Önce konuya vâkıf olmayanlar için bir hatırlatma yapayım.

TRT Genel Müdürü İbrâhim Eren, Cochita Wurst’u kastederek "Sakallı, etekli, cinsiyet kabul etmeyen, herhangi bir cinsiyeti olduğunu söylemeyen birini saat 21.00’de çocukların seyrettiği bir zamanda canlı yayınlayamam ki…” deyince eşcinsel lobisinin hedefine oturdu.

TRT Genel Müdürü, kesinlikle haklı. O makamda oturan birisi, bu memleketin çocuklarının ruh sağlığını korumakla mükellef.

Lobi, boş durmadı. TRT Çocuk kanalında yayınlanan bir çizgi filmde eşeğin tâciz edildiği haberi patladı. Yalnız bu çirkin iftira, atanların elinde patladı. Çevremdekilere, “Aman siz siz olun, fırtınalı havada bir eşeğin yanında yöresinde durmayın. Çevrede şuuraltı bozuk birileri olabilir.” diyorum.

Doların uçmasından daha mühim bir meselemiz var. Eşcinsellik, aldı başını gidiyor. Çocuklarının aşk meşk durumuna hassâsiyet gösteren ebeveynlere, “Çocuklarınız karşı cinsle ilgilendiğinde sevinin, şükredin. Durum çok kötü.” diyorum. İnanır mısınız, bu sözüme bir imam-hatip öğretmeninden destek geldi. “Hadi canım! Oralarda da mı?” dediğimde “Ah bilseniz..” diye anlattıklarına inanamadım.

Geçtiğimiz günlerde şarkıcı İntizar ile Mustafa Ceceli’nin eski eşi arasındaki ilişki ortaya çıktı. Çıktı da ne oldu? İntizar, bir belediye tarafından konser vermeye dâvet edildi. Şaşılacak birşey yok. Bir sürü eşcinsel ekranda boy gösterirken, Sabah gazetesinde Mikonos Adası reklamı yapılırken İntizar, niye sahneye çıkmasın ki?

Bir yazar, Mustafa Ceceli’nin çocuğunun annesiyle yaşamasına karşı çıktı. “Önünde anne baba modeli olmayacağı için anneye verilmemeli.” dedi. Kesinlikle doğru bir tespit. Bu durum, çocuğun hâlet-i rûhiyyesini bozar. Fakat hemen birileri zıpladı. Haksızlıkmış!

Yeni Şafak yazarı Özlem Albayrak, dün tam da bu meseleye temâs eden ilginç bir yazı kaleme aldı. Yazı çok güzel. Eşcinselliğin ve cinsiyetsizliğin, âile kurumuna, insan ırkının devâmına verdiği ve vereceği zararı, pek güzel anlatıyor.

Anlatıyor ama devâmında durup dururken “Ama kimse Bülent Ersoy ya da Zeki Müren demesin!” diyerek parmak sallıyor. Sebebini de şöyle îzâh ediyor.

“Bu iki toplumsal figür, o kadar benzersiz yeteneklere, öylesine derin bir adanmışlığa sâhiptiler ki, cinsiyet kimlikleri nedeniyle değil, cinsiyet kimliklerine rağmen Türk halkı tarafından sevildiler, kabul gördüler. Kezâ her ikisi de başka türlüsü mümkün olamayacak denli gerçek ve bir role sığamayacak kadar da kendileriydiler.”

Demek ki benzersiz yetenekleri ve derin adanmışlıkları olan kimselerin eşcinsel olma hakkı var. Demek ki İslâm dininde bu konu hakkında bilmediğimiz bir hüküm var.

Peki Özlem Hanım, niye böyle bir savunma yapıyor?

Bal gibi biliyor ki hem İbrahim Eren’in açıklamasını hem de kendi yazısını okuyanlar, “İyi de kardeşim, Bülent Ersoy Külliye’de ağırlanırken bu ne demek?” diye soruyorlar. Yazar hanım, peşinen kendisine sorulacak soruyu savuşturmak için saçmalıyor.

Eşcinselliğin âile yapımızı bozduğuna gerçekten inanan birisinin, Bülent Ersoy’un dâvetlerde baş köşede olmasını da eleştirmesi gerekmez mi?

Yapmaz, yapamaz!

Zavallı yazar, âileyi, ahlâkı savunmak gibi kıymetli bir vazifeyi icrâ ederken bile iktidarın yanlışını örtme derdinde.

Bu durumda Özlem Albayrak’a, gerçekten âile ve toplum diye bir derdi olup olmadığını sormak lâzım. Eğer gerçekten böyle bir derdi varsa Bülent Ersoy’un Külliye’ye çağrılmasına da itiraz etmeli. Yoksa TRT Genel Müdürü’nü savunmamalı.

Etliye sütlüye karışmadan devletin uçağıyla dünyâyı gezmek varken bu milletin çocuklarının sağa sola savrulması çok mu önemli?

Asıl şaşırdığım ise tekkeli tarikli, muhâfazakâr, İslâmcı bir gazetenin bu yazıyı yayınlaması. Başörtülü kadınların sigarasına, makyajına sarmayı bir halt zanneden ilâhiyatçı profesörün de susması.

…..

1994 yerel seçimlerinde bir sanatçı şöyle demişti: “Refah Partisi’ne karşı olacağız diye kerhâne bekçisi olduk.” Sâdece mecâzî anlamda söylememişti. Ciddi ciddi, “Kerhâneleri kapattırmayız!” yaygaraları yapılmıştı.

Gün gelip de bu sözün mahalle değiştireceği, aklımın ucundan geçmezdi. Yâni iktidara taraf olacağız diye kerhâne bekçisi olacağımız.

Beri taraftan muhâlif kanattan da “Ama Bülent Ersoy..” diyen olmadı. Onlar da destek oldukları eşcinsel lobisini üzmek istemezler. Bu yüzden, ağzı dili olmayan hayvanlar üzerinden gitmeyi tercih ettiler.

Taraftarlık rûhuyla hareket edince o kadar kör oluyoruz ki takımına tezâhürat yapan, karşı takıma küfreden fanatikler gibiyiz. “Benim yanlışım, başkasının doğrusundan üstündür” felsefesi, yavaş yavaş hepimizi kerhâne bekçisi yapıyor.

Ama unutmayalım, savunduğumuz yanlışlarla muhakkak imtihan oluruz.

Lütfen Özlem Hanım, bize parmak sallayıp saçma sapan bir savunma yapmak yerine, “Ama Bülent Ersoy..” demeye var mısınız?

Mikonos Adası reklamı yapanları kınamaya var mısınız?

Âile kurumu, buna değmez mi?