ARAF’TAN ÇIKMAK 



Çağa ve çağın gereklerine uygun bir eğitimden yoksun bırakılmış toplumlarda, her türlü mensubiyet şuuru bir ilerleme ve yenilenme etkeni olmaktan çok fikren yoksul, kişilik itibariyle silik portrelerin kendilerini gerçekleştirme aracı olarak kullanılagelmiştir. Birey olarak hiçbir şey olamamışların, kendilerini bir şey sanma aracı ve avuntusu… Olmayan bir karakteri varmış gibi gösterme hokkabazlığı… Kişinin kendisini olduğundan başka bir şeymiş gibi görmesini sağlayan ve aslında bir çeşit sanrı olarak kabul edebileceğimiz bu yolla kitleler uyuşturulmakta, hipnotize olmuş toplum, kendisine bir odak tarafından biçilmiş bu rolün dışına çıkmayı, itiraz etmek bir yana sormayı ve sorgulamayı aklının ucuna bile getirmemektedir.

Elde ettikleri gücü kaybetmemek için baskıcı bütün rejimlerin uyguladığı bu metod, kitleler üzerinde afyon tesiri yapmakta, asıl hacmi incir çekirdeği mesabesinde olan şey, memleket meselesi halini alıp, lüzumsuz kavgalarla /sevgilerle avutulan halktan gerçek gündem bu yolla kaçırılmaktadır. Salazar Portekizinde 3F {Fado (müzik), Fiesta (eğlence), Futbol}, Franco İspanyasında 3S { , Siesta ( öğle uykusu), Spor} şeklinde formüllendirilen bu uyuşturucunun din merkezli toplumlarda uygulanması Fado veya Fiestadan birinin yerini Fatıma’ya bırakmasıyla mümkün olmaktadır. 



Gâvurlar için bu doğru olabilir ama Müslümanlar için zinhar kabul edilemez, eyy zındık yazar! Mescid-i Aksa kan ağlıyor baksana! diye höykürme ihtimali yüksek pek bir mümin kardeşime petrol zengini Arap şeyhlerinin, son dönemde, ülkelerindeki futbol takımları için yaptıkları yüksek harcamalara bir göz atmalarını; bu yılbaşında İstanbul’da bir eğlence yerine düzenlenen terör saldırısıyla ortaya çıkan, pek pahalı bu yılbaşı eğlencesine katılanların uyruklarını araştırıp kuyruklarını öyle dikleştirmelerini tavsiye etmekten başka yapacak bir şeyim yoktur, bilesiniz. 

Dışarıdan gelen her şeyin, Sibirya’dan yada Balkanlardan gelen soğuk hava akımı rahatlığıyla sınırlarından içeri girdiği Türkiye bu konuda da dışarıdaki uygulamalardan münezzeh değildir. Amerikancı ihtilal paşalarından darbeci cemaat yapılanmasına kökü dışarda bütün grupların bu afyonu, sekülerinden en dindarına, halka bir şekilde yutturduklarını görüyoruz.  Her ne kadar burada da 3F uygulanmışsa da bu afyona kendimizden bir renk kattığımızı, kendi yapımıza uygun bir form ihdas ettiğimizi yani toplumsal uyuşturma gereçlerini millileştirdiğimizi söylemek ve bu bağlamda bizim Salazarlarımızın hakkını teslim etmek zorundayım. Dışarıdaki uygulamalarından araklanarak meydana getirilmiş bu 3F kuralına, bir kısmının intihal olduğunu kabul ederek, benim getirdiğim yorum:



“FAN- FUTBOL- FIRKA” şeklindedir. 

Fan: Hayran kelimesinin İngilizce karşılığı olmakla birlikte bundan ziyade “Televole” kültürünün var ettiği magazinsel bir kavram olup,  şöhretli kimselere karşı ( diğer alanlar için de geçerli olsa da daha çok şarkıcı, artiz kesim kastedilir) duyulan aşırı abartılmış sevginin var ettiği sahte kimliktir. Müslüm Baba’yı dinlerken, onun sesindeki derin kederin olmayan beyinlerine emrettiği bir ritüeli gerçekleştirmek için vücuduna jilet atan her daim sert bakışlı abilerle pop yıldızının şarkı söylediği sahneye iç çamaşırını atacak, yakınına varabilirse bu şöhretli kişiye bekâretini teklif edecek kadar şuursuzlaşmış bacılar bu gruba girer.

 Futbol: Necip Fazıl’ın kendi hakikat nokta-ı nazarından kurduğu: “Stadyumları dolduran kalabalık ‘gol, gol’ diye bağıracağına, camileri doldurup ‘ol, ol’ diye bağırsaydı bu iş çoktan olmuştu” cümlesinin cuk oturduğu ikinci F… Çoluk çocuğunun bir haftalık nafakasını, gözünü kırpmadan, bir büyük maçı stadyumda seyretmek için bilet parası olarak harcayan sorumsuz baba; Yunan’ın on sekiz ada ve kayalığımızı işgaline omuz silkerken rakip takım taraftarına döner bıçağıyla saldırma cesaretini gösteren aylak delikanlı; kan gölüne dönmüş Türk ve İslam coğrafyalarının içler acısı halini konuşmak yerine doksan dakikalık bir futbol müsabakasının dört saat tartışıldığı ve izlenme rekorları futbol programlarının şöhretli yorumcuları ile her türden ve her sınıftan seyirci kalabalığı da bu grubun belli başlı temsilcileri arasına girer.



