Sahih/Doğru ve Uydurma Hadisler konusu ilahiyatçılar arasında yıllardan beri tartışma konusu olsa da henüz bir çözüme ulaştırılabilmiş değil. Bunda, gün geçtikçe piyasada çoğalan cahil şeyh bozuntuları ya da “Hoca efendi” sıfatı ile dolaşanlarla onlara mürit olup özellikle ev toplantılarında ahkâm kesen fısıltı hocalarının etkisi büyük. Bu grup ya da oluşumlarla ne Diyanet baş edebiliyor, ne İlahiyat fakülteleri. Siyaset kurumu ise anlaşılan, “Yeter ki bize oy versinler” havasında. Esasen, “…dinî konularda karar vermek, görüş bildirmek ve dinî soruları cevaplandırmak.” gibi asli görevi olan Diyanet bu konulara pek girmek istemiyor, sorulduğunda kendi görüşlerini açıklamakla yetiniyor. Oysa pek çok yatırımcı bakanlığı bile gölgede bırakan bütçeye, yüz bine yakın cami ve en az yüz elli bin personeli ile yalnızca cami cemaatini bile hurafelerden, yanlış dini bilgilerden arındırabilse büyük iş başarmış olacak.

Hadis-i Şeriflerde doğru ve yanlışların ayırt edilmesi konusu daha çok su götüreceğe benziyor da Kur’an-ı Kerim Meallerindeki yanlışlar, fikir ayrılıkları, kelimelerin anlamlandırılmasında düşülen çelişkiler kanaatimce Hadis-i Şeriflerdeki yanlışlıklardan daha önemli.

Piyasada bulunan bütün mealler toplanıp bilim kurullarınca incelenerek rapor edilse, Türkçe yanlışlarından başlayarak anlam kaymaları, yanlış ya da eksik tercüme edilen kelimeler detaylı olarak ortaya çıkarılsa ve en önemlisi abdest, namaz, salat/salavat gibi konularda “Aslında Kur’an ne diyor, biz ne anlıyoruz, meallerdeki çelişkiler ne, uygulama nasıl” gibi daha pek çok soru tespit edilerek cevapları aransa olmaz mı? Diyanet İşleri Başkanlığı ya da İlahiyat Fakültelerinden biri ya da birleşerek birkaçı böyle bir organizasyon yapamaz mı? Neden yapılmıyor, neden cesaret edilemiyor? Elbette ve elbette Kur’an yeniden yazılacak değil ama Cenab-ı Allah’ın “Apaçık kitap” dediği, “Anlamamız için açık seçik” gönderdiği kitabı biz niye kapalı kutuya çeviriyoruz? Pek çok mealcinin esas aldığı merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın mealindeki bazı eksik ve hatta yanlış anlamalara yol açan ifadeleri yeni meallerde niye düzeltmiyoruz? Tabuları yıkmak bu kadar mı zor?

Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi ben İlahiyatçı değilim ama okuyan, inceleyen, araştıran ve dolayısıyla sorgulayan biriyim. Yanlış ya da çelişki buldum mu affetmem, doğruyu ortaya çıkarmak için de konuşurum, yazarım, söylerim, dilekçe veririm ve üzerime düşen ne varsa yapmaktan çekinmem. Mesela, hassas konulardan biri “Salat!” ve buna bağlı olarak“Salavat.” Bu kelimenin Arapça aslı, kökü nedir? Arapçada İslam’dan önce ve sonra hangi durumlarda nasıl ve hangi anlamlarda kullanılmıştır? Meallerde yaygın olarak anlam verildiği gibi “Namaz” mıdır, “Dua” mıdır, “Peygamber Efendimizin şanını yüceltmek” midir? Ya da son zamanlarda bazı İlahiyat profesörleri ile bu konuda çalışmaları olan, araştırmalar yapan, Arapça konusunda ihtisas sahibi başka ilahiyatçıların anlamlandırdıkları gibi “Destek olmak” mıdır,“Yardım etmek” midir, “Yardım ve destekleme” midir, “Vahiy Çalışması” mıdır, “Mali ve zihinsel açıdan destek olmak” mıdır, nedir?

Mademki Diyanet İşleri Başkanlığı ve İlahiyat Fakülteleri böyle bir çalışma yapmıyorlar, belki onları gayrete getirerek hayırlara vesile olurum diye bir örnek vermek istiyorum. Özellikle Cuma namazlarına giden her Müslümanın, İmam Efendi hutbeye çıkacağı sırada müezzin tarafından okunduğuna şahit olduğu bir ayet var: Ahzab Suresi’nin 56. Ayeti… Şimdi, bu ayet için meallerde verilen anlamlar üzerinde duralım.

