“Allah intikam alıyor aziz okuyucu. Senden, benden ve bizim oğlandan. Şu andaki iktidara rey verenden, onu oraya getirenden. Gelmesi için şu veya bu mertebede dahli olandan. Şu andaki hükümetin başı olan zata bu vazifeyi tevdi eden en yüksek Zat’tan, velhasıl herkesten…”

“…Ve Allah, kendisine lütfettiği müstesna, faziletli, hiçbir şey beklemeden hizmet eden insanların ve kadroların kadr ü kıymetini bilmeyip tıpkı bir binek hayvanı gibi onları bir menzile kadar kullandıktan sonra arkasına bir şaplak vurup atıveren lider, amir ve devlet adamından da intikam alır. Hem de ne intikam… Ayet açık ve kesin: “Vallahü azizü’ntikaam!”

Bu yazımın başlığının bir bölümü ve ilk iki paragrafı bana ait değil. Gençlik yıllarımda hizmetinde bulunduğum Devlet Dergisi’nin 1978 sonbaharında yayınladığımız Ahmet Rifat (Prof. Dr. Ahmet Nuri Yüksel) imzalı seri yazıdan alıp buraya koyuverdim. Onun için, “…Şu andaki hükümetin başı olan zata bu vazifeyi tevdi eden en yüksek Zat’tan,” ifadesini dilerseniz günümüzde artık değişmiş olan hükümet sistemine uyarlayabilirsiniz.

Sözünü ettiğim yazı beş – altı bölümlük bir dizi idi ve A’l-i İmran suresinin 4. Ayeti’nde geçen “Vallahü azizü’ntikaam/Allah intikam alanların en azizidir” cümlesi dayanak yapılarak örnekler veriliyordu.

Aradan 40 yıl geçti ve enteresan bir seçim yaşadık. 25 yıldan beri İstanbul ve Ankara belediyelerini elinde tutan iktidar partisi sonucu alınıp mazbatası verilmiş İstanbul seçimini iptal ettirebilmek için “o olmadı bu, bu tutmadı şu” mantığı ile itiraz üstüne itiraz yapmıştı. Sonunda da, siyasetçilerin tabiri ile “bu işin patronu” olan YSK adeta kendini/önceki uygulamalarını inkâr edercesine iptal ettiği için 23 Haziran 2019 günü İstanbul seçimleri yenilendi ve yeni bir olağanüstülük olmazsa süreç sona ermiş görünüyor.

Dikkatli okuyucularım hatırlayacaklardır, yine Haber Erk’te yer alan ve İslamiyet’i “Dini Dar” Olanlardan Kim Kurtaracak başlığını taşıyan 8 Nisan 2019 tarihli yazımda seçim sonuçlarını konu alıp dinin siyasete alet edildiğini, bu durumun saf, art niyetsiz inanç sahiplerinin dini duygularını zafiyete uğratacağına dair iki örnek vermiştim. Bunlardan biri, seçimlerden önce Umre Ziyareti için Adana’dan Mekke’ye giden bir grupla ilgili idi. Grubun başındaki “Hocaefendi”, Kâbe’yi arkasına alıp grubunu peşine takmış, güya “dua” ediyor ve şöyle diyordu: “…Önümüzde memleketimizde bir seçim var. Allahım, bu seçimde din düşmanlarına fırsat verme! Millet ve memleket düşmanlarına fırsat verme! Cumhur ittifakımıza muzafferiyetler nasip eyle! Adanamızda da Cumhur ittifakımızı muzaffer eyle! Sözlü kardeşimizi, başkanımızı muzaffer eyle!..”

İbadetler, dolayısıyla da Hac ve Umre yalnızca Allah rızası için yapılır. Bu yapılan ise tamamen riya kokmakta idi. “Kâbe’de yapılan dualar kabul olur” inancı ve şartlanmışlığı ile giden grup üyeleri Adana’daki seçim sonuçlarını görünce hayal kırıklığına uğradılar mı? Uğradılar.

O yazıda konu ettiğim ikinci örnek ise küçücük bir kız çocuğunun dini duygularının bizzat annesi tarafından hayal kırıklığına uğratılması idi. Muhalefet adayının kazandığı ifade edildikten sonra bir anne ve kızının yaşadıkları akıllara ziyandı… Binali Yıldırım’ın ve dolayısıyla çok sevdiği “Tayyip Amcası”nın kazanacağına öylesine emin olan kızcağız yana yakıla ağlıyor ve adeta isyan ediyor, onu teselli etmeye çalışan annesi de, “Fetih Suresi’ni oku kızım, Fetih Suresi’ni oku ki giden geri gelsin!” diyordu. Peki, giden geldi mi? Gelmedi! Seçim iptal edilince “İşte giden gelecek” diye sevinenler yenilenen seçimde de kaybedince o kızcağız “Hani Fetih Suresi’ni okuyunca kazanacaktık, giden geri gelecekti” diye isyan eder ve imanını da kaybederse bu vebali kim çekecek? Müslümanlar bedavacılık yerine çalışıp gayret ederek işlerini sağlama bağladıktan sonra tevekkül edip helalinden kazanmayı, kaza ve kadere inanmayı ne zaman öğrenecekler?

Bu safsatalar durmak bilmedi tabii; örnek çoktur elbet ama kendi memleketim olan Burdur’un Bucak ilçesinden de bir örnek vermezsem ayıp olur! Ali Hoca adında bir cami imamı, 23 Haziran seçiminin bir kaç gün öncesinde, “İstanbul’da İmam nikâhı olmadı, Yıldırım nikâhı yapacağız” buyurmuşlar. Ne yazık ki özellikle son yıllarda böyle siyaset çirkefine bulanıp cemaati küstüren ve “din görevlisi” kadrosunda bulunanların sayısı bir hayli artmış durumda.