Fırka: Grup, cemaat, siyasi parti anlamına gelen Arapça kökenli kelime… Yeni nesil bilmez belki ama Cumhuriyet dönemi  ilk legal siyasi partimizin ilk ismi Cumhuriyet Halk Partisi (C.H.P) değil Cumhuriyet Halk Fırkası (C.H.F)’dır. Yirmi birinci yüzyılda Türkiye Türklerini en fazla uyuşturan afyon... Öyle ki diğer iki F’nin toplam gücü, bu gün artık fırkanın yarısı bile etmemektedir. İnsanlar artık dostluklarını bile parti mensubiyeti üzerinden kurarken, her türlü iş ve eylem için kişilerin liyakat ve kabiliyetleri değil, mensup oldukları fırka ismi ön planda tutulmakta, toplum partiler üzerinden ayrıştırılıp olmayan yada artık kalmamış parti ideolojileri üzerinden düşmanlıklar yaratılmaktadır. Kendi çocuğunu özel kolejde okuttuğu halde milletin, çocuklarını İmam Hatip Okullarına göndermesi için propaganda yapan ve mantar gibi İmam Hatip Okulları açarak aslında bu okulların da kalitesini ve kimyasını bozan, bu zamanda sünnet-i seniyyeden çok kapitale veya makama tahvil edilebilirliği yüksek olduğu için sakallı dolaşan amca ile aynı özel okula çocuğunu gönderen hali vakti yerindenin de çok ötesinde bir sermayeye sahip ve çocukları devlet okullarının kapısının önünden bile geçmemiş boya küpüne batırılmış teyzenin kavgası fırka mensubiyetinin var ettiği bağnazlıktan başka bir şey değildir aslında. 



Bir partinin genel başkanına başbakanlığın peygamber tarafından verildiğini, liderin ilahi vasıflara sahip olduğunu iddia eden meczupluk ile dün söylediğini bu gün yaptıklarıyla tekzip eden, partisini her gün biraz daha eriten genel başkanın fiillerinin yanlışlığını görmek yerine bunda bir hikmet arayan körlüğün ayniyetini görmek için bir adım geri çekilmeniz yeterlidir.

 

Çağdaş bir toplumun en hassas konusu olması gerekirken, demopediyi özgül anlamından sıyırıp kaba saba bir tabire (halkın eğitimi) indirgeyenlerin elinde bu tanım demokrasi ve bireyin özgürleşmesi çağrışımlarıyla alakasız bir biçimde sürüye dahil olma ve kendini gerçekleştirmek yerine kalabalığa karışma şeklinde anlaşılınca da karşımıza, imtihana layık görülmüş ve bu vesileyle, bırakın cenneti kendi karar ve uygulamalarıyla kazanacak olan insanı ( eşref-i mahlukat), cehenneme bile sokulmayacak, akletmeyen ve dolayısıyla Araf’tan öteye geçemeyecek olan mahluk ortaya çıkmıştır.

Büyük abilerin morfin niyetine günde üç defa kullanmamızı salık verdikleri “şu kadar yıl sonra dünyanın en büyük ekonomisine sahip ülkesi, en müreffeh milleti, Turan coğrafyasının kurucusu ve lideri, İslam dünyasının lideri ülke” teranelerinin bu anlayış ve kavrayışla mümkün olmadığını anlamamız ve kendimize çeki düzen vermemiz çok da zor değil aslında. Yapmamız gereken tek şey obez olmamak için üç beyazdan uzak durduğumuz gibi, mankurt olmamak için de 3F’den uzak durmaktır.  



İşte o zaman gerçeği görebilecek, gördüğümüzü anlayacak, anladığımızı sorgulayarak doğruyu yanlıştan ayırabilecek bir bilgi birikimine sahip olabileceğiz. Yukarıdakilerin hep yukarıda aşağıdakilerin hep aşağıda kalmasına sebep olan bu yapıyı kırabileceğiz.



İşte o zaman bir şeyi falan şeyh, filan abi, feşmekân lider istediği için değil; akıl, mantık ve gönül süzgecimizden geçtiği için yapabilecek veya geçmediği için yapmaktan vaz geçebileceğiz. 



İşte o zaman Yanaşma Düzenine ( Rubil GÖKDEMİR’in kulakları çınlasın) karşı çıkabilecek; ithal akılla, yukarıdan aşağıya meydana getirilmiş bize yabancı yapılara kul olmak yerine kendi düzenimizi var edebileceğiz. 

Bunun için bize lazım olan ne kaba kuvvet ne militarist nüfuz ne de kendisi içerde ama kökü dışarda  müstakbel müstevli adaylarının siyasi emelleriyle tevhid edilmiş grup, cemaat yada anlayışların sosyo-politik ve sosyo-ekonomik gücüdür. Bize lazım olan her türlü Demokratik Değişim Hareketine destek olmaktır. 

Aksi takdirde yarın bu günden farklı olmayacaktır.



 

Editör: TE Bilişim