Kaç gündür AİHM'in Selahattin Demirtaş ile ilgili kararı tartışılıyor. Karara uyulsun diyenler hemen top atışlarına tutuluyor, HDP ile özdeşleştiriliyor, teröre destek olmakla suçlanıyor. Böyle bir ülkede farklı düşünceleri ifade etmek zordur. Suçlanmayı, itibarsızlaştırılmayı, hatta hapishaneyi göze almadan konuşamazsınız.

Uzmanlar, AİHM kararlarına uymamanın sonuçları ile ilgili görüşlerini açıkladılar, teknik ayrıntılara girmek istemiyorum. Sadece iki hatırlatma kafi, birincisi Yunanistan'ın Albaylar cuntası döneminde Avrupa Konseyinden atılması, ikincisi 12 Eylül darbesinde Türkiye'nin Konsey toplantılarına -demokrasiye geçinceye kadar- alınmamasıdır. Bu işin yaptırımları vardır, bir şey olmaz diyenlerin bunları hatırlamasında fayda var.

Demirtaş ile ilgili kanaatlerimi defalarca yazdım, evet Demirtaş Kobani olaylarının faillerinden biridir. Vatandaş sokağa çağrılmasa 6-8 Eylül olayları olmayacak onlarca vatandaşımız hayatını kaybetmeyecekti. Saldırganların önce Ziya Gökalp müzesini hedef almaları, oradaki nadide eserleri yok etmeleri de saldırının planlı olduğunu akla getirmektedir. Maşeri vicdanda Demirtaş, çoktan mahkûm edilmiştir. İktidar ve ortaklarının bu konu üzerinde bu kadar tepinmelerinin nedeni de budur, maşeri vicdanın kararından oy ve destek devşirmek.

Kararda, Demirtaş masumdur bu adamı niçin yargılıyorsunuz denmiyor, uzun tutukluluktan dolayı hak ihlali olduğu, dolayısıyla serbest bırakılması gerektiği ifade ediliyor. Şimdi bırakın, suçluysa cezasını yine verirsiniz anlamına gelebilecek bir karar bu. Fakat iktidar ve paydaşları bunun böyle olduğunu bile bile kararı -Demirtaş aklanmış gibi- kamuoyuna aktarmayı tercih ettiler. Öbür türlü kararı köpürtemeyeceklerini, milli duyguları istismar edemeyeceklerini biliyorlardı çünkü.

Kararın mahiyeti böyle olmasına rağmen, iktidar kanadı Kararı'ı milliyetçiliğin ölçüsü haline getirdi. Karar uygulansın diyenler hain, uygulanmasın diyenler vatansever oldu. Her konuda olduğu gibi bir mahkeme kararı ayrışmanın, kutuplaştırmanın aracı haline getirildi.

Ne Demirtaş, ne de AİHM kararı milliyetçiliğin ölçüsü olamaz, hele Öcalan'ın idamını askıya alanların, asılmasın diye idamı kaldıranların kimseye milliyetçilik taslama hakkı hiç olamaz. Milliyetçilik, ülke ve millet için doğru olanı -hiç bir duygusallığa kapılmadan- yapmaktır. Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ilk imzalayan ülkelerden biridir, AİHM'in yargılama yetkisini devlet olarak kabul etmiş, bunu Anayasa'nın 90. maddesine de yazmıştır. Bir devletin attığı imza onun namusudur. İmzaya sadakat, o devletin uluslararası güvenirliğinin, itibarının bir gereğidir. İmzasına uymayan bir devletin atacağı imzalara bir daha hiç bir devlet güvenmez. Bu noktada düşünülmesi gereken, devletin namusu olan imzasından Demirtaş için vazgeçilip geçilmeyeceğidir. Milliyetçilik önce bu sorunun cevabını arar ve ona göre hareket eder. Üstelik AİHS ve AİHM kararları AB müktesebatının da bir parçası haline gelmişken. Milliyetçilik, imzasına sadık olmayan bir devlet olmayı kabullenmek midir, yoksa Karar'a uyup Demirtaş'ı adli kontrol ile (Yurt dışı yasağı, imza veya elektronik kelepçe)bırakıp, o imzanın arkasında durmak mıdır? Demirtaş gibi niceleri (mesela Rahip Brunson) bir telefonla bırakılırken kimsenin aklına milliyetçilik gelmiyordu. Terörle mücadele edelim, en sert tedbirleri alalım ama bunu yaparken de dünyayı karşımıza alarak yeni sorunlar yaratmayalım.

PKK, uluslararası desteklerle yaşayan bir örgüt. Öcalan, yakalandığında bu devletlerin bazılarını açıkladı. Terör sorunu artık bir iç sorun değildir.Ona müzahir olanları da bir şekilde ikna etmek gerekiyor. Bunun yolu da hukuktan ayrılmamak, dışarıya adaleti gözardı eden bir devlet imajı vermemektir. Karar uygulanmalı, yargılama sonunda da ortaya çıkan sonuç neyse ona göre hareket edilmelidir. Bu mücadelenin hukuk içinde yürütüldüğüne inandırmadan dış dünyanın desteğini alamayız.