Sene 2007 veya 2008...İstanbul, Şile - Ağva Lisesi Müdürüyüm...Ağva, kışın sessiz, sakin, yazın ise tüm İstanbul ve çevre illerin aktığı bir sahil kasabası. Gerçi o zaman belde belediyesiydi, şimdi Şile'nin 35 km uzakta bir mahallesi...Turizm potansiyeli olan tüm yerler gibi sonbahar, kış ve ilkbaharın genelinde sakindir Ağva.

Ağva'da gündüz mesai sonrası en büyük durağımız sahildeki çay bahçesiydi... Çeşitli fikirlerden arkadaşlarla bazen sert tartışmalara varan muhabbet ve sohbetlerimiz oluyordu. İsmail kardeşimizin elinden çayların biri gelir, biri giderdi. İsmail kardeşim teşkilattan samimi bir ülkücüydü. Bir gün İsmail bana Naci Memiş başkanımızdan bahsetti. Ağva'ya zaman zaman gidip gelen Naci ağabeyin, buralarda oturup sohbet edecek kimler var diye İsmail'e sorması ardından Naci Memiş başkanım ile beni tanıştırması ile Ağva'da sohbetlerimiz başlamıştı. Birçok defa buluşup birebir sohbet edip, Ağva limanını geceleri turlayıp, sonra tekrar İsmail'in çay ocağına döner çayımızı yudumlayıp sohbete devam ederdik.
Sohbetimizin halkası genişler, köksüz fikirlerin ve yanlış siyasetin savunucularına Gazi Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği mezunu olmanın yanında, yetişmiş bir ülkücü olmanın getirdiği mükemmel üslupla cevap verirdi. Öyle bir konuşurdu ki, kimse saatin nasıl geçtiğini anlamaz, sohbete müdahale etmez, edemezdi.

28 Mayıs 2019 Salı günü rahmeti rahmana varan Naci başkan, Bayburt Ülkü Ocakları Başkanlığı, Mhp Genel Sekreter Yardımcılığı görevlerinde bulunmuş, doğruları rahmetli Başbuğ karşısında dahi çekinmeden söylemiş, hiç yutkunmamış dava adamıydı. Bir sevgi, saygı, hoşgörü, dürüstlük abidesiydi. Başbuğun son yıllarında en yakınındaki isimlerden biri olup, özel mektuplarına kadar okuttuğu, danıştığı, istişare ettiği bir kişilikti. Birikimi, belagati, hitabeti herkes tarafından takdir edilen Naci Memiş, ayrıca gereksiz, boş konuşan, yalan yanlış söz söyleyene de anında cevabını kendine has üslubuyla veren yapıya sahipti. Biz onu hep öyle dimdik, mağrur bir o kadar da tevazu sahibi bildik. Yalnız şöyle bir sözü vardı düstur edindiğim; "Hakikat ifadesinde benlik ve bencillik, hatta edep de olmaz."

Tayyip Erdoğan'ın Naci ağabeyin mükemmel hatipliğini yaklaşık 40 yıl öncesinden hatırlaması da ayrı bir mevzudur. O dönem Milli Gençlik Istanbul il başkanı olan Erdoğan, kendisinden önce ülkücüler adına düzenlenen mitingde konuşan, müthiş bir hitabet ve belagate sahip olan Bayburt Ülkü Ocağı başkanı Naci Memiş'i etrafına sorar soruşturur. Yıllar sonra Ak Parti'nin kuruluş aşamasında Naci ağabeyin, bizzat Recep Tayyip Erdoğan tarafından ziyaret edildiğini, Ak Parti'ye çağırıldığını biliyorum.
Halbuki bunu dahi basına malzeme etmemek ve ülkücülüğünü tartışmaya açtırmamak için Naci ağabey, ziyareti sokağın arka tarafından kabul etmiş, daveti de ülkücü olduğunu gerekçe göstererek nazikçe reddetmişti. O günlerde yani 2001-2002'de Ak Parti rüzgarını hatırlayanlar bilir. İktidara geleceğine kesin gözüyle bakılan bir partinin teklifini reddetmek her babayiğidin harcı değildir! Kendisine yapılan tüm siyasi teklifleri ülkücülüğünü mihenk taşı yaparak değerlendirir; "ben il Ocak Başkanlığı, MHP İl Başkanlığı, rahmetli Başbuğ'un genel sekreter yardımcılığını yapmış birisiyim." diyerek kabul edebileceği görevin ancak bunun daha üstünde bir görev olması gerektiğini düşünürdü. Burda bencillik, kibir değil davasına, teşkilatına duyduğu sevgi, saygı ve bayrağı yere düşürmeme gayretini görmek gerekir. Günümüzde en ulvi makamlardan en alt makamlara kadar sırf koltuk için her yere başvurup, teşkilatının onurunu hiçe sayanları gördükçe Naci ağabeyin bakışı daha bir kıymetlenir gözümde!

