Partisinin İl Başkanları toplantısında konuşan AKP Genel Başkan Recep Tayyip ERDOĞAN; “Değişim zilleri tüm gücüyle çalıyor. Bize düşen bu çağrıya kulak vermek ve gereğini yerine getirmektir” diyerek, değişim talebine işaret etti. Buna rağmen hâli hazırda ise partisinin ve kurdukları düzenin “metal yorgunluğu” içine düştüğünü de açıkça ifade etti.

Recep Tayyip ERDOĞAN’ı seversiniz veya sevmezsiniz ama kabul etmek zorundayız ki, sokağın ve toplumun nabzını tutmakta,  döneminin birçok siyasetçisine göre gelişen yeni eğilimler ve dip dalgalarını kavrama konusunda “algıları” herkesten daha çok açıktır. 

R.T. Erdoğan 16 Nisan Referandumunu için başlattığı kampanyadan başlamak üzere, toplumdaki köklü değişim talebini fark ederek, neredeyse bu değişim arzusunu bile temsil etmeye soyundu. Hatırlayınız AKP referandum sloganını bile, “DEMOKRASİ, DEĞİŞİM ve REFORM” olarak belirledi. 

Şimdi hepimiz biraz durup düşünelim, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını esas alırsak, 23 yıl veya 15 yıldır ülkeyi tek başına yöneten ve artık “söyleyeceği sözü veya yapacağı başka bir şey kalmamış” bir siyasi aktör bile DEĞİŞİM talebini, “değişim zilleri tüm gücüyle çalıyor” diyerek çok isabetli bir şekilde yorumlayabilirken, bu talebi temsil iddiasının mümkün olmadığını da kavrayacak durumda olmasına karşın, bu talebi değerlendirmeyi bile hiçbir kesime bırakmak niyetinde değil. 

Tespit ve kabulümüz bu durumda iken, bu köklü DEĞİŞİM görev ve misyonunu hangi ekip veya hangi fikriyatla yerine getirilecektir.  Bu anlamda ve gerçekten konjoktürün TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİN önüne getirdiği “değişim fikrini” temsil etmek gibi bir vizyon ve tarihi fırsatı değerlendirebilecek hazırlıklara veya zihni bir dönüşüme Türk milliyetçileri hazır mı?   

Söyleyecekleri yeni bir söz ve yapacakları hiçbir şey kalmamış siyasi kadrolarının yeniden DEĞİŞİMİ temsil iddiasını sahih ve samimi bulmadığımızdan, bu soruya doğru cevaplar verebilmek ve nasıl bir tabloyla karşı karşıya bulunduğumuzu anlamak için, Türk siyasi tarihinde hiç parti veya lidere nasip olmamış ve kesintisiz olarak ülkeyi mutlak bir şekilde 15 yıl boyunca yönetmiş mevcut siyasi iktidarın ülkemizi getirmiş olduğu yere ana başlıklarla ve özetle bakacak olursak;

Ekonomide, dünyadaki parasal genişlemenin de etkisiyle ve reel rakamlarla (Milli gelir hesaplama yönteminin değiştirilmesi hariç olmak üzere ) ve gerçek anlamda15 yıl içinde % 67 oranında büyüme sağlanabilmiş ve 9-10.000 $’lık kişi başına gelir ve 750 milyar $’lık GSMH ile G-20’deki 18.’lik sıralamamız değişmemiş, ekonomistlerin oy birliği ile kabul ettikleri üzere “orta gelir tuzağına” düşülmüştür.

İktidarın iddialı hedefleri arasında bulunan 2023 yılına 6 yıl kalmışken, 2 Trilyon $ toplam milli geliri sağlama ve halen 143 milyar $ olan ihracat rakamının ise 500 milyara ulaştırılmasının ve dünyada ilk on ekonomi arasına girebilmek gibi bir hedefin artık “hayal” haline geldiğini en iyimserimizin bile kabul ettiği, ekonominin patinaj halinde olduğu ve toplum olarak geleceğe dair umutlarımızın tükendiği bir ekonomik tabloyla karşı karşıyayız. 

