(Offf yaaaa, yazıyı bile tamamlayamadan kur atağıyla karşılaştık.)

Yaşadığımız ekonomik kriz vesilesiyle çok önemli bir hususa veya tehlikeli bir eğilime işaret etmek istiyorum.

Bize mahsus bir durum değildir; ekonomik kriz sebebiyle geniş kitlelerin yoksullaşması ve gelecek kaygılarının arttığı dönemlerde, toplumların "popülist" söylemlerin tuzağına düşme ihtimali çok yüksektir.

Ülkemizde 17 yıldır uygulanan, 2009 yılından itibaren ise bilinçli olarak tercih edilen ve tek amacı "seçim kazanmak" olan ekonomik modelin adına, yanlış bir vasıflandırmayla "serbest piyasa ekonomisi" denilince, bugün ortaya çıkan sonuçlar sebebiyle, piyasa ekonomisi aleyhine popülist söylemlerin itibar göreceği, psikolojik bir tuzağa düşmek üzereyiz.

Yani her türlü kuralsızlığın ve bilhassa hukuksuzluğun adına "serbest piyasa ekonomisi" diyenler, kendilerinden sonraki dönemin zihni ve fikri zemini de zehirleyecek şekilde, bizleri kötü bir mirasla karşı karşıya bırakmak üzereler.

Öncelikli olarak hatırlatmak zorundayız ki, bizim gibi "gelişmekte olan ekonomilerde" serbest piyasanın bütün kurum ve kurallarıyla işlemesi ve iktisat kitaplarında bulunan teorik varsayımlarla o "görünmez elin" ekonomiyi ve piyasaları tanzim etmesini beklemek, en hafif deyimiyle "ıslâh ve iflâh olmaz" bir iyimserliktir...

Türkiye örneğine dönecek olursak, en liberal görüşleri savunanların bile kabul edeceği üzere; ekonominin "makro dengelerinin" belirlenmiş hedef ve stratejileri doğrultusunda kamusal nitelikte planlamalara ihtiyaç duyulacağı tartışmasızdır.

Türkiye için piyasa ekonomisi nasıl olmalıdır diye bir soru sorulacak olursa; üzerinde ekonominin paydaşlarınca üzerinde çalışılmış, hukuki ve rasyonel çözümlemelere kavuşturulmuş ve "genel plan" fikrine uygun olarak mikro ölçekteki karar ve tercihlerin ise piyasa aktörlerine bırakılması şeklinde anlaşılmalıdır.

Bu anlamda Türkiye'de 2002 yılından itibaren kesinlikle "makro dengeleri" koruyacak, genel hedef ve stratejileri ihtiva edecek bir "ekonomik planımız" kesinlikle olmadı.

2002-2008 arasında K.Derviş tarafından hazırlanan "Güçlü Ekonomiye Geçiş" adını taşıyan ve ağırlıklı olarak, "sıkı para ve maliye politikasından" oluşan, Derviş'in kendi ifadesiyle de ancak bir kaç yıl uygulandıktan ve dengeler sağlandıktan sonra, yapısal reform ve kararları ihtiva eden yeni ve kapsamlı bir "plan" yapılması gerekiyordu.

Netice itibariyle kabul etmek zorundayız ki, AKP hükümetleri 2008 yılına kadar eksiğiyle, gediğiyle "sıkı para ve maliye" politikalarına uymak dışında, bu anlamda hiç bir şey yapmadan ve Türkiye'nin özelleştirme tarihindeki 70 milyar $'lık miktarının hiç bir kritere uymayan 60 milyar $'lık kısmını yaptılar. Özelleştirme gelirleriyle bütçeyi destekleyecek ve buradan elde edilen kaynaklarla da çok sevdikleri "yol yaptık-köprü yaptık" şeklinde özetlenebilecek yatırımlar ve "sosyal yardımların" kapsamını artıracak işler yaparak, beş yıllık dönemlerini tamamladılar.

Her ekonomistin ittifakla kabul ettiği üzere 2009 yılından sonra ise; dış piyasalardaki uygun koşullardan yararlanarak "düşük kur, ucuz faiz, bol borçlanmaya ve ithalata dayalı" bir ekonomik modeli bilerek ve isteyerek tercih ettiler. Bu tercihin sonucu olarak 460 milyar $ dış borç yükü altına girdiğimiz ve adına da serbest piyasa ekonomisi dediğimiz, "hür tilkilerle, hür tavukların aynı kümesi paylaştığı" kuralsız, hukuksuz, rekabetin olmadığı ve kamu kaynaklarının yanaşmalar tarafından yağmalandığı bir düzeni "serbest piyasa ekonomisi" diye kamuoyuna sundular.