Bir dönem kendi dışında gelişen bir şekilde MHP genel başkanlığı için adı geçmişti. Bu konuda da beyanat vermedi. Allah var biz çok istedik. Sonra bu mevzu da kapandı gitti. Herhalde MHP tarafından dışlanmasının, yok sayılmasının en büyük sebeplerinden biri de budur; birilerinin onu genel başkanlığa layık görmesi...

Halbuki yukarıda da bahsettiğim gibi, Tayyip Erdoğan dahi onun hatipliğini 40 yıl öncesinden bilir ve değerlendirmek ister, ancak red cevabı alır! Göklerden yere indirmediği teşkilatı ise son 20 yılında Naci ağabeyi yok saymıştır. Hatta vefatında bir rahmet bile dilenmemiş, vefatı dahi duymazdan, görmezden gelinmiştir!

Onun ülkücü tarifi de emsalsizdir; "Ülkücülük, bir tiryakiliktir, içinde olanından gayrısının idrak edemeyeceği bir tiryakilik, Turani ve Kur'ani bir aşk ve ıstırap ve nihayet asil bir isyandır."
Böyle tarif ettiği ülkücülüğün “şimdi dünya görüşü ve hayat felsefesi olmaktan çıkartılıp, şanlı mazisi, şerefli hayatı ve hatıratı yazılsın diye bizzat kendi merkezleri ve mensupları tarafından tarihin tozlu tereklerine mi kaldırılıyor ?” diye sitem ettiğini de bilirim.
 

Onun Türk kimliği ve Türk Gençliği üzerine şu enfes sözüne katılmayanınız var mı? "Araplaşmadan Müslümanlaşmış, Bedevileşmeden Dindarlaşmış, Ulusalcılaşmadan Millileşmiş, Irkçılaşmadan Turanileşmiş Bir Nesil, Bir Kimlik, Müslüman Türk Kimliği ve Müslüman Türk Gençliği !"

Cenazesine ihtimam göstermeyenler belki vasiyeti gibi gördüğüm şu dileğini umarım uygularlar! Naci ağabey, ülkü ocaklarında en baş ders ve seminer konusu olarak sürekli, peygamberimizin hayatı, kişiliği ve karakterinin anlatılmasını, işlenmesini isterdi. Umarım dikkate alınır!

Peygamberimizi ben en güzel haliyle ondan dinledim. Fatih ve Fetih ruhunu en güzel haliyle ondan öğrendim. Zaten kendisi de 28 Mayıs'ta vefat edip, İstanbul'un fethinin 566. yılında kutlu bir 29 Mayıs'ta çok sevdiği vatan toprağına kavuştu. Rauf Denktaş'ı tarif ederken kullandığı "vücudu vatanlaşmış Denktaş" sözündeki gibi şimdi onun bedeni de ruhu gibi vatanlaşıyor.

Ruhu şad, mekanı cennet olsun inşallah!
Özleyeceğiz başkanım, ağabeyim...

Allah rahmet eylesin...