Cehaletin yaşam biçimi ve dünya görüşü haline geldiği bir coğrafyada yaşıyoruz.  Kinimiz ve öfkemiz bedevi vahşetine dönüşmüştür. İnsanlığa meydan okuyoruz. Zihnimizin kurguladığı eylem ve söylemlerimize vicdanlarımızı rahatlatmak adına Tanrı’y ı ve kutsallarımızı ortak ediyoruz.

Zihnimizi şekillendiren “yapay kutsallıklar” ve ideolojiler bizleri hayattan koparıyor.  Diğer ülkeler ve insanlığın nezdinde öcü haline getiriyor. Dünyaya ve insanlığa bakış açımız bizleri yalnızlaştırıyor; yalnızlığa mahkûm ediyor. Cehaletimizden beslenen siyasetçilerimiz mevki, makam ve menfaatlerini korumak adına sürekli cahilliğimizi kaşıyor, kanımızla besleniyorlar. Bu durumu ne zaman fark edeceğiz? Fark edebilecek miyiz?

Şimdi bu iddiaları ülkemizde yaşanan birkaç olayla belirgin kılmaya çalışalım. Kamera ve ses kayıtları altına alınan bir sohbette (FETÖ örgütünün lideri) Fetullah Gülen hararetli bir konuşmanın ardından eline verilen peçeteler ile burnunu siliyor ve yere atıyor. Etrafındaki dinleyiciler peçeteleri toplayıp ağzına atıyor ve yutuyorlar. Bu sümüklü peçeteleri yiyen zihniyet bu ülkede kadrolaştı. 15 Temmuz gecesi üstümüze bombalar yağdırdı. Tanrı ve kutsalların motive ettiği bu cehalet başarılı olsaydı; Türk milletinin felaketine sebep olmayacak mıydı?

Diğer yandan bu terör örgütüyle mücadele etiğini söyleyen siyasal iktidar; ilim yapıp geleceğimizi kuracak en önemli kurumun (Tübitak) başına hayvanat bahçesi müdürünü atıyor. Ülkede sahte doktor, sahte hâkim, sahte polis söylemleri çoğalınca “Sahte diplomaları araştırma komisyonları” kuruyor. Bu komisyona atadığı adamın diploması sahte çıkıyor. Bu kısır döngü geleceğimizin ne denli tehlike altında olduğunu göstermiyor mu? Ülkemiz ve milletimizin devasa örgütlü bir cehaletin kuşatması altında olduğunu fark edebilecek miyiz?

İşin vahametini örtüp, meydanlarda yüksek sesle küresel güçlerin, Batı emperyalizminin bizi bölmek istediği yönündeki tek yanlı beyanlarla toplumu yanıltma yolunu tercih etmemiz doğru mudur?

İçimizde ve eğitim kurumlarımızda yetiştirdiğimiz ordumuzu, polis teşkilatımızı, adalet sağlayacak mahkemelerimizi, eğitim kurumlarımızı ele geçirmeye çalışan ve kısmen ele geçiren bu hastalıklı zihin yapısı bütün eylemlerini din ve tanrı adına yapıyorsa; din ve tanrı konusundaki algı ve anlayışımızın sorgulanması gerekmiyor mu?

Dini kurumumuzun başında bulunan diyanet işleri başkanımızın daha üç yıl önce bugün terör örgütü kabul ettiğimiz FETÖ liderine övgü dolu mektup yazdığı biliniyor. Diyanet işler başkanı halen görevine devam ediyorsa ve bu kurum aracılığı ile din adına her gün topluma cehalet pompalanıyorsa; biz kiminle neyin mücadelesini veriyoruz? Devlet kurumlarını cahiller ve hastalıklı zihin yapısına teslim edip; emperyalizm ve batı düşmanlığı yapmak, aklın ve mantığın alabileceği bir şey midir?

Üzerine patlayıcı bağlayarak canlı bomba olmayı kabul eden bir teröristin; şehit olup cennette kavuşacağını düşündüğü 3-5 huri ile yatma hevesine kapılıp cinsel organını çelik bariyer ile muhafaza etmeye çalışması gülüp geçilecek bir olay mıdır?