Bütün bu özetleri yapmamızın sebebi ise, 2018 Ağustosundan itibaren yaşamakta olduğumuz krizin ağırlıklı sebebi olarak dış güçleri göstermemiz ve bu nedenle bu girdaptan çıkabilmek için de, tek çarenin artık işlemeyeceği varsayılan "piyasa ekonomisinden" vazgeçilerek kamunun her şeye karar vereceği "kumanda ekonomisi" modeline geçmemiz gerektiğinin kamuoyuna ve geniş kitlelere kabul ettirilmesi çabalarına işaret etmek içindir.

Öncelikli olarak, teorik tartışmaları bir tarafa bırakarak AKP hükümetlerinin gerçekten serbest piyasa ekonomisini uygulayıp uygulamadığına bakacak olursak;

* Piyasa ekonomisinde rasyonel kararlar vereceği varsayılan aktörlerin iktisadi faaliyetlerinin toplam faydayı artırabilmesi, katma değer yaratması, verimlilik artışı ve büyümeye katkısı için hukuk içinde, fırsat eşitliğinin sağlandığı ve rekabetin işlediği, kamu kaynaklarının yağmalanmadığı kurallı bir piyasa ortamına ihtiyaç vardır. AKP bu şartların hiç birini sağlamadı.

* Kamu İhale Kanunu'nun bile yüz altmış üç defa değiştiği, binlerce kamu ihalesinin kimlere verildiği veya verileceğinin objektif hukuk kurallara göre belirlenmediği ve denetlenemediği bir ortamda kimse piyasa ekonomisinin varlığından bahsetmesin...

* 146 milyar $'lık YİD veya KÖİ modeliyle yaptırılan ve iki elin parmak sayısını geçmeyen, "elin taşıyla elin kuşunu vuran" hazineden imtiyazlı ve garantili yükleniciler arasında paylaştırıldığı ve bu firmaların dünya klasmanında ilk ona girdiği bir düzenin adına kimse piyasa ekonomisi diyemez.

* Bankacılık sisteminin işlemesi ve kime kredi verileceğinin bile hiç bir kurala bağlı olmadığı, bu kuralsızlığa uymayanların ise munzam karşılık ve faizle cezalandırıldığı veya cezalandırılacakları, faizin, döviz kurunun ve hatta enflasyonun bile kamu zoruyla belirlendiği, hiç bir şeyin öngörülemediği belirsizliğin adına piyasa ekonomisi diyemiyoruz.

* Kamu otoritesinin keyfine kalmış bir şekilde hangi ekonomik verinin açıklanıp, açıklanamayacağının bilinmediği, el yordamıyla analiz ve değerlendirme yapmanın ciddiyetsizliğinin yaşandığı bir vasatın adına da piyasa ekonomisi demiyoruz.

* Günü birlik kararlarla sektörlerin, şirketlerin kurtarılmaya çalışıldığı, vatandaşın kredi kartı şartlarını iyileştirme adı altında tüketim tuzağına çekildiği, kamu bankalarının zararına verilen kredilerle hazineye ve dolayısıyla millete yük taşıtılacak düzenin adına piyasa ekonomisi diyemiyoruz.

* Daha onlarcasını sayacağımız ekonomik rasyonelitesi ve hukuki meşruiyeti olmayan kısaca adına "yanaşmalı kumanda ekonomisi" diyeceğimiz modelin adına asla ve kat'a piyasa ekonomisi diyemeyiz.

* Bazı iyi niyetli (!) kardeşlerimizin kriz zamanlarında "Kamu, ekonomide daha aktif olmalı" türünden temenni veya beklentilerini de işte yukarıda saydığımız objektif sebeplerle anlamakta zorluk çekiyoruz. Kısaca izah ettiğimiz gibi yaşadıklarımızın sebebi piyasa ekonomisi değil, kuralsızlığın ve hukuksuzluğun hâkim olduğu ve sözde "kamunun" haksız müdahaleleriyle ortaya çıkmış bulunan YANAŞMA DÜZENİDİR.

Bu şartlar altında "kamunun daha fazla ekonomiye müdahalesini" teklif etmek, yaşadıklarımızın daha ağırını istemekten başka bir işe yaramayacağı gibi, bu tür müdahalelerin mevcutta ne kadar olduğu şüpheli bile olsa, demokratik ve hukuki standartların da hepsinden ve topluca vazgeçmek anlamına geleceğini unutmayalım...

Unutmayalım ki, bekâ ve dış güçler söylemleriyle süslenmiş böyle bir ekonomik düzenin de, buna da uygun bir siyasi rejimi olacaktır...Bu rejimin adı da demokratik hukuk devleti olmayacaktır herhalde...

Eğer çok ısrarlı iseniz; "elle gelen bize de düğün bayram" deriz.

Havadaki buluttan bile nem kapacak haldeyseniz, doluya bile tutulursunuz !

Nereye doğru sürüklendiğimizi tahmin ediyorum ama söylemeye dilim varmıyor...