Muharrem Kızılkaya’nın kaleminden:

2.Dünya sonrası kurulan Avrupa Birliği: Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu

Schuman Deklarasyonunun bir sonucu olarak, 1951 yılında, Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda'dan oluşan 6 üye.

Böylece, savaşın ham maddeleri olan kömür ve çelik, barışın araçları oluyor; dünya tarihinde ilk defa devletler kendi iradeleri ile egemenliklerinin bir kısmını ulus üstü bir kuruma devrediyordu.

Bu süreçte birliğin almış olduğu önemli bir siyasi karar,

1 Ocak 1958'de Roma Antlaşması oldu.

Onunla bugünün AB'sinin temelleri atıldı. AB başlangıçta öncelikle bir ekonomik birlik olarak tasarlanmış olsa da, süreç içerisinde siyasi ve kültürel bir yapı halini aldı.

Kısaca Avrupa Birliğini çıkışını hatırlattıktan sonra.

Bugünlerde Gurbetçilerin ve Türkiye'nin Avrupa Birliği ile alakalı ifadelerini hatırlamak isterim.

Güncel hayatımızda hep şunu duyuyoruz bilhassa İngiltere'nin de AB'den ayrılması sonrası.

Evet, AB bitti dağılıyor, iflas etti, birbirlerine girdiler, buradan bir şey çıkmaz, bizim AB girmemize gerek kalmadı, onlar bize katılsınlar diyenlerin sesleri kulaklarımız da çınlıyor.

Durum böyle mi? Tabii ki değil AB soğuk savaş sonrası bünyesine kattığı Balkan ve Baltık Ülkeleri dolayısıyla son yıllar pazar payını nüfuzunu ciddi bir şekilde genişletti.

Bugünlerde Doğu Akdeniz meselesine AB penceresinden bakmak istiyorum.

Başta Fransa olmak üzere bizim Akdeniz'de petrol aramamıza AB'den ciddi karşı çıkış var.

Bunun sebebi AB'nin Roma Antlaşması ile nüfusunu, pazarını büyütmek istiyor.

Eski Roma imparatorluğu sınırlarını kapsayan bir yapıya gidiyorlar.

Bunu da Kuzey Afrika Ülkelerini Tunus, Cezayir, Libya, Mısır, İsrail, Ürdün, Suriye gibi, bizim Magrip diye tarif ettiğiniz Ülkeleri AB'ne katmak üye yapmak istiyorlar.

Türkiye'yi istemiyorlar, Türkiye kendi bir eksen yaratmak, oluşturmak istediği için.

Türkiye bunu başarabilir mi?

Bu süreçte çok zor görünüyor, hem Türkiye'nin dış politikadaki hataları, hem de ABD ve Rusya ile ilişkilerden dolayı sorunlu olduğu için.

Avrupa Birliği bunu yapınca 750 milyon bir nüfusa, ciddi bir pazar payı aynı zamanda Afrika'dan gelen göçü engellemiş oluyor. Göçe engel olmakla birlikte zaman içerisinde Afrika kıtasının güneyine inme imkânı buluyor.

AB - Roma imparatorluğuna dönüşünce Akdeniz havzası göl olacak, AB - ABD karşı bir alternatif, Çin ile Uzakdoğu dünyası ile rekabet edebilir bir siyasi, ekonomik bir güç olma imkânı sağlayacak.

AB liginin Afrika kıtasına inmesi özellikle Alman sanayiinin Asya eksenli bir kaymanın önüne geçecek.

Bu projenin arkasında Almanya olduğu iddia ediliyor, dolayısıyla AB bittiği, battığı yok, tam tersine AB daha güçlenerek, daha kararlı, daha müreffeh, daha çok demokrasi ile karşımıza çıkacaklar.

Bugünlerde Kıbrıs'ın Türkiye için ne kadar stratejik önem arz ettiğini anlamak daha kolay anlaşılıyor.

Akdeniz, Kıbrıs, Mavi Vatan bütün bunları değerlendirirken olaylara birde bu pencereden bakılmasını ifade etmek istedim.

Kalın sağlıcakla

Editör: TE Bilişim