MHP çevreleri öteden beri Cumhur İttifakı'nı ve Devlet Bahçeli'nin Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'a olan desteğini savunmak için çeşitli gerekçe ve tezler öne sürüyorlar. Bunlardan en bilineni ise, beka gerekçesi ve AKP'nin MHP çizgisine geldiği söylemi.

Her iki gerekçenin de gerçeklikten uzak ve bir ambalaj olduğunu birçok yazımda örnekleri ile ortaya koymaya çalıştım. Aslında, Danıştay'ın; Andımız kararı sonrasında sergilediği tutum bile, AKP'nin MHP'nin çizgisinin halen daha çok uzağında olduğunun en güncel ve başlı başına bir göstergesidir.

Ancak çizgi hususunda, şu çarpıcı örneği de vermek istiyorum; Cumhur İttifakını oluşturan iki partiden hangisi başkanlık sistemi konusunda tutarlılığa sahip? Şüphesiz AKP. Bahçeli'nin MHP'si uzun süre başkanlık sistemine, üstelik Erdoğan'ı hedef alan en sert söylemlerle karşı çıktı. Parlamenter sistemden yana açıkça tavır koydu. Daha sonra ne garip ki; Türkiye başkanlık sistemine Devlet Bahçeli'nin önderlik etmesiyle geçti!

Başkanlık sistemine karşı radikal bir pozisyon alan MHP, aynı radikallikle bu sefer başkanlık sisteminin savunuculuğunu yapmaya başladı, halen de yapıyor. Buradan bakınca, kim kimin çizgisine gelmiş, ortada değil mi?

TBMM'de de, Andımız, TC ibaresi, FETÖ'nün siyasi ayağının araştırılması ve Doğu Türkistan gibi konularda verilen önergelere sırf AKP ile ittifakta olduğu için tavır alan da MHP değil miydi? MHP resmen AKP çizgisine göre hareket etmedi mi?

MHP, sırf ittifak ortağı AKP İstanbul'u alabilsin diye terörist başı Öcalan'ın mektubunu bile aklama gayesine girmedi mi?

Gelelim yazıma başlık olan asıl meseleye. İzah etmekte zorlanıldığı için olsa gerek, Cumhur İttifakı'nı ve Erdoğan - Bahçeli yakınlaşmasını savunabilmek, bu ittifakı Milliyetçi - Ülkücü camianın sindirmesini sağlamak gayesiyle, Süleyman Demirel ile Alparslan Türkeş'in yakınlığı ve birlikte kurdukları koalisyon hükümetleri de zaman zaman öne sürülüyor.

Oysa Demirel ile Türkeş'in 12 Eylül 1980 öncesinde kurdukları Milliyetçi Cephe Hükümetleri ile Cumhur İttifakı ve Demirel ile Türkeş'in yakınlığı ile Erdoğan ve Bahçeli yakınlaşması arasında gece ile gündüz kadar fark var.

Kaldı ki, söz konusu koalisyon hükümetlerinde Erbakan'ın MSP'si ile Turan Feyzioğlu'nun CGP'si de vardı. (CGP İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti'nde yer almamıştır)  Koalisyon hükümetleri, demokrasinin bir parçasıdır. Yani beka için kurulmaz.

Diğer taraftan, cumhuriyet tarihinde nice koalisyon hükümeti kuruldu. Beka gerekçesi ile mi kuruldu? Koalisyon hükümetlerinde yer alan partiler, iktidara ortaktır. MC Hükümetleri'nde Alparslan Türkeş başbakan yardımcısıydı ve MHP'li bakanlar vardı.

Mesela Ülkücülerin gururu olan şehit bakan Gün Sazak, ikinci MC Hükümeti'nin Gümrük ve Tekel Bakanı idi. Bugünkü gibi MHP'nin AKP ile neredeyse bütünleşmiş bir yapı haline gelmesi durumu söz konusu değildi. Dahası, 12 Eylül'den hemen önce, Alparslan Türkeş'in MC Hükümetleri sırasında ana muhalefet lideri olan Bülent Ecevit'e koalisyon hükümeti kurma teklifinde bulunduğu da unutulmamalı.

 Peki Cumhur İttifakı'ndaki MHP'nin konumu ne? Ancak fiilen iktidar ortağı olduğu söylenebilir ki, sözünün ne kadar geçtiği ise tartışmalıdır. Ayrıca Süleyman Demirel de Erdoğan'dan çok farklı bir siyaset ve devlet adamıydı. Demirel'in de muhalifleri vardı ama kimse onun Türklük ve Cumhuriyet ile sorunlu olduğunu düşünmüyordu. Ki değildi de zaten.

Demirel başbakanlığında da, cumhurbaşkanlığında da, daima yüzde yüzü temsil etmesi gerektiğinin farkındaydı. Siyaset kökenli bir isim, nasıl tarafsız cumhurbaşkanlığı yapar sorusuna, okullarda ders olarak okutulacak bir isimdi Demirel. Bundan dolayı da muarızları tarafından takdir edilmiş bir isimdir.

Siyasi tarihimize bakıldığında, birbirine rakip olan siyasi liderler içerisinde aralarında en yakın dostluklar oluşmuş isimlerin listesi yapılsa, Demire ile Türkeş'in dostluğu herhalde listenin ilk sırasında yer alır.

Her iki isim birbirine rakiptir ama birbirlerine en ağır suçlama ve hakaretleri yapmamıştır. O yüzden aralarında oluşan dostluk, tutarsızlık ya da menfaat birlikteliği olarak görülmemiştir.

SSCB'nin çöküşünün ardından Alparslan Türkeş'in başlattığı Türk Dünyası kurultayları da 1993'de bu dostluğun sayesinde başlamıştır.  Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın Türkeş kompleksiyle destek vermemesine rağmen, dönemin başbakanı Demirel, Türkeş'in talebiyle kurultayın maddi boyutunu üstlenmiş ve ilk kurultay gerçekleştirilmiştir.

Son olarak şunu da belirteyim; 1991'de Türkeş'in Erbakan ile yaptığı seçim ittifakı da bugünkü Cumhur İttifakı ile karıştırılmamalı. O ittifak, seçimle sınırlıydı ve milliyetçi siyasetin mecliste temsili için o dönem bu çare bulunmuştu. Çünkü MÇP'nin tek başına meclise girmesi öngörülmüyordu… Milliyetçi siyasetin tarihinden, MHP'nin siyasal İslamcı üssü haline getirildiği gerçeğini örtecek bir hikâye çıkmaz. Boşuna uğraşılmasın…

Editör: TE Bilişim