Her dönem başı belaya girenlerdeniz. Hep sorarım niçin? İnsanların politik tutumlarına dönük eleştirilerim oldu ama asla kimsenin özel hayatına girmedim. Fikirlerle,düşüncelerle mücadele etmeyi tercih ettim.

Susup bir kenara oturmak da mümkündü. Bunu denedim de. Ama bir yere gelince susmak ihanet etmek gibi geliyor insana, susamıyorsunuz.

Niçin, sorusunun cevabı da burada. Belki en önemli vasfımız adaletsizliğe, haksızlığa tahammül edememek. Onun için susmayı istesek de içimizdeki adalet duygusu bizi susturmuyor. Herkesin sinip kaçtığı yerde biz haykırmak istiyoruz.

Bir arkadaşımız yazmıştı, ülkücülük 12 Eylül'de mahpushaneye girdi bir daha çıkmadı diye. Gerçekten öyle,etrafıma bakıyorum o susmayan, eğilmeyen şahadete koşan ülkücülerin yerinde yeller esiyor. Ülkücülük siyasi, ahlaki bir tercihten önce bir karakterdi. Adalet karakterimizdi, haksızlık karşısında susmamak karakterimizdi, emanete ihanet etmemek karakterimizdi, arkadaşlıklarımıza, dostluklarımıza vefa göstermek karakterimizdi, bugün öyle mi?

Bırakın başkalarını biz arkadaşlarımızın, dostlarımızın gadrine uğradık. 12 Eylül öncesi solcuların yapamadığını arkadaşlarımız bize yaptı. Sol bizi dövemedi ama fikir ayrılıklarımızdan dolayı arkadaşlarımız tarafından her türlü haksızlığa muhatap olduk. 12 eylülde Marksistlerle uğraştığımız yetmedi, 12 Eylülden sonra da arkadaşlarımızla uğraştık. Dava hukuku, ekmek, su hakkı diye bir şey kalmadı.

Dostluğun, arkadaşlığın firar ettiği yerde başarı olmaz.

Dostlarını bile kazanamayanlar başkalarını kazanabilirler mi?

Hep başarısızlıkları konuşuyoruz, iterek, kakarak kim başarıya ulaşmış.

Bizim her şeyden önce dostluklarımızı yenilemeye ihtiyacımız var. Gönüller bir olmadan gayretler bir olmaz, her birimiz bir yere savruluruz.

Şahsi düşmanım hiç olmadı, dostluklarımızı da düşmanlıklarımızı da ülkemizin, milletimizin çıkarları, inançlarımızın ölçüleri belirledi. Allah, vatan, bayrak diyen herkese sevgiyle baktık. Fakat bize böyle bakmayı, böyle davranmayı öğretenlerin çoğu öğrettiklerine ihanet ettiler. Küçük bir çıkar ışığı gören mevzisini de, dostlarını da, değerlerini de bırakıp gitti. Biz hala aynı hak davanın kavgasını veriyoruz. Arkada olanların yanlışları insanı o kadar etkilemez, ama önde olanlar yanlış yapınca sadece onlara güveniniz sarsılmaz, öğrettikleri değerlere de güveniniz sarsılır. Günümüz insanının en önemli buhranı, sorunu bu. Peşinden gidilecek, arkasından koşulacak kimse kalmadı. Dava artık bu ülkenin çıkarları değil, bazı muhterislerin koltuklarıdır.

Bazen çevremdekilere soruyorum her şeyi konuşacak kaç dostunuz var? Daha iki dostum var diyene rastlamadım. Hepimiz yalnızız, dertlerimiz, sorunlarımız, acılarımızla yapayalnız. Önceden böyle değildik, ölümü ekmek -peynir gibi bölüşürdük. Onlarca yüzlerce kişiydik ama bir vücudun azaları gibiydik. Dostlarımızın yemediği bizimde boğazımızdan geçmezdi. Uzattığımız hiç bir el boşlukta kalmaz, onlarca el uzanırdı ellerimize. Bugün ellerimiz boşlukta duruyor. Tutunamıyoruz, düşüyoruz, savruluyoruz, çığlıklarımızı duyup dönüp bakan hiç kimse yok.

Herkes siyaset siyaset diyor. Dostluk olmayınca siyasetin bir anlamı var mı?

Ben bize dostluklarımızı geri getirecek bir ses arıyorum.

O olursa her şey olur.

O olmazsa böyle kendi etrafımızda debelenip dururuz.