1973 yılında yapılan Genel Seçimlerle ilgili propaganda çalışmaları Ramazan ayına rastlamıştı. O tarihlerde Ankara’da üniversite öğrencisi idim ve aynı zamanda Bozkurt Aylık Ülkü Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürü idim. Dergimizin sahibi Sadi Somuncuoğlu memleketi olan Niğde’den milletvekili adayı olduğu için dergi görevlileri olarak bizler de çalışmalara katılıyorduk. O yıllarda Aksaray henüz il olmamıştı ve Niğde’ye bağlı idi. Ben, şimdi Aksaray’ın ilçesi olan Ortaköy’de görevliydim. Bir akşam Balcı Kasabası’na yolumuz düşmüştü. Kasabaya girdiğimiz sırada Yatsı ezanı okunduğu için hazırlığımızı yapıp camiye girmiştik ki, cemaatten biri kamet getirmek üzere kalktığı sırada bizi gören yaşlı bir amca paçasından tutarak onu oturttu ve beni işaret edince kamet getirdim. Dolayısıyla Yatsı Namazından sonra kılınacak Teravih namazında da müezzinlik yaptım. Namazdan sonra adet olduğu üzere Bakara Suresi’nden “Amenerrasulü” diye başlayan ayetleri okuyunca İmam Efendi ne dese beğenirsiniz?

Cemaat, hafız var; mendil serelim!

Ne hale düştüğümü, yüzümün nasıl kızardığını anlatamam. Ben, “Hocam, olmaz” dedikçe o mendil serdirmekte ısrar ediyordu. Baktım olmayacak, kalkıp yanına giderek, “Hocam, biz seçim konuşması yapmak için geldik. Kahvehanede toplantımız var. Mendil işi olmaz” deyince İmam Efendi bu defa cemaati kahvehaneye davet etti:

Cemaat! Kahvede konuşma yapacaklarmış, haydin, hep beraber dinlemeye gidelim!

Ve geldiler… Kahvehanenin zaten kendi müşterisi var. Bir de cemaat gelince içerisi – dışarısı

tıka basa doldu. Ben de o kalabalığı görünce coştum da coştum tabii. Gençliğin heyecanı ve o zamanın MHP politikalarına uygun olarak “Başbuğ Türkeş”, “Ülkücü Şehitler”, “Milliyetçi Türkiye”, “Dokuz Işık”, “Tarım Kentleri”, “Doğruluk, dürüstlük, ahlak” gibi konuları anlattım da anlattım. Birlikte gittiğimiz arkadaşlar, ülkücü şehitlerden söz ederken dinleyenlerin gözlerinden yaşlar süzüldüğünü söylediler.

Eylül’de vermem gereken bir ders olduğu için Ankara’ya dönünce görevi Devlet ve Bozkurt dergilerinde birlikte çalıştığımız Osman Çakır arkadaşıma devretmiştim. Benden bir hafta sonra o da aynı kasabaya gidip konuşma yapmış. Haliyle benzer konular anlatınca dinleyenler bakın ne demişler?

Geçen hafta da Erbakancı bir genç gelmişti, aynı senin gibi konuştu!

İşte böyle efendim… Sen ne söylersen söyle; camide müezzinlik yapar ve üstüne bir de

Kur’an-ı Kerim’den birkaç ayet okursan söylediğin her şey silinir ve alnına “Erbakancı”, “Erdoğancı” ya da bilmem neci etiketini yapıştırıverirler. Senin belki de yakıştırılanlardan daha önce ve daha samimi Müslüman olman bile çare değildir artık!

İşte bu olana “Algı” diyorlar. O yıllarda belki kendiliğinden oluşan sınırlı sayıda “algı” vardı ama günümüzde profesyonelce “Algı Operasyonları” yapılabiliyor, “Algı Oluşturma” mangaları/pardon trolleri kurulabiliyor. Onlara belki “Algı Simsarları” demek daha doğru olabilir.

