Yazımı yazmadan önce günümüze kadar gelen kadın şairlerin yaşadığı sıkıntıyı biraz araştırayım dedim, kadın şairlerin azlığından yola çıkarak.

Bunu birebir kendi ailemden yaşayarak yazıyorum.

Şiirle tanışmamın, şiir yazmamın vesilesi olan, çocuk yaşlarımda şiiri sevdiren şaire annem Sebahat hanımın da rolü büyüktür.

Hatta öyle ki bir müddet sonra kendi duygularını benim kaleminden yazmam gerektiğini, artık şiir yazamadığını, onun adına da şiir yazdığım olmuştur.

"Aferin sana işte bu dur" benim duygulu kızım diyerek.

Şiir yazmaya 16 yaşında evlenerek ilk gurbete gidişinde başlamış ve demiş ki;

"Yalnızım yine.

Nöbette bu gece.

Her gün boş arsaya bakan penceremde,

Çocuklardan başka ne gelen ne giden.

Yalnız bir çift kalp var beni düşünen"

Asker alan babamın ya tatbikat, ya da nöbette olduğu zamanlarda annesine ve babasına yazmış.

Daha sonra hiç vazgeçmeden aldığı, şimdilerde ciltli bir şekilde muhafaza ettiğim 1955’lerin Hayat, Ses, Yelpaze mecmualarında şiir köşesine gönderdiği yayınlanan şiirleri ,sararan yapraklarında usta şair Ümit Yaşar Oğuzcan'ın köşesinde durur.

Bir müddet sonra evde otorite olan asker babamın;

"Bu şiiri kime yazdın?"

"Aşık mısın?"

"Bu şiir beni anlatmıyor" uyarıları ve baskısıyla şiir yazmayı bırakmış.

Yıllar sonra babam vefat ettiğinde benim de zorumla ufak ufak başlasa da, artık o duyguları yakalaması çok zordu.

Bizden örnek benim çevremden, özellikle de ev çevresi dışından, genellikle tanımadığım insanlardan olmuştur.

"Ali bey nasıl İyi ler mı?"

Abla hayırdır bir sorun mu var?

Hep şöyle demişimdir; "Şair başkalarının duygularının da, hayatın da kalemidir"

"Onlar adına da hayal kurar"

Şiir kim kendisini ifade ettiğini hissediyorsa, yazanın değil, okuyanın olur kalemden çıktıktan sonra.

Cinayet romanı yazan bir yazara abi bu kadar insanı sen mi öldürdün? Katil sen misin? Diye sorarlar mı merak etmiyor değilim bu anlayışla.

Uzun zamandır düşünüyordum, Kadın şairler ve Türkülerimiz programını Yenimahalle Belediyemizde halka şiir ve aynı içerikte Türküleri harmanlayarak sunduğumuzda şair dostlarımla.

O programda kadın şairlerin toplumsal baskılar sonucunda erkek şairlerden daha az olduğu, hatta çekinerek mahlas'la şiir yazdıklarını.

Pes edenlerin de şiiri bıraktığını.

Bu devirde hâlâ bu şiiri kime yazdın, şiiri değil de kişiyi merak etmeleri ilginç.

İlk Türk kadın şairi düşündüm.

Neler yaşadı o dönemde? Onlara kötü gözle baktılar mı?

Tarihte ilk kadın şairlerin Mihri Hatun, Zeynep Hatun olduğunu mahlas kullanarak şiir yazdıklarını okudum.

Mihri Sultanın Amasyalı olduğu Amasya’da Şehzâde Ahmet 'in sarayında sevilip sayıldığı, üstelik sadece erkeklerin katıldığı şiir sohbetlerine resmi olarak atandığını gördüm araştırdığımda.

Dikkat edin resmi olarak arandığı.

Şair Zeynep Hanım, evlenmeden önce Fatih Sultan Mehmet adına Türkçe ve Farsça şiirlerden oluşan bir divan tertip ederek bunu sultana sunmuş, Fatih Sultan Mehmet'in takdirini kazanmış.