Öncelikle, şimdiye kadar incelemiş olduğum elliye yakın mealin çoğuna temel teşkil ettiğini düşündüğüm Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın verdiği anlama bakalım:

“Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygamber’e salat ve selamda bulunurlar. Ey iman edenler! Siz de O’na salavat getirin, O’na tam bir bağlılıkla selam verin.”

Aynı ayete 2011 baskılı Diyanet Meali’nde verilen anlam da şöyle: “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salat ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de O’na salat edin, selam edin.”

Diyanet mealinin dipnotunda salat konusunda şu açıklama yapılmış: “Peygamber’e Allah’ın salat etmesi, rahmet etmesi, şanının yüceltilmesini dilemeleri; mü’minlerin salat etmeleri ise dua etmeleri anlamını ifade eder.”

2007 tarihli Diyanet Vakfı mealinde verilen anlam: “Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salavat getirirler. Ey mü’minler! Siz de O’na salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.”

Dipnotta ise Diyanet İşleri Başkanlığı mealindekine benzer bir açıklama yapılmış.

Diyanet İşleri Başkanlığı da yapmış olan Prof. Dr. Süleyman Ateş’in 11 ciltlik Tefsir’inin 7. Cildinde aynı ayete verilen anlam da şöyle: “Allah ve melekleri Peygambere salat etmektedir. Ey inananlar! Siz de O’na salat edin, içtenlikle selam edin (O’na rahmet ve esenlik dileyin.)

Süleyman Ateş, ayetin tefsir bölümünde de ise şu açıklamayı yapıyor: “Allah’ın Peygamber’e salatı, O’na rahmet etmesi, O’nu melekler yanında övmesi; meleklerin salatı, O’na dua ve istiğfar etmeleri, O’nu desteklemeleridir.”

Piyasadaki meallerin çoğunda hemen hemen aynı ya da benzer ifadeler kullanıldığı için şimdi de farklı anlam veren mealler üzerinde duralım…

2009 yılında, rahmetli Prof. Dr. Cemal Sofuoğlu, Prof. Dr. Abdulkadir Şener ve Prof. Dr. Mustafa Yıldırım isimli üç ilahiyat profesörü tarafından yayınlanan “Yüce Kur’an ve Açıklamalı Yorumlu Meali”nde verilen anlam şöyle: “Allah ve melekleri (görüldüğü gibi) Peygamber’e her türlü yardım ve desteği vermektedir. Ey iman edenler! Siz de O’na her türlü yardım ve desteği verin ve bütün benliğinizle O’na teslim olun, O’nun emirlerine uyun.”

56. ayete verilen bu anlamı desteklemek için de aynı surenin 43. Ayetine atıfta bulunuluyor. 43. Ayet de şöyle açıklanmış: “Zira o Allah ve melekleri, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için her türlü desteği vermektedir. Çünkü Allah mü’minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.”

Aynı mealde, her iki ayette de geçen “Yusalli” kelimesinden yola çıkılarak şu açıklama yapılmış: “Bu ayetteki ‘Yusalli’ fiilinin iki öznesi bulunmaktadır: Allah ve melekler. Müfessirlerin büyük çoğunluğu, bu fiilin Allah’la birlikte kullanılması halinde ‘Rahmet ve Mağfiret’; meleklerle birlikte kullanılması halinde ‘istiğfar ve dua’ anlamına geldiğini belirtmişlerdir. Ebussuud ise, ‘Bir fiile aynı cümlede (nitelikleri farklı) iki özneden dolayı iki ayrı mananın verilmesinin mümkün olmayacağını’ söyler. Bu durumda burada bir mecaz söz konusudur ki, buna göre her iki mana tek bir gerçeği ifade eder. O tek gerçek de, ‘Mü’minlerin işlerinin iyi ve düzgün olmasına gösterilen ihtimam ve itinadır’ ve bu anlam, ‘şekli salat’ olan namazın özünde de vardır. Bir şeye ihtimam ve itina göstermek, ona DESTEK VERMEK demektir. Nitekim Kâşâni, bu fiile ‘imdad eyler’ anlamını vermiştir. Biz de bu anlamı tercih ettik.”

Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı da mealinde bu ayetin anlamını şöyle veriyor: “Allah ve melekleri peygambere destek oluyorlar. Ey iman edenler! Siz de peygambere destek olunuz, ona yürekten bağlılığınızı ifade ediniz.”