Malum, 31 Mart seçimlerinden alınmış görünen dersin etkisiyle geri çekilen partili Cumhurbaşkanı 23 Haziran’a girilen son hafta ortaya çıkmıştı ki, herhalde çıktığına çıkacağına pişman oldu. Çünkü daha ilk konuşmasında “Bir tarafta terör örgütlerinin destek verdiği Cumhur İttifakı” diyerek kendilerini ateşe atmasın mı? Buna “sürç ü lisan” dense de peş peşe gelişen olaylar ve açıklamalar adeta bunu doğruluyordu. Şöyle ki:

Terörist başının ziyaretine uzun zamandan beri avukatları bile gidemezken nasıl ve hangi amaçla gittiği, kimin izin verdiği tam olarak açıklanamayan bir doçent, muhatabının “Kürt isyan hareketini başlatan yerli ve milli bir kişi” olduğunu da iddia etmekten çekinmeden getirdiği mektupla “HDP’nin tarafsızlığa davet edildiğini” söyleyiverdi. Bunun daha enteresan bir tarafı ise mektubun açıklanmasının devletin resmi kurumu olan AA tarafından servis edilmesi idi.

Artık zincirin halkaları devam ediyordu. İktidarın kayıtsız şartsız destekçisi, avami ifadesiyle de bir bakıma “Hıh deyicisi” durumuna düşen Devlet Bahçeli de, “Terörist başının mektubu HDP’nin sapmasına tepkidir” diyerek olup biteni normal karşıladığını beyan etmesin mi?

İş bununla da kalmadı tabii… Terörist başının kardeşi ve güya kırmızı bültenle arananlar listesinde olan Osman Öcalan devlet kurumu olan ve Türk Milleti’nin vergileri ile ayakta durabilen TRT’nin bir kanalına, iktidar yanlısı TV kanallarının şımarttığı Nagehan da Barzani’ye bağlı televizyon kanalına çıkartılıp aynı minvalde konuşturuldular. Bu görüşmelerle açıklamalar zincirinin ortak bir amacı vardı ve açıkça ifade edilmese de terörist başının desteğinin Cumhur İttifakından yana olduğu ima ediliyordu. Aynı günlerde de Barzani Türkiye’ye gelip Cumhurbaşkanı ile görüştü.

Bütün bunların tesadüf olduğuna inanmak için saf olmak bile hafif kalır, öyle değil mi?

Peki, sonunda ne oldu?

Olan oldu ve Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu bu defa alnının teri, partili, partisiz, çocuk demeden hemen her yaştan kadın ve erkeğin duasını alarak ezici bir çoğunlukla seçimi kazanıp İstanbul’un Belediye Başkanlığı koltuğuna oturmayı hak etti.

Bunca tantana, bunca ısrar ne idi, neden, niçin yapıldı? Seçim kazanmak nasıl haksa kaybetmek de hak değil midir?

Pervasızca birbirlerine esip gürleyen, olmadık hakaretleri savuran siyasiler yarışa medenice tartışarak girip sonuçları kabullenerek Yunusça bir söyleyişle “Kahrın da hoş lütfun da hoş” diyerek Allah’a şükretmeyi ne zaman öğrenecekler?

Din görevlileri artık siyasi birer figür olmadıklarının şuuruna erip kendilerini asli vazifelerine vermez, siyasiler ellerini onların üzerinden çekmezlerse “İntikam alanların en azizi olan” Allah’a nasıl hesap verecekler?

Uzatmaya gerek yok; millet olarak siz, biz, hepimiz hak, hukuk, adaleti ve kırk yıldır, elli yıldır savunageldiğimiz milli ülkümüzü bir kenara bırakıp bir maceraya kapılarak körü körüne siyaset yapmıyor ya da birilerinin oyununa gelmiyor muyuz? Türk Milleti, dağdaki çobanından camideki imamına kadar siyasetle yatıp siyasetle kalkmayı ne zaman bırakacak? Sanki hiçbirimizin işi gücü yok da siyasilerin oyuncağı gibi oradan oraya sürüklenip duruyor, şahsiyetimizi ortaya koyamıyorduk. İstanbul’da yenilenen seçim işte bu konuda bir ümit ışığı oldu ve bir bakıma İstanbul seçmeni haksızlık karşısında susan dilsiz olmadığını ve olunmaması gerektiğini gösterdi.

Kısacası yazımızın başına dönecek olursak Allah intikamını alıyor ve geri bırakmıyor değerli okuyucular. İstanbul seçim sonuçlarının İstanbulumuz, güzel Türkiyemiz ve dünyamız için hayırlara vesile olmasını dileyerek bana ait olmayan giriş paragraflarını tekrar ediyorum:

“Allah intikam alıyor aziz okuyucu. Senden, benden ve bizim oğlandan. Şu andaki iktidara rey verenden, onu oraya getirenden. Gelmesi için şu veya bu mertebede dahli olandan. Şu andaki hükümetin başı olan zata bu vazifeyi tevdi eden en yüksek Zat’tan, velhasıl herkesten…”

“…Ve Allah, kendisine lütfettiği müstesna, faziletli, hiçbir şey beklemeden hizmet eden insanların ve kadroların kadr ü kıymetini bilmeyip tıpkı bir binek hayvanı gibi onları bir menzile kadar kullandıktan sonra arkasına bir şaplak vurup atıveren lider, amir ve devlet adamından da intikam alır. Hem de ne intikam… Ayet açık ve kesin: “Vallahü azizü’ntikaam!”