eleştirir ve sorgular. Siyasi arenadaki eylemlere yön veren ve pratik aklı soruşturan siyaset felsefesinden yoksun fert ve toplumların ahlaki dejenerasyon içinde boğulması kaçınılmazdır.

Devlet yönetirken belli bir siyasi ahlaka sahip değilseniz, elinize geçen güç, kuvvet ve ekonomik imkânların dağıtımında adaletli olmanız zordur. Her ahlaki ilke gibi her siyasi görüş de belirli bir insan anlayışına dayanır. Buradan hareketle de etik ve siyaset arasında çok sıkı bir ilişki olduğu açıktır. Aristo, her siyaset temsilcisinin dayandığı temel ilkelerin aslında etik ilkeler olması gerektiğini savunurken bu ilişkiden bahseder.

Siyaset doğrularının ancak ahlaki ilkelerle açıklanabilir oluşu, siyaseti arenaya mutlaka siyasi ahlakın hakim olması gerektiğini de zorunlu kılar.

Ahlakın varlık temelini, insanın kendine mahsus tabiatı oluşturur. İnsanın siyasi arenada ahlaklı bir varlık olması, onun devlet yönetirken adaletli olmasını netice verir. Tam aksi ise elde ettiği devlet erkini kendi menfaati uğruna harcayan bir ahlaksız insan derekesine düşürür.

Bize göre ahlakın temelini inanç oluşturur. Bir büyük mahkemede hesap vereceğine kesin olarak inanan birinin siyasi arenada ahlaksızlık, yolsuzluk, adam kayırmacılığı ve adaletsiz davranması mümkün değildir. Eğer bu denilenler yapılıyorsa o kişi de mutlak bir inanç eksikliğinden söz edebiliriz.

Siyaset insanın başkalarıyla ilişki içinde gerçekleştirdiği eylemlere bağlı olarak ortaya çıkan bir olgudur ve aynı şekilde etik de insanın başkalarıyla ilişki içinde gerçekleştirdiği eylemlere açıklama getiren bir disiplindir. Öyleyse her siyaset olgusu aslında ahlaki bir inanca dayanmak zorundadır.

Yukarıdan beri serdettiğimiz düşünceler ışığında ahlak ile siyaset arasındaki ilişki içinde hangisinin önce geleceğinin cevabını da vermiş olduk.

Bir ülkede siyasetçiler ahlak ilkelerini gözeterek bir yönetim biçimi uygulayabiliyorlarsa o ülkede insan hak ve özgürlüklerinden söz edebiliriz. Çünkü siyasetin temel mefhumları ancak ahlakın temel kavramlarından hareketle açıklanabilir.

Ülkeyi yönetenlerin ahlak problemi varsa, artık o ülkede huzursuzluk, adil paylaşma yokluğu, siyasi çalkantılar, ekonomik krizler kaçınılmaz olur. Böyle bir durumda ahlakın adını etik, yapılan yolsuzlukların adını “davaya hizmet” koysanız da sonuç değişmez.

İktidarlar yıpratıcıdır. Bu yıpratıcılıktan kurtulmanın tek yolu özü sözü doğru, yolsuzluk yapmayan, adam kayırmacılığı, torpili yanına yaklaştırmayan ahlak sahibi bir siyasetçi olmaya bağlıdır. Aksi halde Erzurumlunun dediği gibi dersiniz:

“BU DEVA NE DEVASIDIR.”

Şimdi bu ne demek diyeceksiniz?

YAŞANAN BİR HADİSEYİ ANLATAYIM DA “Deva”nın ne devası olduğuna siz karar verin.

Erzurumlu bir işadamının iki oğlu varmış. Biri İstanbul’da okuyor diğeri ise Erzurum’da işlerin başında duruyormuş. İstanbul’daki kardeş iki de bir abisine haber göndererek yüklü miktarda para istiyormuş. Abisi “bu para ne için?” dediğinde ise İstanbul’da okuyan kardeş, “Abi Deva için” diyormuş.

Aradan uzun zaman geçmiş ve İstanbul’daki kardeş okulunu bitirerek memleketine dönmüş. Abisi hoş beşten sonra kardeşini karşısına alarak Erzurum şivesiyle şöyle sormuş:
- Gardaşım! Sen ihtiyacının onlarca kat fazlası habire benden para istedin. Deva için dedin. Ben, karı marı dersen anlirem, işret mişret dersen onu da anlirem. Kumar mumarı da anlirem ama bu Deva ne Devasıdır bir türlü anlamirem. Bana anlatsana bu deva ne devasıdır?

Sahi özellikle siyasi arenada “Dava, Dava adamı, Davanın lideri vb.” gibi kavramlarla hangi davadan bahsediliyor. Bu davanın siyaset ve ahlak ilişkisinde hangi ilkeler geçerlidir?

Okuyucularımdan bu kavramlar üzerine düşünmelerini rica ediyorum. Zira bu ülkenin geleceği bu kavramların yerli yerine oturması ve siyasi alana ahlakın hakim olmasıyla mümkündür. Yoksa her dönemeçte yeni ve farklı bir krizle karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olur.