En son açıklanan verilere göre Türk vatandaşlarının yurtdışında 5.000 konut satın alarak dünya dördüncülüğüne tırmandığı, yetişmiş ve eğitimli genç nüfusun gelecek kaygısıyla kapağı yurt dışına atma eğilimine girdiği, her türlü sermayenin temel ihtiyacı olan “ anayasal hukuki güvencelerin” ortadan kalkmak üzere olduğu ve kısa vadeli mevcut dengelerin “sıcak para” döngüsüyle ucu ucuna korunabildiği ekonomik ve finansal bir sistemin içinde bulunuyoruz.
 
SGK açıkları 2002 yılı sonunda 9.7 milyar TL iken, tam 11 kat artarak 2016 sonu itibariyle 108.1 milyar TL’ye çıkmış ve yaklaşık devlet bütçesinin % 20’sine ulaşmış bulunmaktadır.
 
İşsizlik oranı % 12.7’ye, genç işsizlikte ise %23’e ve yıllık enflasyon artışı % 13’lere varmış bulunmakta, devletin sosyal yardımlarıyla ayakta kalan nüfus kesimi ise 20 milyonlara dayanmıştır. 

Sosyal barış ve millî birliğimizin “yanaşma düzeninin” acımasız kurallarıyla tehdit altında olduğu, ekonomik ve sosyal hayatın, “üretme, verimlilik ve rasyonel faktörlere” oturmayan “yandaşlık” ilişkilerine dayalı olduğu, siyasette demokratik katılma kanallarının vatandaşa kapatılarak ve devlet yapılanmamızın siyasetin oligarşik bir yapısına teslim edildiği, yapılan ölçümlemelerde ülkemizin HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ kriterine göre 113 ülke arasında 99.’luk gibi utanç verici bir sıralamaya düştüğü ve adâlete güven oranının % 20’lere indiği,  dünya sıralamasındaki eğitim kalitemizin ise tam bir perişanlık içinde bulunduğu bir dönemi yaşıyoruz maalesef. 

Bölücü ve dinci terör örgütlerinin acımasızca kan dökmeye devam ettiği, iç politikada uzlaşma kültürü ve hoşgörü dili yerine kutuplaşma ve ötekileştirme yöntemiyle siyaset üretilmeye çalışıldığı, dış politikada hiç olmadığımız kadar zor bir dönemi yaşadığımız, müttefiklerimiz ve komşularımız da dahil olmak üzere, dünyada hiç bu kadar yalnızlaşmadığımız ve içe kapanma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğumuz bir ortamda, köklü DEĞİŞİM ve reform fikrini temsil imkanının, bu tablonun sahiplerinde bulunmadığına göre, milletin umudun haline gelmekte olan Türk Milliyetçilerinin DEĞİŞİM fikrini temsil edecek misyon ve vizyon için çok çalışmaları gerektiği, nitelikli ve derinlikli hazırlıklar içinde olmaları ve bu tarihi görevi yerine getirecekleri zihni bir dönüşüme gönüllü olarak hazır olmaları gerekmektedir. 

Türk milleti olarak bu kadar ağır bir tablo karşısında, umudun ve geleceğin adı olması gereken DEĞİŞİM HAREKETİNİ temsil eden herkesin nefsi ve kişisel beklentilerini ihmal ederek veya erteleyerek bir ve bütün olarak davranmaları ve milletin beklediği umut enerjisini üretmek gibi bir mecburiyeti bulunmaktadır. Aksi halde bu mazlum millet ve tarih, Allah korusun ortaya çıkacak başarısızlığın sorumlularını affetmeyecektir. 

ALLAHA EMANET OLUNUZ..

Editör: TE Bilişim