Günlük yazı yazmadığımız için Türkiye’nin gündemine yetişmek zor ama bazı konular isteyerek ve bilerek gündemden düşürülmediği için tekrar tekrar yazmakta mahzur yok.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın hiçbir şey bilmedikleri anlaşılan o “çokbilmişlerinin” hazırladığı temyiz dilekçesi açıklandığı zaman 12 Kasım günü sosyal medya hesabımdan şöyle bir paylaşım yapmıştım:

“Ey Milli Eğitim Bakanlığı!

Koskoca Bakanlık’ta Türk tarih ve kültürünü bilen bir yetkili yok mu? “Türk ulusal kimliği tarih sahnesine çok geç çıkmış” öyle mi? Yazıklar olsun… Öyleyse hatırlatalım: “Ben Türk Bilge Kağan… Ey Türk Milleti! Üstte gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim yok edebilir?” Ah Kağanım ah! Nereden bilecektin bin kusur sene sonra milletimizin başına böyle bir iş geleceğini… Anlaşılan, Bakanlık’ta Atsız’ın şu mısralarını bilen de yok: “…Nuh doğmadan kişnedi ordularımızın atı,/Biz Turfan’ı yarattık uyku uyurken Batı!” Dahasını yazmaya gerek yok; çünkü onlar Kürşad’ı da bilmezler, Çin’e set çektiren Mete Han’ı da… Yazıklar olsun, yazıklar olsun!”

Evet, yazıklar olsun. Hem de Milli Eğitim Bakanlığı, hem de Türk tarih ve kültürünü en iyi bilmesi, bilmekle de kalmayıp öğretmesi gereken bir kurum bu açıklamayı yapıyor. Kestirmeden ve lafı dolandırmadan söyleyeyim ki, işte yalnızca bu kapkara cehalet kokan açıklama bile Andımızın ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor.

13 Kasım 2018 günü yapılan siyasi parti grup toplantılarında muhalefet tarafından ve özellikle MHP ve İYİ Parti Genel Başkanlarınca sert eleştiriler yapılınca Milli Eğitim Bakanı ilgili bürokratları görevden aldığını açıkladı, Ak Parti sözcüsü de “Eleştirilerin haklı olduğunu, ek dilekçe verilerek tartışmalara konu olan yanlışların giderileceğini” söyledi. Yani geri dönüş yok da, kör kör parmağım gözüne misali yapılan hataları yumuşatarak yanlışa ve inada devam edecekler. Bu tutum ve davranış biraz da ABD’nin Türkiye ile olan münasebetlerine benziyor; onlar ara sıra Türkiye’yi pohpohluyor ama sonunda kendi istediklerini yapıyorlar. Ak Parti de MHP’yi darıltmamak için böyle jestler yapıp bildiğini okuyor. Herhalde o Temyiz Dilekçesi Bakanlık Müsteşarı ve Bakan’ın onayı olmadan gönderilmiş olamaz.

AKP sözcüsü, Diyanet İşleri Başkanı’nın Fesli Kadir’i ziyareti konusunu ise tıpkı Diyanet’ten yapılan açıklama gibi, “İnsani duygularla yapılan bir hasta ziyareti” olarak nitelendirip, Ali Erbaş’ın “değer verdikleri bir ilim adamı” olduğunu söyledi. Bir bakıma, “Başkaları istedi diye kelle almayız, alırsak -tıpkı belediye başkanlarımızda olduğu gibi- kendimiz istersek alırız” havasında idi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da 17 Kasım akşamı İstanbul’da yaptığı konuşmada, “Diyanet İşleri Başkanı’nın ziyareti siyasi malzeme yapılmamalıdır” dediler. Hâlbuki hiç siyasete bulaşmaması/bulaştırılmaması gereken bu kurum, bir önceki “Diyanet Kendi Kendini İtibarsızlaştırıyor” başlıklı yazımda etraflıca işlediğim gibi durmadan siyasi malzeme veriyor. O halde, “zamanlaması manidar” olan ve resmi kıyafetle yapılan bu “ziyaret” muhalefet tarafından yalnızca grup toplantılarındaki salvolarla geçiştirilmemeli, sonuç alıcı olmalıdır. Kamuoyunda, kanunların geçmesinde ve başka oylamalarda iktidara destek olan MHP lideri Sayın Bahçeli’nin bu konunun takipçisi olacağına dair büyük bir beklenti olduğunu da belirtmeliyim.

Andımız konusunda yapılan en büyük yanlışlık, işin özünün bir tarafa bırakılıp metnin yazarı Reşit Galip üzerinden gidilmesidir. Türklük vurgusu üzerinden, çocuklarımızı “Türküm, doğruyum, çalışkanım…” diye coşturmaktan rahatsız olduklarını açıkça söyleyemeyen iktidar çevreleri “Vur abalıya” misali habire Reşit Galip’e vuruyor ve O’nun “Türkçe ezan” savunucusu olduğunu dillerinden düşürmüyorlar. Taktik aynı; hâlâ 40 kusur yıl önce rahmete kavuştuğu için kendini savunma imkânı olmayan İnönü üzerinden CHP’ye vurup durdukları gibi 80 kusur yıl önce rahmete kavuşan Reşit Galip’in ruhunu da topa tutuyorlar!

