İfrat ve Tefrit, iki ekstrem uç halidir. Biri ölçüyü kaçırıp zıvanadan çıkma hali… İFRAT. Diğeri ölçüyü kıvamından çok aşağılarda tutma hali… TEFRİT.

Bu satırların yazarına göre, bu coğrafyanın ve bu ülkenin (TÜRKİYE) ve bu kentin (ADANA) uzak ve yakın döneminin ve ba’husus bugününün en kadim sorunlarının başında davranışlarımızdaki ölçü ve ahengin ifrat ve tefrit noktasından vasat, dengeli, adil ve hayırlı olma haline dönüştürülememiş olması gelmektedir.

Örneğin… makam, mevki, toplumsal statü, varlık, güç ve nüfuz karşısındaki duruş ve tavırlarımızda çoğu zaman bu olguları tefrit noktasında yüceltip kendimizi ise ifrat noktasında küçültüyoruz.

Bu davranış ve kabullenmeler hakkın, doğrunun, iyi ve güzelin makam, mevki, varlık ve güç karşısında irtifa kaybedip tefrit noktasında küçülmesine, bi-kes (sahipsiz) bırakılmasına neden olmaktadır. Dahası hakkın ikame edilememe hali çoğu zaman hakkı inkar etme, gücü putlaştırma tezahürleri olarak da ortaya çıkmaktadır. İfrat ve Tefrit noktasındaki tezimi güncelleyecek ve konjonktürle örtüştürecek olursak işe siyasilerden örneklemlerle başlayabiliriz.

Yerel ya da Ulusal düzey de siyaset yapanları bizler seçiyor ve bizim vekilimiz olarak, bizleri temsil etsinler diye parlamento da ve belediyeler de görev yapmak üzere kendilerine görev veriyoruz. Makam, mevki, toplumsal statü, nüfuz, çevre, belirli bir maddiyat ve dokunulmazlık zırhına milletin verdiği vize, açtığı kanal ile kavuşan siyasilerin bundan sonra yaptıkları ilk iş milletle arasına aşılmaz sıra dağlar örmek ve sarsılmaz kal’alar tahkim etmektir.

Bu tarz bir siyaset etme ve yönetişim biçimini belediye başkanları başta olmak üzere, aşağılık kompleks zengini belediye bürokratlarında ve bütün marifetleri imar komisyonlarında “ne verecen – ne alacam” anlayışına dayalı “el kaldırma – el indirme” eyleminden ibaret meclis üyelerinde ve milletin hizmetkarı olması gereken siyasi otoritenin illere atadıkları mülki amirlerde de (Vali) görmekteyiz.

Bu aşılmaz sıradağların temel nedeni, milletin kendi eliyle seçmiş olduğu siyasiyi, belediye başkanlarını, atanmış vali ve emniyet müdürlerini ifrat noktasında yüceltmesi, onu ulaşılamaz, kendisiyle konuşulamaz, karşısında fikir beyan edilemez bir kadir –i mutlak hale dönüştürmesi, kendisini ise zelil –i zebun ederek tefrit noktasında küçültmesinden kaynaklanmaktadır.

“Deveyi Diken İnsanı Öpen” misali milletimiz seçme, kendisini yönetme noktasında tercih hakkını sürekli olarak kifayetsiz muhteris, erdem ve ahlak fukarası, ülküsüz, dönek, istemem yan cebime koy zübük karakterli siyasetçiler (yerel ya da ulusal düzeyde) lehinde kullanmış o siyasetçilerde bu “güveni” boşa çıkartmayarak iş başına geldiklerinde akraba-i talukat, yedi sülalelerini maddi – manevi ihya etmişlerdir!..

Unutmayalım ki, bu ülke… vahyin memuru modunda, her türlü hata, yanlış ve eksikliklerden münezzeh ve müberra, hikmetinden sual edilemeyen, sözü üstüne söz edilemeyen kadir –i mutlak, La yüs’el ve La Yem'ut bir Cumhurbaşkanı tarafından yönetilmektedir.

Bu ülke… bir dönem (merhum Özal, dönemi) akşam yatağına beş kuruşsuz girip sabaha dolar milyarderi olarak uyananların, minareyi kılıfına uydurup üç kuruşa aldığı arsayı özel imar düzenlemeleri yaparak değerini yüz kuruşa yükseltip deveyi hamuduyla götüren, suyun öte yakasında ki arsa ve arazilerin tamamını kapatan, başkanlığını yaptığı belediyeyi (AYTAÇ DURAK - ADANA) atalarından miras kalmış çiftlik gibi yöneten ve adliye koridorlarını su yolu yapan bütün bunlara rağmen şimdiler de gel bizi, bu kenti kurtar diye hakkında methiyeler dizilip, ağıtlar yakılan belediye başkanlarının ülkesidir.