Zeynep Hanım, şiirlerindeki hayali sevgiliyi tıpkı erkeklerin lisanı, dili üzerinden yazması gerçekten şaşırtıcı bir özellik.

O da kendini erkek yerine koyarak Canâna şiirler yazmış n'apsın

Demek ki şair duygularını sadece yaşadıklarından, kendisinden alarak yola çıkmıyor.

Şiir kendini yazdırıyor, sihirli kapılarını açıyor kalemi ve ruhu duygulu olan insanlara.

Şaire dostlarım bu baskılara karşı durarak şöyle diyorlar.

Kadın/ Şair olmak.

Tarih tekerrür ediyor bazen, yüzyıllara dayanan kadınların var olma çabası, her alanda olduğu gibi edebiyatta da kendini gösteriyor.

Bilinen ilk kadın şair Enheduanna'dan beri süregelen bu serüvende kadın şairlerin yaşadığı sorunlar biraz farklılıkla günümüzde de maalesef devam etmekte. Sanatın her alanında kadının kendini ispatlama çabası hâlâ mevcutken biz kadınların duygularını şiirle ifade etmesi kimileri tarafından ayıp sayılmaya, sırf bu nedenle toplumun bazı kesimleri tarafından "basit" bir eylemmiş gibi algılanmaya devam ediliyor. Şiirin kadın kimliğimizle yazılmış olması bile bazı insanların sözlü tacizlerine, yersiz eleştirilerine maruz bırakıyor biz kadınları. Şiiri eleştirmek, beğeniyi dile getirmek ya da şiirin edebiyata etkisini konuşmak yerine şairin kimliği ön planda olabiliyor. Kadınsan ayıp sayılıyor aşkı anlatmak; doğaya, çocuğa, topluma, ilâhi duygulara yazılan şiirler unutularak üstelik. Oysaki hayatın her alanında kadın için de erkek için de değil midir aşk!

Mutahhara Arlı Özkök

Şair; mevsimlere duyarsız kalamayandır, haftanın yedi günüyle yetinemeyip sekizinci günü tasavvur edendir. Bazen olmayanı yaratıp yaşayan ve yaşatandır. Başına geleceklere hazırlıklı olandır, aksi halde mümkün olmaz varlığını sürdürmek...

Düşen bir yaprağa, yeni açan bir çiçeğe, bir kuşa aşk hikayesi yüklüyorsunuz mesela; kendi yerinize koyuyorsunuz belki... Çok sürmüyor geliyor hemen yorumlar, telefonlar:

"Elif, iyisin değil mi? Bir sorun olmadığına emin misin? Mutlu musun? Eşinle her şey yolunda mı?"

Ben bu sorulara alıştım ve bu sorunlarla yazmayı kabul ettim. Bugün hayatımda olup da yarın olup olmayacağı belli olmayan insanlar yüzünden, yazma hevesimin kırılmasına müsaade edemem çünkü...

Aynı zamanda şiir yorumlamaya da çalışıyorum. Nazım okuyorum mesela ya da Cemal Süreyya... O şiirleri okurken hikayeler benim hikayemmiş gibi okumaya çalışıyorum. Nasıl oluyor o zaman bu? Bütün hikâyelerin bana mal olmuş olması mümkün mü? Elbette değil...

Bazen bir fotoğraf karesi konuşturuyor yüreğinizdeki çocuğu, bazen bir tablo; hatta bazen hiç tanımadığınız bilmediğiniz bir insan manzarası... İçinde çocuk yaşatan, yaşamayı ve sevmeyi bilen herkes için mümkün bu hayal alemi...

Hem sonra şair duygu kervanıdır; kayıtsız kalamaz etrafında olup biten kavgaya, haksızlığa, zulme. Şair isyan eder, susturamazsınız...

Sorulardan, sorunlardan uzak,

Lütfen rahat bırakın yazalım..

Elif Nihal Altan

Son nokta; Lütfen rahat bırakın yazalım!