Algı Simsarlarının en yıkıcı görevlerinden biri de insanlarda önyargılar oluşturmak. Dini, milli hassasiyetler, adetler ve gelenekler ya da etnik farklılıklardan dolayı zaten bir “önyargı” altyapısı olanlar kolaylıkla bu sele kapılıp gidiveriyorlar. Siyaset kurumu da insanlardaki bu zafiyeti acımasızca ve tabir yerinde ise tepe tepe kullanıyor.

Malum; atomu parçalayan Einstein, o yaptığı büyük ama çok büyük buluştan daha büyük ve daha doğru bir söz söylemiş. Demiş ki Einstein, “Önyargıları yıkmak atomu parçalamaktan daha zordur!” Bunu zaten biz de, bütün insanlık âlemi de yaşayarak görüyor, biliyor ve anlıyoruz.

Nasıl ki, gençliğimin de heyecanı ile hamasetse hamaset, Türkeşçilikse Türkeşçilik yaparak her yönü ile ülkücü duruşumu sergileyen bir konuşma yapmama rağmen camide bir namaz vakti müezzinlik yapınca bana “Erbakancı” diyenler olmuşsa, şimdi de iktidarın bazı uygulamalarını, yolsuzlukları, adaletsizlik ve hukuksuzlukları eleştirenlere hemen “HDP-PKK” ya da “CHP-PKK” yaftası yapıştırılabiliyor. Keza, kendini bildi bileli o zihniyetle mücadele eden bana da yapıştıranlar olduğu gibi!

En güncel olduğu için başa onu yazayım: “Ayasofya cami oldu” haberleri yayılınca ve sosyal medya hesabıma “Hayırlı Olsun” başlığını attıktan sonra Ayasofya’nın, Atatürk’ün sağlığında çıkarılan tapu kaydında zaten cami olarak tescil edildiğine dair belgeyi yayınlamıştım ki, çok sevdiğim bir arkadaş paylaşımımın başlığına bile dikkat etmeden hemen “Allah razı olsun demek zor mu” diye yorum yaptı. Atatürk öngörüsü olan büyük bir deha idi. İsteseydi o tapuyu “Müze” olarak çıkartabilirdi ama İkinci Dünya Savaşı öncesi ince bir politika güderek dışarıya karşı “Müze” havasını verip resmi kayda bütün müştemilatı ile birlikte (Akaret, Muvakkithane, Medreseyi müştemil AYASOFYAYI CAMİİ ŞERİFİ) kaydını düşürtmüş. Nitekim o büyük dehanın vefatından sonra patlak veren İkinci Dünya Savaşı’nı hemen hemen hasarsız olarak atlatmayı başardık.

Tabii, Ayasofya üzerinde bu kadar durulup siyaset malzemesi yapılınca insanın aklına mesela Van Gölü’ndeki Akdamar Adası’nda bulunan Ermeni Kilisesi geliyor. O kilise ki, 1915’teki Ermeni Tehciri günlerinde çok sayıda kızımızın, kadınımızın götürülüp iğfal edildiği yerde bulunuyor ve ne yazık ki AKP iktidarı döneminde milyarlarca lira harcanarak onarıldı. Şimdi bunu eleştirip o masum kadınlarımızın haklarını arama hakkımız yok mu? Bu hakkı kullanıp eleştirirsek “HDP’li”, “CHP’li” ya da “PKK’lı” mı olacağız?

Keza yine AKP iktidarları döneminde İstanbul’da “Demir Kilise” adı verilen Bulgar Kilisesi’ni, Antalya Belek’te üç semavi din mensuplarının da ibadet edebileceği bir mekân olarak açılan ve “Dinler Bahçesi” adı verilen yerin açılmasını, oralara milyarlarca para harcanmasını eleştirmeye kalkanlar aynı akıbete mi uğrayacaklar ya da neden uğruyorlar?