Prof. Dr. Mehmet Okuyan, bir TV programında konu ile ilgili olarak sorulan soruya şu cevabı veriyordu: “Salat yardım etmek demektir. İnnallahe ve melaiketehu yusalline aleyh, ‘Allah ve melekleri Peygamber’e yardım ediyor’ demektir. Yusellune, yardım etmek demektir. Ve Allah, ‘Siz de Peygamber’e yardım edin’ diyor. Sahabeler salatı doğru anladılar ve Peygamber’e yardım ettiler.”

Keza, Edip Yüksel, Cemal Külünkoğlu, İlyas Yorulmaz, Mustafa İslamoğlu, Sadık Türkmen ve Yaşar Nuri Öztürk’ün meallerinde de “Salat” kelimesine “Destek olma” anlamı verilmiştir.

Görüldüğü gibi farklı bir durumla karşı karşıyayız. Bu mealleri hazırlayan ilahiyatçılar da konunun uzmanı olup derinlemesine araştıran kişiler. Özellikle merhum Cemal Sofuoğlu Hoca’yı yakından tanıyor; ilmine, ihlasına ve samimiyetine yürekten inanıyorum. Meal yayınlandığı zaman da görüşmüştük ve kitap hakkında bir yazı hazırlayıp yayınlamıştım.

Bütün bu örneklerden sonra farklı bir durum ve yorumla karşılaştığımız için yukarıda ortaya koyduğumuz tezin doğru ve gerekli olduğu anlaşılıyor ki bu da, meallerin ehil ve gerçek ilim sahibi uzmanlar tarafından gözden geçirilmesidir.

Piyasada, Kur’an-ı Kerim’in anlamı üzerine yapılan başka değerli çalışmalar da var tabii. Bunlardan biri, aynı zamanda Hafız-ı Kur’an olan ve İmam Hatip Lisesi öğreniminin ardından daha sonra Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne dönüşen İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitiren ve ayrıca Arapça öğrenen Mustafa Sağ’ın yayınladığı “Evrensel Çağrı, İniş Sırasına Göre Kur’an’ın Anlamı” isimli kitap. Mustafa Sağ, aynı ayete şu anlamı vermiş: “Kuşkusuz, düşman güçlerine karşı Allah, indirdiği Kur’an bilgileriyle, Elçi’ye yardım ediyor, destek sağlıyor. Ey Allah’a koşulsuz inananlar! Siz de O’na yardımcı olun, O’nu destekleyin ve tam bir teslimiyetle, tam bir disiplin içinde O’nun güvenliğini sağlayın.”

Bir diğer çalışma da Hakkı Yılmaz’a ait. “Kur’an’ın Türkçe Meali” isimli kitabında, söz konusu ayetin açıklamasını şöyle yapıyor: “Şüphesiz Allah ve doğadaki güçleri/indirdiği Kur’an ayetleri Peygamber’i destekliyorlar/yardım ediyorlar/arka çıkıyorlar. Ey iman etmiş kimseler! Siz de Peygamber’e destek olun/O’na yardım edin/arka çıkın ve O’nun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayın.”

Aldığımız son örneklerde, “Salat” kelimesine Destek Olmak/Yardım Etmek” anlamı verildiğini görüyoruz. Bu durumda, bu surenin ya da ilgili ayetlerin iniş sebeplerine bakmamız gerekiyor. Meallerdeki ortak kanaat, Ahzab Suresi’nin bu ilgili ayetlerinin, Medine savunması için müşriklerle yapılan Hendek Savaşı ve Kureyza Oğulları’na karşı verilen mücadele sırasında indirildiğidir. Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında sayıca kendilerinden çok üstün olan müşrikler ordusuna karşı Allah’ın Müslümanlara yardım ettiği dikkate alındığında, söz konusu ayet için Prof. Dr. Cemal Sofuoğlu, Prof. Dr. Abdulkadir Şener ve Prof. Dr. Mustafa Yıldırım’ın hazırladıkları “Yüce Kur’an ve Açıklamalı – Yorumlu Meali”nde verilen anlamın tam tamına oturduğu açıktır. Onların açıklamasından sonra verdiğimiz meal örneklerindeki açıklamalar da bu görüşü desteklemektedir. Keza, tıpkı yukarıda geçen aynı surenin 43. Ayeti gibi 48. Ayeti de bu tezi desteklemekte olup üzerinde durduğumuz 56. Ayeti bu iki ayetle birlikte değerlendirdiğimizde durum bütün açıklığı ile ortaya çıkmaktadır. 48. Ayetin anlamı şöyle:

“Ey Peygamber! Sakın kâfirler ve münafıkların baskılarına boyun eğme, verdikleri sıkıntılara aldırma. Yalnız Allah’a güven, O’na dayan. Çünkü dayanıp güvenmek için Allah yeter.”