Tanrı ve din anlayışı insanı insan olmaktan çıkarıyorsa;  bizim, düşmanı; bu zihin yapısını oluşturan temelde aramız gerekmiyor mu?  Kuşatılmış ve bastırılmış cinselliğimiz cennette vaat edilen birkaç huri uğruna insanlığı yok etmeye yönelmişse koskoca IŞİD ve benzeri terör örgütlerini istisna mı kabul edeceğiz? Bunları bu hale getiren tanrı, din, inanış, düşünce ve eğitim kurumlarımızı gözden geçirmemiz germiyor mu?

Evet! Bütün bu sorunlara ve sorulara cevap verecek, yol gösterecek devlet nezdindeki ilim ve siyaset kurumlarıdır. İlim ve siyaset kurumlarının içine düştükleri durumu yukarıda özetledik. Bu garabet halindeki durum Türk Toplumunun değişik katmanlarında hissedilmiş olacak ki; aşağıdan “Yeni bir siyaset” anlayışının gerekliliği yönünde bir beklenti ve zorlama olduğunu değişik araştırma ve incelemeler sonucu öğrenmiş bulunmaktayız. Evet-Hayır referandumu bu istek ve beklentiyi daha belirgin kılmıştır.

Şimdi ne yapacağız?

Bu soruyu cevaplamadan önce gelişmiş ve kalkınmış ülkeler bu konularda ne yapıyor; onlara bir göz atmak gerektiğini düşünüyoruz.

Bugün gelişmiş ülkeler nano-micro chiplerle insan vücudunda dolaşarak hemen hemen her hastalığı teşhis edebiliyorlar. Hastalıklar konusunda, bu microchiplerin gönderdiği bilgilerle tedavi yoluna gidebiliyorlar. Başka bir araştırmada ise Google ve Microsoft’un milyar dolarlar harcayarak ürettikleri çocuk bezleri; idrar ve dışkıdan çocukların hastalıklarını teşhis edebiliyorlar. Bu chipler aracılığıyla vücudumuzda ölmekte olan hücrelerin yerine yenilerini üreterek insan ömrünü uzatabileceklerini söylüyorlar.  Bir başka araştırmanın konusu ise insan zihnini okuyan akıllı aygıtlardır. Bu akıllı aygıtlar karşımızdakilerin ne düşündüğünü okuyarak bu bilgileri bizlere aktarabiliyorlar.

Evler için tasarlanan yapay zekalı robotlar güvenlik dahil evimizdeki bütün işleri yapabilecek şekilde tasarlanmaktadırlar.  Kendi kendini onaran diş, kendi kendini onaran tekstil ürünü, kendini onaran beton, tek kişilik uçuş imkânı sağlayan dronelar, video kaydeden kontakt lensler üretmektedirler. Çok değil 3-5 yıl içinde hepimizin evinde ve yanında bulunan akıllı telefonlar kan basıncı, şeker ve psikolojik durumumuzu an be an bizlere bildirecektir.

Dünya bu doğrultuda ilerlerken; bizim teröre, popülist yatırımlara, acımadan ülke kaynaklarını heba ediyor oluşumuz sorgulanmamalı mı? Bizim de ülke olarak bu bilim yarışına girmemiz gerekmiyor mu? Bu yarışın dışında kalmaya devam ettiğimiz müddetçe; ülkemizin kaderi, yarışın kazananların elinde olmayacak mı? “Emperyalizm ve küresellik bizi yok etmek istiyor, bizi yıkmak istiyor.” Diye sokaklarda, yüksek sesle bağırıp çağırmak bizi nereye götürecek?

Dünyada gelişen siyaset, aklın ilmin ve deneyimlerin üzerinden şekillenmektedir. Dolayısıyla biz akıl, bilim ve deneyimler üzerinden yeni bir siyaset anlayışı ortaya koymak zorundayız. Milyar dolarlar verip satın aldığımız bilimsel buluşları;  kendi kurumumuza ciddi yatırımlar yapıp üretmeliyiz. Beyin göçünü önlemeli, genç ve dinamik beyinleri “Üretmek” konusunda teşvik etmeliyiz. Bütün dünyanın içinde olduğu bilimsel güç yarışına dahil olabilmek için; akıl, bilim ve deneyimler üzerinden çağa uygun yeni bir siyaset geliştirmeliyiz.