Bu siyasi üslup Türkiye'yi böler, düşmanın yapamadığını yapar. Onun için sık sık yazıyorum. Birilerinin umurunda olmayabilir,ama biz bu hassasiyeti göstermek zorundayız. Biz kim? Biz, Türk milliyetçileri... Çünkü milliyetçilik bir bütünleştirme doktrinidir, insanların ötekileştirilmesine, yabancılaştırılmasına izin vermez.

AKP'nin yıkıcı üslubuna muhalefet aynı üslupla cevap verseydi, bugün ortalık savaş meydanına dönerdi. Muhalefet her şeye rağmen sorumlu hareket ediyor, tahriklere gelmiyor, vatandaşı kavgadan, gerilimden uzak tutmaya çalışıyor.

Bazıları muhalefetin bu üslup endişesine bakarak yeterince sert olmadığını düşünebilir, ben tam aksi kanaatteyim. Bağırmak çağırmak iyi muhalefet anlamına gelmez, önemli olan milletin bam teline dokunacak şeyler söyleyebilmektir.

Muhalefet niye bu hassasiyeti gösteriyor, çünkü kendini bu ülkeye, bu millete karşı sorumlu hissediyor. Bir hata yaparsam ülkem, milletim zarar görür endişesi ile hareket ediyor. Tıpkı Hz.Süleyman'la iki kadının hikayesi gibi.

Hikayeyi bilirsiniz iki kadın bir çocuğun annesi olma iddiasıyla Hz.Süleyman'a baş vurur. Hz.Süleyman iki tarafı da dinler işin içinden çıkamayınca son bir çıkış yolu dener. İkinizde haklı görünüyorsunuz, başka çözüm yolu bulamadım, çocuğu ortadan ikiye bölüp her parçasını birinize vereceğim der. Kadınlardan biri sesini çıkarmaz, öteki itiraz eder, çocuğu kesmeyin ben yalan söyledim, çocuk onundur! Böylece kimin çocuğun annesi olduğu ortaya çıkmıştır. Çocuğun gerçek annesi çocuğunun parçalanmasındansa diğer kadına verilmesine razı olandır. Muhalefet de aynı hassasiyetle davranıyor,alttan alıyor, tansiyonu düşürmeye çalışıyor, bazen susuyor, ülkem bölüneceğine seçimi kaybederim daha iyi diyor ama bütün bunlara rağmen AKP aynı yıkıcı üslubu sürdürmeye devam ediyor.

Bu aşırılık, bu nobranlık bu saldırganlık boşuna değil elbette. Belediyeler düşerse şimdiye kadar üstü örtülen devasa yolsuzluklar ortaya çıkacak. Belediye imkanlarının nasıl çar çur edildiği anlaşılacak. Tüyü bitmemiş yetim edebiyatı altında yetimin tüylerine kadar nasıl yolunduğunu görülecek. 2015 seçimlerinden önce Arınç ile Melih Gökçek arasında geçen polemiği hatırlayın. Arınç, seçimden sonra Gökçek'in belediyede yaptığı usülsüzlükleri, yolsuzlukları açıklayacağını söylemişti. Ama sonra  söylemeyi vaat ettiği şeyleri söylemekten vazgeçti.  Bu aşırılık, bu yıkıcı dil işte bunun için. Belediyeler sistematik rüşvetin yapıldığı, kimsenin hesap soramadığı alanlara dönüştü. Bu herkesin bildiği ama kimsenin üstüne gitmeye cesaret edemediği  bir sır.  Şimdi bunun korkusunu yaşıyorlar. Kaybedersek sadece seçim kaybetmekle kalmayız, her şeyimizi kaybederiz endişesi içindeler.

Halbuki daha yumuşak daha yapıcı daha sorumlu bir kampanya yürütülebilirdi. Bu sadece televizyon seyrettikçe gerilen vatandaş için değil, partiler için de iyi olurdu. Ama iktidar partisi böyle bir zemine  fırsat vermedi. "Ben yoksam hiç bir şey yok," sorumsuzluğu ile hareket etti.

Şu Mansur Yavaş'ın başına gelenler bile nasıl ölçüsüz, hukuksuz, merhametsiz hatta vicdansız bir  kampanyanın yürütüldüğünü gösteriyor. Bizden olmayan hırsızdır,haindir, ahlaksızdır, güvenilmezdir diye her türlü iftira rahatlıkla atılabiliyor. Seçim kaybetmemek için hiç bir ahlaki ölçü  tanınmıyor. Muhalefet yapmak neredeyse imkansız hale getiriliyor. Aynı üslupla cevap vermek mümkün ama muhalefet Hz.Süleyman'ın hükmüne  karşı ben çocuğun annesi değilim diyen gerçek anne gibi  davranıyor. İyi de ediyor, sonunda kazanacak olan ülke ve milletinin menfaatini her şeyin üstünde tutanlardır.