Bu ayette verilen “Sakın kâfirler ve münafıkların baskılarına boyun eğme” emri nasıl yerine getirilecektir? Hiçbir karşılık vermeden yalnızca salavat getirerek değil, elbette onlarla başa baş, dişe diş mücadele ederek, silaha karşı silah, taktiğe karşı taktik geliştirerek. Bunlar yapılınca da Allah’ın yardımından emin olunacak.

Kısaca ifade edecek olursak, bu üç ayetin özeti, Cenab-ı Allah’ın Peygamberine destek olduğu, bizlerin de Peygamberimize tam bir inanışla inanıp destek olmamız gerektiğidir. O dönemde yaşamadığımıza göre bizim desteğimiz, O’nun vasıtası ile bize gönderilen Kur’an’ı anlayarak okumak, anlatmak, güzel ahlaka sahip olmak, doğruluktan, hak ve adaletten şaşmamak, kul hakkı yememektir

. O halde başta Diyanet mealleri olmak üzere, birbirinin tekrarı gibi duran başka meallerde verilen “Allah ve melekleri Peygambere salat/salavat ederler” anlamının “Yardım ederler/destek olurlar” kelimeleri ile ifade edilmesi daha doğru olmalıdır. Çünkü Allah çalışıp gayret edene destek olur. Geleneksel anlayışta ise kolaycılığa sapılarak adeta bir “Salavat sektörü” oluşmuş, “Allah bile Peygambere salavat ediyor” zihniyeti ile zorluklar karşısında tedbir alınmadan, üretim yapmadan, proje geliştirmeden, okuyup araştırmadan, bilgilenmeden telefonlara sarılarak “salavat zincirleri” oluşturulmakta, bu da yetmiyormuş gibi TV dizilerinde bile müflis tüccarlar Padişah’ın huzuruna çıkartılıp salavat sömürüsü yaptırılarak yüklüce altın kopartılmaktadır! Mesela ben bu zincirlerin bir halkası olmak yerine “La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah/Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah’ın elçisidir” demeyi tercih ediyorum. Mesele, üzerinde durduğumuz Ayeti ve elbette baştanbaşa Kur’an-ı Kerim’i iyi anlamaktır. Yalnızca okumak değil, anlayarak, özümseyerek okumak…

Müslüman kolaycılıktan ve oturup yatarak her şeyi Allah’a ve Peygamber’e havale etmekten kurtulmalıdır. Oturduğumuz yerden “Salavat Zincirleri” oluşturup “Cuma Mesajları” atarak imanımızı, son zamanlarda yaygın hale gelenBayrak Zincirleri” ile de vatanımızı kurtaramayız. Kaldı ki bir arkadaşım, yaptığı araştırma sonucu bu mesaj ve zincirleme işlerinin Fransa kaynaklı bir merkez tarafından organize edildiğini tespit etmiş. Maksat, bizleri böyle oyalayıp iyice tembelleştirmek… Oysa doğru olan nedir? Çalış ki Allah yardım etsin, gayret et ki yollar açılsın! Atasözümüzde çok güzel ifade edildiği gibi“Çalışanın dağdan aşıp çalışmayanın düz yolda şaştığı” baştanbaşa İslam âlemi ve batı dünyasının durumlarından bellidir. Çalışıp üretenler aya gideli yıllar olmuştu, şimdi Merih’te araştırmalar yapıyor, güneşe gitmenin yollarını arıyorlar. Bizim softalar ise uzayın milyonlarca kilometre uzağında seyreden mekiklerin “civatalarını gevşetip düşürme” palavrası sıkıyorlar.

Sonuç… Yıllardır söylenip bir türlü ayıklanamayan sahih ve uydurma hadislerle ilgili çalışma elbette tamamlanmalı ama Kur’an’ı Kerim mealleri de ehil ve ilmi heyetler tarafından yine Kur’an bilgisiyle gözden geçirilerek tam bir ortak akılla sağlıklı, doğru ve tartışma götürmeyen anlamlar mutlaka verilmelidir. Cenab-ı Allah’ın “Anlaşılmak üzere” ve “Apaçık Kitap”olarak gönderdiğini anlaşılmaz hale getirmek ya da tereddütler oluşturacak anlamlar vermek doğru değildir. Daha Kur’an üzerinde bile ayrılığa düşen Müslümanların dünya milletleri arasında parlayıp ön safa geçebilmeleri mümkün değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı ve İlahiyat Fakülteleri bu konuda üzerlerine düşeni yapmalıdırlar ve buna mecburdurlar.