Oy kaygısının milli endişelerin üzerine çıktığı bir siyaset biçiminde millete hizmet çıkmaz. Her politika oy devşirmeyi hedef alır, ülke menfaatleri ikinci plana düşer. Hedef oy olunca da her şey ve her değer rahatlıkla istismar edilir. Siyaset bir gösteriye döner, öyle ki din, ibadet, yardımlaşma gibi eylemler vatandaşın gözüne sokulur, oy alınacak her alan kullanılır. Camiler, mescitler, cenazeler siyaset yapmanın yeni alanları olarak öne çıkar. Siyasetin girmediği, nüfuz etmediği hiçbir yapı ve mekanizma kalmaz.

Dinin siyasetle özdeşleştirilmesi, siyasete din gibi bakma sonucu doğurur ki bir toplum için en büyük tehlikelerden biri budur. Din Allah’tan gelendir ve muhalefet kabul etmez. Ezeli ve ebedi doğruları vazeder. Zaman içinde sosyal değişmelere bağlı olarak din algısı ve yorumları değişebilir. Çünkü dini yorumlayan her toplumun kültürü, irfanı, tarihi tecrübeleridir. Din Allah’tan geleni, yorum ve algılar içine insan zihni karıştığı için dini olanı temsil ederler. Lakin İslam tarihi farklı din algıları arasındaki mücadelelerle doludur. Dinle, dine uygun olanı yani dini olanı ayırmamak birçok facialara neden olmuştur. Bu kavga ve boğuşmanın nedeni her yorumun kendini din, ötekileri din dışı ve dine karşı olarak görmesinden kaynaklanmıştır.

Bugün de şahsi ve siyasi ikbal uğruna toplum aynı bataklığa itilmeye çalışılmaktadır. Siyasi alan dünyevi alandır. İslam herhangi bir yönetim modeli vazetmeyerek bunu toplumların tarihi ve kültürel birikimlerine bırakmış, sosyal değişimin kurum ve kuruluşları değiştireceğini, insanlığı donmuş kalıplara hapsetmenin hayatın gerçekliği ile örtüşmediğini görmüştür. Herhangi bir düzen vazetmemek sosyal değişimi ve onunla birlikte gelen sosyal ve siyasal değişimi onaylamak anlamına gelmektedir. Değişebilir olanın önünü açan yüce dinimiz bu tavrıyla insanlığa geniş bir hareket alanı bırakmıştır.

Ne yazıktır ki, Ali Bardakoğlu’nun yüzleşme isimli kitabında -bilinçli boşluk- olarak nitelendirdiği bu alan kendi görüşünü hak ötekileri batıl sayan zihniyetler tarafından bir özgürlük ve akıl yürütme alanı olarak görülmemiş, yasakçı ve tekçi bir zihniyetle tek bir yorum veya görüşe hasredilerek ötekiler çerçeve dışına itilmiştir. İslam dünyasının en önemli sorunlarından biri budur; dinle dini olanın, yorumla dinin birbirine karıştırılması ve İslami çoğulculuğun reddedilmesi…

Son dönem siyasetinde yapılan da budur, bir yorum ve çoğulculuk alanı olan siyaset, din ve diyanet alanı gibi takdim edilmiş, farklı düşünce ve modeller din dışı ilan edilerek kamu vicdanında mahkum edilmeye çalışılmıştır. Oysa, hiçbir yönetim modeli din değildir. Dine uygunluk ise İslam’ın genel ilkelerine uymak bu ilkelere göre hareket etmekle mümkündür. Bunun da partisi yoktur. Bu genel ilkeleri Müslüman düşünürler, danışma, adalet ve liyakat ile sınırlamışlardır. Günümüzde adaletin ancak yargının bağımsız olması ve kuvvetler ayrılığının tesis edilmesi ile mümkün olduğu genel kabul görmektedir. Öyleyse şu veya bu partiyi dinle özdeşleştirmek mümkün değildir. Doğru olan, adaletin tesisi için kuvvetler ayrılığını savunan, liyakate önem veren, işlerini topluma danışarak yapan her alternatifin meşru olduğudur. Dinle siyasetin özdeşleştirilmesi en büyük zararı dine verir. Nitekim, bugün bu özdeşleştirme sonucu siyasi iktidarın yaptığı her hata dine fatura edilmekte, bu siyaset dinin ete kemiğe bürünmüş görünür şekli olarak algılandığından din siyasetle eşit hale gelmektedir. Bir dine de bir topluma da yapılabilecek en büyük kötülük budur.