Bir Kur’an ayetinde şanı yüce olan Mevlamız şöyle buyuruyor. “Ve işte böylece insanların üzerine hakkın şahitleri olmanız için Biz, sizi VASAT (ifrat – tefrit arası) hayırlı ve faziletli bir ümmet kıldık. Biz doğru yolu gösterdiğimiz gibi, sizi de, Kur’ân’ı bilen ve bütün insanlara tebliğ eden, çözüm getiren, güvenilir örnek önderler ve doğruları konuşan şâhitler olmanız, ilâhî hükümleri icraya, ülkeyi imara, dünya düzenini kurmaya, sağlamaya memur tek yetkili Rasûlün, Muhammed’in de Kur’ân’ı tebliğ eden, çözüm getiren güvenilir örnek önder, doğruları konuşan şâhit olması için sizi mûtedil, âdil, hayırlı, makul, seçkin, ahlâkî değerleri, itidali ve adâleti belirleyici güç kabul eden açık bir toplum, bir millet haline getirdik.” (Bakara Suresi Ayet 143)

Ayette geçen vasat luğat anlamında açıklandığı üzere “hayırlılık ve hayırlısını seçme” anlamına gelir. Aynı şekilde hayırlara da “vasat” denir. Vasat, aynı zamanda dengelilik de demektir. Bu satırların yazarına göre, bu mübarek ayet – i celile bir kul olarak ifrat ve tefrit noktası dışında nerede durmamız gerektiğini en sarih, en açık, en yalın, en mutedil ve fıtrata en uygun bir biçimde ortaya koymaktadır.

Hiç kimseyi kendimizden üstün, kendimizi de başkasından üstün görmemeye başladığımız da, tercih, davranış ve demokratik haklarımızı kullanmada ifrat ve tefritin dışında orta yolu izleyip, daha vasat, daha dengeli, daha kalbi ve daha ferasetle hareket ettiğimizde, dalkavukluğu, uşaklığı, yalakalığı, dönekliği, erdem ve ahlaksızlığı, azat kabul etmez köle anlayışını, kibir’i, enaniyet’i, ucb’u, haset ve kıskançlığı terk ettiğimizde, ayakları baş başları ayak yapmadığımızda, sefih rüveybida adamları elimizin tersiyle ittiğimizde bu ülke TÜRKİYE ve bu kent (Adana)  daha bir yaşanası ve yaşamaya değer erdemli bir şehir ve erdemli bir ülke olacaktır.

İzzet, şeref ve ikbali on beş yıldır bu ülkeyi tek başına bir "MONARK" gibi yöneten ülkenin Cumhurbaşkanının kanatları altında ya da mevcut siyasi otoritenin veya bir başka  güç odağı ve odaklarının eteklerinin dibinde aramadığımız da, varlıklarımızı, sayın Cumhurbaşkanımızın varlığı yerine.. . Allah'ın (cc) sırat -ı müstakim olan dosdoğru yoluna, sevgiye, insanlık onur, erdem, ülkü ve felahına adayarak hakkın  ve gerçeklerin şahidi olduğumuz da, omurgalı ve dimdik durduğumuz da...

... Allah’tan başka hiç kimsenin önün de ve karşısında eğilmediğimiz de, emanetleri sahibine yani, dünyaya tenezzülsüz ve zahidane bakan günümüz Ömer’lerine, Ebuzer’lerine verdiğimiz de göreceğiz ki Türkiye ve zelil –i zebun olup esfel -i safilin çukuruna yuvarlanmış haset, kıskançlık, riya, çıkar, döneklik ve zübüklüğün başkenti olan bu kent (Adana) çok ama çok daha güzel, daha bir yaşanabilir, daha adil, daha erdemli, daha merhametli, daha ahlaklı, daha onurlu, daha kimlikli ve yüksek ülküsü olan bir kent olacaktır.

Günümüz Ömer’lerine, Ebuzer’lerine, Yunus’larına, Mevlana’larına, Hacı Bektaş Veli'lerine ve Şeyh Edebalı’larına selam olsun.