Hiçbir iktidar ya da hiçbir siyasi parti, hiçbir Genel Başkan eleştirilemez, sorgu sual edilemez, eskilerin deyimi ile “La yüs’el” değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları ve dolayısıyla devlete vergi verenleri olarak Irak’ın kuzeyinde askerlerimizin başlarına çuval geçirilmesinin hesabının sorulmadığını, sorulamadığını, Rusya’ya milyarlar ödenerek alınan S-400’lerin niye kullanılamadığını, parası ödendiği ve hatta proje ortaklığı olmasına rağmen F 35’lerin niye alınamadığını eleştirmek hakkımızdır. Kamuda liyakate önem verilmeden yapılan atamalar, bir kişiye 3 – 5 yerden maaş bağlanması, torpilli ya da seçilmiş aile fertlerinin bol maaşlı yerlerde istihdam edilmesi şahsen beni rahatsız ediyor ve bu anlayışı, bu uygulamayı eleştiriyorum. Bunu yaptığım için HDP’li, CHP’li, PKK’lı oluyorum öyle mi? Yuh be kardeşim; yuuh! Eğer dindarsan, eğer İslamiyet’ten az da olsa nasiplenmiş isen bunları önce sen eleştirip ikaz etmeli değil misin?

Dert çok, verilecek örnek pek fazla ama bir de MHP Grup Başkan Vekili ve Manisa Milletvekili Erkan Akçay’a, dolayısı ile de hemen her seçimde oy verdiğim, gençlik teşkilatlarında görev aldığım, fikriyatını yaymak için yıllarımı verip halen de aynı doğrultuda devam ettiğim MHP’ye dokunmam gerekiyor. Şu işin cilvesine bakın ki, TBMM Genel Kurulu’nda bir HDP Milletvekili Çin’in Doğu Türkistan’daki zulmünü dile getirip MHP’ye laf atınca Erkan Bey yerinden karşılık veriyor: “Ne yapacaktık? Çin’e savaş mı açsaydık?”

Hayır, Erkan Bey, hayır! Kimse Çin’e savaş açılmasını falan istemiyor. Hazır fırsat doğmuş ve size, partinize sataşma yapılmış. Öyle abuk sabuk bir cevap vermek yerine söz alarak Doğu Türkistan’daki, kardeşlerimize yapılan Çin zulmünü anlatamaz mı idiniz? MHP’nin var oluş sebeplerinden birinin de dünya sathındaki kardeşlerimize sahip çıkmak olduğunu ben biliyorum. Çünkü ben değişmedim. 1973 seçimlerinde MHP’nin genç bir propagandacısı olarak savunduğum fikirlerimde zerrece bir sapma yok. Dolayısıyla o tarihte “Erbakancı” olmadığım gibi şimdi de başka bir fikriyata mensup değilim, olmadım ve olamam da. Ama öyle anlaşılıyor ki sizler başka bir yerdesiniz ve “Ne yapacaktık? Çin’e savaş mı açsaydık” derken Mete Han’ın, Kürşad’ın, Bige Kağan’ın, Kültigin’in ruhlarını incittiğinizin farkında bile değilsiniz.

Değişmeyen ben ve benim gibi milyonlar olduğuna göre CHP’li, HDP’li ya da PKK’lı olanlar kim ya da kimler acaba ey troller, ey “Klavye delikanlıları?”

Gerçeklerin üstü algı operasyonları ve önyargılarla örtülemez. “Önyargıları yıkmak atomu parçalamaktan zordur” diyen ünlü fizikçi Einstein öleli bu tarihler itibariyle 65 yıl olmuş. Bilim ve Teknoloji akıl almaz boyutlarda ilerlediğine göre de artık önyargıların yıkılması yollarının açılmış olması gerekmez mi?

Lütfen algı simsarlarına boyu eğmeyelim ve önyargılarımızın esiri olmayalım.