En büyük fitne, ağzını açanın fitne yapmakla suçlandığı bir zamanda yapılır. Bir târihçiyi aradım. “Neden târihçiler ve târihle ilgili kurumlar susuyor?” diye sordum. “Karşı çıkan, İstanbul seçimlerini baltalamakla suçlanıyor.” dedi.

Duymayanlar için ilk olsun. Duyup da duymamamazlıktan gelenler için tekrar olsun. Liselerden târih ve felsefe dersleri kalkıyor. Daha doğrusu, seçmeli oluyor. Sâdece inkılap târihi mecbûrî.

Bu ne demek? 19 Mayıs 1919’dan öncesini öğrenmen şart değil! Göktürkleri, Uygurları, Karahanlıyı, Selçukluyu, Osmanlıyı bilmen şart değil.

Bunu yapan, CHP iktidarı değil; AK Parti iktidarı.

Elin oğlu, ne güzel oyun kuruyor. CHP muhâlefette ama bugüne kadar karşı çıktığımız târih yaklaşımı, hayâta geçecek. Muhâlefet olarak ses vermediğine göre, herhâlde “Bize gerek yok. Fikirlerimiz iktidarda!” diye göbek atıyordur. Çanakkale’ye Themis heykeli diken Kemalistler, Erdoğan’ın “Anzak Günü” mesajına tek kelime etmediler. Eh kendileri de olsalar aynı şeyi yapacak ve “Anzak Tâziyesi”ni tekrar edeceklerdi.

Köşe yazarlarına baktım. Mehmet Doğan ve Zekeriya Kurşun dışında eleştiren olmadı.

Târih Kurumu’ndan ses yok. Üniversitelerin târih bölümlerinden, sivil toplum kuruluşlarından ses yok. “Geçmişle bağımız koptu” diye harf inkılabını eleştirenlerden, “Emin Oktay’ın târih kitaplarından kurtulduk.” diye sevinenlerden de ses yok. MHP’den, cılız bir ses çıktı. Tâkipçisi olacaklarmış. Çok etkilendim doğrusu. Türk târihine kara sevdâlı bir parti, ortalığı sallamalıydı.

Hâfızamız kaybolacak. Tanpınar, “Milletlerin birikmiş kudretleri, nesillerin hatâsının üzerinden atlar geçer.” diyor. Hâfızamız kaybolursa hatâların üzerinden nasıl atlayıp geçeceğimizi nereden bileceğiz?

Târih, bu sessizliği affetmeyecek!

.........

Zekeriya Kurşun’un konuyla ilgili yazısından (23 Mayıs 2019-Yeni Şafak) okuduğuma göre, 1894 depreminden sonra İstanbul surlarının elden geçirilmesine karar verilir. Sultan II. Abdülhamid’in surları kurtarmak için başlattığı bu girişim, onun 1909 yılında tahtan indirilmesiyle rafa kaldırılır.

Daha da vahimi, Harbiye Nâzırı, surların yıkılmasını ve ortaya çıkacak arazinin satılmasını teklif eder. Surların arsalarından ve taşlarından elde edilecek parayla, askeriye için yapılması planlanan binâların giderleri karşılanacaktır. Sultan Reşad’ın bile râzı olduğu yıkıma, dönemin Maarif Nâzırı Emrullah Efendi karşı çıkar. Surların, Osmanlı târihinin en şanlı ve şerefli eserleri olarak muhâfaza edilmesi gerektiğini vurgulayan Emrullah Efendi, Bakanlar Kurulu’na şöyle sorar:

“Bu surlar yıkılırsa İstanbul’un fethini, yeni nesillere nasıl anlatacağız?”

Maarif Nâzırı haklı bulunur. Surların yıkımı engellenir.

.......

Târih derslerinin seçmeli olması, İstanbul’un surlarının yıkılması demektir.

Dün Feth-i Mübin’in 566. yıldönümü vesîlesiyle çok anlamlı bir mesaj yayınlayan ve akşam iftarda “Zulüm 1453’de başladı” sloganını hatırlatan Cumhurbaşkanımıza sormak istiyorum:

İstanbul’un surları yıkılırsa 1453'de zulmün başlamadığını, gelecek nesillere nasıl anlatacağız?