Son günlerde, Pamukkale Üniversitesi Rektörü’nün, kendi eşinin nerede ise boyu, kilosu ve ayakkabı numarası hariç adrese teslim iş ilanı vererek kadro vermesi gündem olmuş, iş sosyal medyada alay konusu olup kamuoyunda tepkilerle karşılanınca Rektör Bey’in YÖK tarafından görevden alındığı açıklanmıştı.

Bu uygulama elbette ilk değildi ve benzer eş – dost, aile hatta sülale kayırmalarını hatırlamamıza sebep oldu. Özellikle, “Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verilen ve dünyada başka örneği olmadığı için ne olduğu hâlâ anlaşılamayan uygulamadan sonra seçimle değil de doğrudan atama ile iş başına gelen Rektör Efendiler arkalarında büyük bir güç olduğu vehmine kapılarak keyfi, haksız, hukuksuz uygulamalara imza atmaya başladılar.

Bir örnek:

“Rektörün Aile Şirketi: 3 kızı, 2 damadı, 1 yeğeni Öğretim Görevlisi!..”

Bir başka örnek:

“Bu ne lan? Rektör: Prof. Dr. Gıyasettin Baydaş, Rektör Yrd: Burhanettin Baydaş,

Öğr. Görv: Yrd. Doç. Dr. Abdulvahap Baydaş, Öğr. Görv: Yrd. Doç. Dr. Zeynep Baydaş, Araşt. Görv: Mahmut Baydaş, Araşt. Görv: Fatma Baydaş…”

Altında bir yorum: “Köfteci dükkânında bile bu kadar akraba olmaz. Bu ne lan?”

Bir başka yorum: “Şu kadar yıllık öğretmenim. O üniversiteye gidip de mesela adım Ramazan Baydaş desem en azından Doçent olurum!”

Bu uygulamalarda elbette “Her ile bir, bir de yetmez üç – beş üniversite” açma saçmalığının da rolü var. Böyle olunca, altyapısı olmayan üniversitelere altyapısı ve kariyeri olmayan “öğretim üyeleri” ya da “görevlileri” atamak elzem haline geliyor. Hızını alamayan Rektör Efendiler işte böyle eş – dost- akraba şirketi misalince işi götürmeye çalışıyorlar. Sonunda da oralardan mezun olanlar da haliyle “diploma” aldıkları için dört başı mamur, tam teşekküllü üniversitelerden mezun olanlarla aynı haklara sahip oluveriyorlar! Keza, önceden nerede ise kurmaylık sınıfı gibi zor ulaşılabilen “doktorluk” unvanının da tabir yerinde ise “çerez gibi dağıtıldığı, leblebi – çekirdek gibi yendiği” iddiaları var!

Yeri gelmişken, değerli arkadaşımız Prof. Dr. Nedim Ünal’ın bazı ülkelerle Türkiye’nin nüfus ve üniversitelilik oranlarını karşılaştıran araştırmasına yer verelim:

“Bu Avrupalıların ahmak olduğunu biliyordum da, bu kadarına da pes doğrusu” diyen Nedim Hoca şöyle devam ediyor: “Gelsinler de şu eğitim işlerini nasıl halledeceklerini bizim YÖK’ümüzden ve Milli Eğitim Bakanlığımızdan öğrensinler!..”

Sonra da o ülkelerin nüfus ve üniversite öğrenci sayıları ile bizimkileri yaklaşık olarak veriyor:

Almanya: Nüfus: 85 milyon, Üniversite Öğrenci Sayısı: 2.806.000

Fransa: 68 milyon, Üniversite Öğrenci Sayısı: 2.480.000

İngiltere: 67milyon, Üniversite Öğrenci Sayısı: 2.380.000

İsviçre: 8,5 milyon, Üniversite Öğrenci Sayısı: 295.149

Hollanda: 17 milyon, Üniversite Öğrenci Sayısı: 836.946

TÜRKİYE: 83 milyon (Yani Almanya ile eşdeğer), Üniversite Öğrenci Sayısı: 8 milyon 766 bin 615.”

Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da 2019 – 2020 Akademik Yılı açılışında yaptığı konuşmada “Üniversite sayısının 207’ye, üniversitede okuyan öğrenci sayısının da 8 milyona çıktığını” ifade ediyordu.

Sahi bu nedir? Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkelerin daha çok mesleki eğitim öğretime önem vererek eskiden “Sanat Okulu” dediğimiz meslek liselerini canlandırmaları gerekirken bizde tamamen tersi yapılıyor. Dolayısıyla açılan bunca üniversitede belli bir kalitenin yakalanması mümkün olmadığı gibi “Üniversiteli işsizler ordusu yetiştiriliyor” desek yeridir. Adı geçen ülkelerle Türkiyemizin kalkınmışlık, gelişmişlik durumu da zaten her şeyi bütün açıklığı ile ortaya seriyor. Bir başka deyişle, aynı nüfusa sahip olmamıza rağmen üniversiteli öğrenci sayısı bakımından nerede ise Almanya’nın üç katına çıkmış olmamız bilim ve teknoloji açısından hiçbir şey ifade etmiyor. Önemli olan kalite ve kantite/niceliktir. Bunu sağlayamadığımız takdirde üniversite sayımızı bin beş yüze, öğrenci sayımızı 83 milyona çıkarmamızın da bir önemi ve değeri olmayacaktır.

Yukarıda, üniversitelerdeki kadrolaşmadan bazı örnekler vermiştik. Bunlarla birlikte çeşitli devlet kurumları ve devletle bağlantılı şirketlerde aile ve hatta sülale boyu önemli görevlere atananları da unutmamamız gerekiyor. Daha önceleri Düzce Belediye Başkanı ile İstanbul’da sesi çok çıkan ve FETO’yü öve öve bitiremediği videosu ortalıkta dolaşan AKP Grup Başkan Vekili Mehmet Tevfik Göksu’nun nerede ise akrabalarından kimseyi açıkta bırakmadan belediyelere yerleştirdikleri çokça konuşulmuş, listeleri yayınlanmıştı. Kısacası bütün kurumlarımız birbirine benziyor, benzetiliyor. Hele de o üç – beş yerden maş alanlar, kariyer, ehliyet, liyakat sahibi olmadıkları halde alâkasız yerlere atananlar var ya! Ne diyeceğimi, ne yazacağımı bilemediğim için susma/yazmama hakkımı kullanıyor, bir önceki yazımın sonuna aldığım Enbiya Suresi 47. Ayet’i tekrar ediyorum:

“Biz, Kıyamet Günü için adalet terazileri kurarız da artık kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Yapılan, bir hardal tanesi kadar dahi olsa onu getirir ortaya koyarız. Hesap görücü olarak biz yeteriz!”