Aslında muhalefet adam gibi muhalefet yapsa ve iktidarın kendilerine verdiği kozları değerlendirebilse iş nispeten kolay da, gereğini yapamıyorlar. Muhalefet liderleri Salı günleri yaptıkları grup toplantılarını adeta iple çekiyorlar ve tabir yerinde ise eteklerindeki bütün taşları orada dökerek, söyleyecekleri ne varsa söyleyerek bir hafta susuyorlar. Arayı da kimi tweet atarak, kimi de cılız kalmaya mahkûm bazı faaliyetlerle dolduruyor. Man Adası meselesi, Malta konusu, Off Shor hesapları mı her ne ise onlar, İsrail’e petrol taşımacılığı, gemiler, gemicikler, Suriye ve Irak politikasında yapılan fahiş yanlışlıklar, iktidar partisine ait belediyelerdeki yolsuzluklar, “Keşke Yunan kazansaydı” ve daha neler neler söyleyen Fesli Kadir meselesi, ona yapılan ziyaretler, ekonomide düştüğümüz durum, tarım ve hayvancılıktaki rezalet, otu çöpü bile ithal eder duruma düşmemiz, düşürülmemiz, zamlar, pahalılık ve işte Andımız meselesi…. Bütün bunlarla ilgili ele geçen kozları değerlendiremeyen, oluşan gündemin “tıss” diye sönmesine sessiz kalan, haklarını arayamayan, kullanamayan, kamuoyu oluşturup bunu canlı tutamayan muhalefete ben ne diyeyim? Siyasete girmeyi hiç düşünmemiş, hiçbir şekilde aday adaylığı, adaylık başvurusu yapmamış biriyim ama bu kozları görüp düşündükçe hani bazen, “Ben olsaydım” demekten de kendimi alamıyorum.

“Söylüyoruz ama medya şöyle medya böyle”, “Memlekette hak yok hukuk yok”, “Tek adam rejimi…” Peki, bütün bunlar olup biterken, üstelik hepsi de göstere göstere, göz göre göre gelirken ve getirilirken nerelerde idiniz, nasıl müsaade ettiniz? Ben de bu soruyu soruyorum işte!

Konuyu dağıtmayalım ve yine Andımız konusuna dönelim. Evet, Andımız’ın asıl metnini Reşit Galip yazmıştır ve iyi de yapmıştır. O’nun hoşunuza gitmeyen taraflarının da olması asıl konuyu saptırmanızı gerektirmez. O zaman da deriz ki mesela, “Ak Parti iktidarları yol yaptı, köprü yaptı ama tarım ve hayvancılığı mahvetti. Cumhuriyet döneminde yapılan ne kadar fabrika varsa yok pahasına satıp savdı, üretimi bitirdi, yandaşları zengin etti. Çözüm Süreci diye bir safsata başlatıp milletin başını belaya soktu, ‘Kobani’ye Selam olsun’ diyerek Barzani’nin Peşmergelerini sınırımızdan sokup bir de kebap ısmarlayarak oraya gönderdi, IŞID’dan temizlenen Ayne’l Arab’a PKK/PYD’nin yerleşmesine göz yumdu, şimdi de milletimize bunun sıkıntısını yaşatıyor. Teröre boyun eğip, yurt dışındaki tek toprağımız olan Süleyman Şah türbesini yine teröristlerle işbirliği yaparak yerinden söküp sınırımızda bir gecekonduya taşıdı. Suudlu teröristlerin ellerini kollarını sallayarak İstanbul’a gelmeleri sonra da vahşice bir cinayet işleyerek çekip gitmeleri konusunda acziyet gösterildi. Cinayet belgelenmişken Konsolos’un memleketine gitmesi engellenmedi…” Bunun sonu gelmez ve Reşit Galip iktidarın bütün bu günahlarının yanında pir ü pak kalır!

Kaldı ki şimdi kimsenin “Türkçe ezan” istediği falan yok. IŞID’ın Musul Konsolosluğumuzu işgal etmesiyle adını duyduğumuz, yüzünü de kurtarıldıktan sonra devrin Başbakanı Davutoğlu tarafından alnından öpülürken ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından tebrik edilirken görebildiğimiz bir milletvekili öyle bir herze yumurtladı ve şimdi de partisinden ihraç ediliyor, o kadar… Partisi CHP onu ihraç ederken, Genel Başkanları Kılıçtaroğlu da “Ezan bir semboldür, bilindiği şekliyle okunur” mealinde açıklama yapmışken bunu kaşıyıp durmanın anlamı yoktur ve siyasi cambazlıktır.

AKP bütün bu açıklamalara rağmen pireyi deve yaparak eline geçirdiği kozu kullanmaya, gerçek ve tarafsız haberciliği unutarak iletişimciliğin içine eden basın yayın kuruluşları da gündemde tutmaya devam ediyorlar. Muhalefet ise yukarıda sıraladığımız somut kozlara rağmen sesini duyuracak faaliyetler yapamıyor.

Milletlerin hayatında Milli Marşların, kahramanlık türküleri ve şiirlerinin önemi büyüktür. Cengiz Aytmatov’u, Yahya Kemal’i, Atilla İlhan’ı okuyup anlamayanlar “Memleketinin bir türküsü için hayatını feda etmenin” ne demek olduğunu bilmezler, bilemezler. Mevcut iktidarın çok özendiği Sultan Abdülhamid, Sultan Reşat vb. dönemlerinde devletimizin bir milli marşı yoktu. İngiltere’de yaptırılan geminin teslim törenine giden heyet bunun sıkıntısını çekmiş ve gülünç duruma düşmüştür. İngilizler kendi marşlarını hazırlayıp bizimkilerden de isteyince ne yapacaklarını şaşıran heyet sonunda bir İstanbul türküsünü uyarlayıp zevahiri kurtarıyor: “Entarisi ala benziyor/Benim yârim bala benziyor/Sultan Reşat bana benziyor …”

Andımızdan rahatsız olanlar acaba milli ruhu coşturacak bir and, bir marş yerine böyle eğlenceli bir şey istiyorlar ve muhalefettekiler de “Sen oyna biz seyrederiz mi” diyorlar acaba, ne dersiniz?